Almanya ve Avrupa’da gündem hayli yoğun. Geçen haftasonu Oskar Lafontaine ve Lothar Bisky’nin eşbaşkanlığına seçildiği birleşik Sol Parti’nin Almanya partiler yelpazesini ve politik gündemini altüst etmesi, büyük koalisyonun içine girdiği kriz ortamı, kökten ırkçı göç yasasındaki sertleştirmeler, AB Zirvesi’nin ve dolayısıyla AB Anayasa projesinin çözümsüzlük batağına saplanmış olması gibi bir çok gelişme kafa yormaya, görüş geliştirmeye değer. Ancak bunları daha sonraları da yapmak olanaklı olduğundan, en azından seçimlere kadar Türkiye üzerine yazmak gerekecek.
Şimdi acil olan, Avrupa’daki Türkiye kökenlilerin gündemini belirleyen konulara değinmektir. »Yegâne çözüm demokrasidir« anlayışında olan Türkiye kökenli göçmenlerin şimdi yanıtlamaları gereken, tek tek ya da örgütlü olarak »demokrasi için ne yapabilirim« sorusudur. İnkârcı ve imhacı gûrühun talep ettiği »kitlesel reflekse« demokratik refleksle yanıt vermektir.
TBMM’nde büyük çoğunluğa sahip olan başbakan Erdoğan, askerî vesayet rejimine dokunmadan iktidara ortak olamayacağını görmüş olmasına rağmen, inkârcı ve oportünist bir politika sürdürmekte ısrarlı görünüyor. Rejimin kendisini şamar oğlanına çevirmesine gıkını çıkaramayan külhanbeyi edasıyla kâh »kabile reisi« söylemiyle Kürtlere hakaret ediyor, kâh bağımsız adayların meclise girmelerini engellemek için çaba sarf ediyor. Halbuki bağımsız adayların kendi partisi için de yaşamsal önem taşıyan parlamenter demokrasiye nefes vereceklerini ve dengelerin en azından parlamentoda demokrasi lehine değişmesine katkı sağlayacaklarını ve bütün açıklarına rağmen parlamenter demokrasinin askerî vesayet rejiminden bin kat daha iyi olduğunu herkesten iyi bilmesi gerekiyor.
Başbakan böyle davranmaya devam ede dursun, Bin Umut bağımsız adayları körüklenen linç ve düşmanlık ortamına, tüm engellemelere, darbe ve savaş tehditine rağmen çalışmalarını sürdürüyorlar. Erdoğan’ın »bağımsızlara oy vermeyin« çağrıları, antidemokratik yasalar, fiîli sıkıyönetimler, inkâr ve imha politikaları ve militarist tedbirler, seçimler yapıldığı takdirde, TBMM’ne Bin Umut adaylarının girmesini engelleyemeyecektir. Bağımsız adaylara verilen her oy, askerî vesayet rejiminin gölgesi altındaki TBMM kürsüsünden barıştan, demokrasiden, eşitlikten yana, neoliberalizme ve militarizme karşı olan seslerin duyulmasını destekleyecektir. Böylelikle bu oylar ezilenlerin, yoksulların, emekçilerin, itilmiş ve dışlanmışların sesi haline dönüşecektir.
Aslına bakılırsa bu seçimler Türkiye’nin demokratikleşmesi, barışçıl bir geleceğe yönelik adımlar atması için son şans anlamına da gelmekte. Çünkü Türk ve Kürt nüfus arasına »kin« duyguları yerleşmektedir. Bu »kin« kirli savaşın başaramadığını, belki de onyıllarca telafi edilemeyecek acılara neden olacak bir düşmanlığı ortaya çıkarabilir. Türkiye böylesine tehlikeli bir ortamda seçimlere gitmektedir.
O halde yapılması, daha doğrusu yapmamız gereken,barışın, demokrasinin ve eşitliğin, sosyal bir Türkiye’nin sesi olacak adayların TBMM’ne girmelerini desteklemek, var gücümüzle burjuvazinin yapmadığını yaparak burjuva demokrasisinin, hukukun üstünlüğünün tesis edilmesi için uğraş vermek ve bu amaçla eşimize, dostumuza, akrabalarımıza oylarını bu yönde kullanmaları için çağrıda bulunmaktır.
Ahmet Türk ve diğer DTP’li adayların yanısıra Diyarbakır’dan Akın Birdal’ın, İstanbul’dan Ufuk Uras’ın, İzmir’den Levent Tüzel’in, Konya’dan Ayhan Bilgen’in ve diğer bağımsız adayların gireceği bir meclis, Türkiye’de yaşayan nüfusun geniş bir kesiminin çıkarınadır. Türkiye’deki yakınlarımıza bunu anlatmalı, seçimlerde oylarını Bin Umut adaylarına vermeye çağırmalıyız.
Ben bir köşe yazarına tanınan imtiyazla Kürt seçmenlere de seslenmek istiyorum. Birden fazla adayın seçilebilmesi için yaratıcı çözümler geliştiren seçmenler ve ortak irade, yaratıcılığını daha da geliştirmeli ve örneğin Baskın Oran gibi ortak bağımsız adaylardan olmayan demokrat seslerin de parlamentoya girebilmesi için yollar aramalıdır. Unutulmamalıdır ki, milliyetçi, ırkçı, rejimle uzlaşan, sermaye taraftarı bir vekil yerine TBMM’e girecek her demokrat ses, hatta liberal bir kişi dahi barıştan yana olanların güçlenmesine katkı sağlayabilir. Hele hele sadece kendine demokrat olan AKP’nin çıkaracağı vekilden on kat daha iyidir. Kürt sorunu çözülmeden demokrasi olamayacağı gibi, demokrasi olmadan da Kürt sorunu çözülemeyecektir. Hepimiz bu bilinçle adımlarımızı atmalıyız.