Michael Albert ile Söyleşi

İlericiler: Yeni İnsanlara Ulaşmak Temel Öneme Sahiptir

ABD’de yayınlanan Satya dergisinden Catherine Clyne’in Michael Albert ile, son kitabı Değişimin Yolu: Toplumsal Dönüşüm İçin Aktivist Stratejiler (Aram Yayınları, Kasım 2002) hakkında yaptığı söyleşi.

Değişimin Yolu kitabını yazarken neyi başarmayı amaçlıyordunuz?

İşin doğrusu bu kitabı yazmış olmasına ben yazdım ama kitabı ortaya çıkaran South End Press yayınevidir. Oradaki editörüm Anthony Arnove kitaba adını veren makaleyi okumuştu ve bundan yola çıkarak bir kitap oluşturmayı istedi. Kendisine ilgili denemelerimin bir setini verdim ve bunun üzerinde çalıştılar. Bu seçkinin, zorlu bir görev olan etkili toplumsal hareketler inşa etmede insanlara yardımcı olacağını umut ediyorum. Kitapta, hareketin başarısı önündeki kilit engelleri tespit etmeye ve bu engelleri aşmak için düşünceler ortaya koymaya çalıştım.

Şu ana kadar ne tür tepkiler aldınız?

Henüz çok fazla tepki gelmedi. Bazı arkadaşlar kitabı sevdikleri ve kitaptan yararlandıklarını yazdılar; bazı pozitif değerlendirme yazıları çıktı. Ama bunların ötesinde açıkçası nasıl karşılandığını bilmiyorum. Bunun gibi bir kitap yazmak genellikle bir inanç işidir. Yazıldıktan, yayınlandıktan ve okunmasından sonra bile etkisi hakkında tam bir fikre sahip olmak çoğu zaman mümkün değildir.

Tartıştığınız önemli konulardan biri de ilericilerin yeni insanlara ulaşma, onları kapsama ve katılımlarını süreklileştirme konusundaki başarısızlığı. Sizi ilerici sorunların içerisine çeken neydi ve bağlılığınızı devam ettiren ne olmuştur?

55 yaşındayım, demek bayağı olmuş, o zamanlar farklıydı. Benim radikalleşmem, kısmen medeni haklar hareketi hakkında duyduklarım sayesinde, kısmen üniversite elitizmine duyduğum tepki sonucunda, kısmen dönemin müziği ve ruhu sonucunda ve tabi ki Vietnam Savaşı karşıtı harekete katılmam ve daha sonra da o zamanki ilgili diğer projeler sayesinde olmuştur. Gördüklerim, duyduklarım ve okuduklarım ve daha sonra da yaptıklarım beni tercihli hayat yolumdan-fizikçi olacaktım- çıkarıp radikal politikanın içine soktu. Zannediyorum ki bir çok insanı da etkileyen bunların bir birleşimidir, yani insanların gördükleri, duydukları ve okudukları, değerlerini ve radikal anlayışlarını aydınlattığı ve sonrasında yaptıkları çalışmalar kendilerine esin kaynağı olmaya ve güç vermeye devam ettiği takdirde bir işe yarayacaktır.

Şu anki siyasi iklim ve savaş çığırtkanlığı, ilericilere harekete geçme ve stratejiler oluşturma çağrınızın aciliyetini artırıyor mu?

Bu konuların bugün ne kadar önem arzettiği ortadadır ama bunlar her zaman önemli konulardır. Herhangi bir anda kör gözüne misali ihlaller olmaktadır; ama bunun ötesinde, her daim yaygın yoksulluk, aşağılayıcı muameleler, yabancılaşma ve çekilen sıkıntıların yer aldığı grotesk bir statüko vardır. Elbette şu anki savaş çığırtkanlığı ve bunu izlemesi muhtemel olan savaş örgütlenmeyi acil hale getirmektedir-ama benim sürekli vurguladığım şeylerden bir tanesi de acil durumları dikkate almak ve kriz örgütlenmesini gereken zamanda yapmanın yanısıra pozitif özlemlerin motive ettiği kalıcı örgütlenmenin devam ettirilmesinin de ençok gereksinim duyduğumuz şeylerden biri olduğudur.

İlerici değişim yolculuğunda değişimin mümkün olduğuna işaret eden zaferler hangileridir?

İnsanlık tarihine, yedi kollu canavarın baskıcı ve zalimane suistimalleriyle dolu pislik kuyusunun tarihi olarak bakabilirsiniz. Ama aynı zamanda bunu insani olmak denen şeye dair anlayışların muntazaman gelişmesi ve potansiyelimizi gerçekleştirmek için yürütülen yavaş tempolu ama aralıksız bir mücadele olarak da okuyabilirsiniz. Ben ikinci görüşü, yani işçi hareketleri, kadın hareketleri, medeni haklar hareketleri, gey ve lezbiyen hareketleri, otoriterlik karşıtı hareketler, savaş karşıtı hareketler ve son zamanlarda ise ulusötesi şirket karşıtı hareketlerin zaferleri yoluyla köleliğin kaldırılması, kadınların haklardan yararlanamamasının aşılması, çocuk emeğinin sınırlandırılması, Jim Crow ırkçılığının sona erdirilmesi, sendikaların ve kısıtlı bir çalışma haftasının geliştirilmesi gibi zaferlerin yer aldığı seçeneği tercih ederim. Yapılacak daha çok şey var mı? Evet. Kuşkusuz. Kazanılacak bir dünya var önümüzde. Ve bizi, bunu başaramayacağımızı düşünmeye itecek hiçbir neden yok.

Kitabınızda, çeşitliliğin ilerici hareketin önemli bir parçası olduğuna vurgu yapıyor ve aktivistleri yeni insanlara ulaşmaya ve aralarında anlaşmazlıklar olsa da farklı gruplarla çalışmaya teşvik ediyorsunuz. Baskıya karşı mücadele eden tüm grupları zikrediyorsunuz, ama hayvanların sömürülmesine karşı çalışan gruplardan hiç bahsetmiyorsunuz. Bunun nedeni nedir acaba?

Dünyayı daha iyi hale getirmek için toplumsal hareketlerden bahsederken aklıma niye hayvan haklarının gelmediği konusunda bir cevabım olduğundan emin değilim. Açıkçası hayvan hakları hareketlerini, kadın hareketlerini, Latino hareketlerini, gençlik hareketlerini, ulusötesi-şirket karşıtı hareketler, işçi hareketleri ve diğerlerini gördüğüm gibi görmüyorum. Bir papağanım var, birisi ona kötü bir davranışta bulunduğunda fazlasıyla rahatsız olurum. Ama tam olarak nedenini bilemesem de, birşeyler beni zamanımı hayvanların kötü muameleye uğraması konusunda harcamak yerine ücretli kölelik ya da savaş ya da ırkçılık ya da tecavüz ile ilgili harcamaya itiyor. Bu ciddi bir ihmal olabilir…ama sorunuzun açık yanıtı da bu.

Önceki sorunun devamı olarak şunu sormak istiyorum: İnsani baskı biçimlerini ve aktivistlerin amaçlarını tarif etmek için kullanılan dil sık sık hayvanlara da uygulanıyor (sömürü, kurtuluş, baskıcı güçlerin sistemik ve doğası gereği toplumsal olması gibi vs.). Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?Bu mücadeleler arasında ortak zeminin olduğu alanların bulunduğuna inanıyor musunuz? Böyle olmayan alanlar sizce var mı?

Açıkçası, bu konu hakkında çok fikrim yok. Elbette, hem insanlar üzerinde hem de hayvanlar üzerinde en fazla etki yapan egemen kurumlardır; bu yüzden bunlara egemen diyoruz. Dolayısyla da bu gerçeklik alanlarının birinde değişim isteniyorsa ortak bir sorun olan bu kurumlara yönelinmesi gerekiyor. Ve çiftliklerde ya da labaratuvarlarda çalışan insanlarla da ilgilenen bir hayvan hakları hareketi iyi anlaşabileceğim bir hareket olabilir. Aynı zamanda, açıkçası insanların ezilmesiyle hayvanların durumu arasında çok yakın bir benzerlik olduğunu zannetmiyorum…bu, hayvanların kötü muameleye uğramasının haklı olduğu anlamına gelmez. İnandırıcı olması için niye insanların durumuyla benzerlik kurulması gerektiğini de anlamış değilim. Benzerlikleri sevmediği mi itiraf etmeliyim. Bazı okuyucularınızı kızdırmak pahasına olsa da, ama dürüst bir açıklama olması adına şunu söylemeden edemeyeğim, ne zaman bir hayvan hakları aktivisti analojiyi uca çektiğinde ve sık sık duyduğum gibi, büyükbaş hayvanların öldürülüp yenmesinin, aynı terimler kullanılarak insanların öldürülüp, yenmesiyle aynı şeymiş gibi cinayet, soykırım terimleriyle ifade edildiğinde sırtımı dönüyorum çünkü cinler tepeme üşüşüyor. Bu formülasyonlara olan tepkimi şöyle anlatabilirim: Sarfettiğiniz kelimeleri herkesin anladığı şekilde alırsam bu şu demek oluyor, caddede bir restoranın yanından geçerken, yani size göre insanların yemesi için boğazlanmış hayvanların insanlara sunulduğu bir yerden geçerken bu duruma duygusal tepki göstermeyen, acı duymayan ve buna karşı çıkmayan insanlar yürekleri nasır bağlamış ve alçak insanlar oluveriyor. Ama aslında kelimeleri herkesin anladığı şekilde almıyorum. İnsanların gerçekten bunu kastettiklerini ve tavuk çiftliğinde yapılanlarla sivillerin üstüne bomba yağdırılması veya toplama kampında yapılanlarla aynı terminolojiyi hakettiğine inandığını sanmıyorum. Kelimelerin [kullanımının] birer manipülasyon ve provokasyon olduğuna ve bu halleriyle [argümanın] insanları daha fazla harekete geçireceği yerde hayvan hakları eleştirmenlerinin amaçlarını baltaladığını düşünüyorum. Hayvan hakları ile ilgili kapsamlı bir tartışma ve bunu takip eden eylemler belki her zamankinden daha fazla gerekli ama işin doğrusu Irak savaşını önlemek ya da 30 ssatlik çalışma haftasını kazanmak veya kapitalizmden kurtulmak kadar (bu değişimlerin herhangi bir hayvan hakları taahhüdüne çok büyük yararı olacağını sanıyorum) acil olduğu izlenimini uyandırmıyor ben de.

2000 yılında, Yeşiller Partisi siyasi mitinglere binlerce coşkulu insanı çekerek sükse yapmıştı. O enerjiye ne oldu? Yeşiller Partisi’nin bu momentumu devam ettirmedeki başarısızlığının bazı sebepleri nelerdir?

Benim görüşüme göre o enerji ve ruh büyük ölçüde çarçur edilmiştir.Bana öyle geliyor ki bu görüşün tek altenatifi enerjinin yapmacık olduğu ve onu beslemek için yapılan şeylerden bağımsız olarak dağıldığıdır ki ben buna inanmıyorum. Kabaca üç milyon insan Ralph Nader’a oy verdi, ve muhtemelen yedi milyon insan da onu tercih etmesine rağmen Bush korkusu nedeniyle oyunu Gore’a vermiştir. Bu toplam 10 milyon seçmen demektir, artı, eksi bir-iki milyon. İş yapma becerisine sahip ilerici insanların görev aldığı gölge bir hükümet kurmuş olmamız gerekirdi diye düşünüyorum…bir sonraki seçime kadar beli başlı hemen hemen her mesele ve politika tercihi ve de kriz davranışlarına ilişkin olarak muhalif duruşlar sağlaması gerekirdi. İlgili bu 10 milyon yurttaşımızdan, örneğin düşük gelirlilerden aylık $1, daha yüksek gelire sahip olanlardan ise ayda en az $10 olmak üzere ‘vergi’ toplaması gerekirdi; ve kurulan bu ilişkilerin sadece etkinlikleri finanse eden para kaynağı olmasında öte, tüm bu insanların devam etmekte olan yerel kutlama, eğitim ve ajitasyon faaliyetlerine de katılmış olmaları beklenirdi. Eğer tüm bunlar yapılmış olsaydı şu an nerede olacağımızı bir düşünün. İlerici amaçlar için ayda $25 milyon para akışı sağlanabilirdi -ya da muntazam bir büyümeyle daha da fazla- ve milyonlarca insan süregiden bir taban varlığı ve baskısının inşa edilmesi işinin içerisinde aktif olarak yer alabilirlerdi, artı insanların, ekonomiden ekolojiye, teröre karşı savaştan hanehalkı sorunlarına kadar herşey hakkında konuşabilecekleri sürekli kendini yenileyen bir karşı politika ve program ortaya konabilirdi. Eğer bunu denemiş olsaydık mutlaka bunların hepsini başarırmıydık? Muhtemelen hayır, yeteri kadar iyi yapacağımızdan şüphe duyarım.

Bu ülkenin geleceğine ilşkin en büyük umudunuz nedir?

Kısa vadede, Bush yönetiminin saçtığı korkuları önlemeyi ve gerisin geriye döndürmeyi; savaşı zapetmeyi, ulusötesi şirket küresellemesini sınırlandırmayı ve sonra da söküp atmayı, ırkçılık ve cinsiyetçiliği yerinden etmeye devam etmeyi, çalışan insanların ve yoksulların talihini düzeltebilmeyi umut ediyorum.

En büyük korkunuz?

Hakkında düşünmediğim bir konu bu.

Binlerce ilerici meseleye yeni uyanmakta olan, birşeyler yapmak zorunda hisseden ama özellikle mevcut politik iklim altında kendini bastıran insanlara ne tavsiye edebilirsiniz?

Dünyayı olduğu gibi görmek çok önemlidir. Ama onu abartır ve de kendimizi karşımıza çıkardığı engeller içerisinde hapsedersek bundan pozitif birşey çıkmaz. İlgilendiğiniz spor dallarından birinde-basketbol, beyzbol, futbol vs.- faaliyet gösteren bir profesyonel takımı düşünün. Eğer takım rakiplerini yanlış bir şekilde değerlendiriyorsa vahim hatalar yapacak ve kaybedecek demektir; onları oldukları gibi görmek zorunda. Ama eğer takım sızlanıyor ve rakiplerinin gücü hakkında dert yanıyorsa yine hezimete uğramaya mahkum olacaktır. Toplumu daha iyiye doğru değiştirmek mücadeleyi gerektirir. Kuşkusuz bunun başarımızı istemeyen çok sayıda rakibin olduğu bir müsabakadan ziyade herkesin biribirinin başarısını arzuladığı ortak bir girişim olmasını yeğleriz. Ama toplumsal mücadelenin oyun sahasına bakıp sonra da umudu kesemeyiz çünkü yapılacak çok şey var veya kendi kendini çekiştiren bir kafa yapısına sahip olduğumuzdan herhangi bir girişimde karşımıza çıkacak olandan daha fazla aşılması gereken engel var. Eğer daha iyi bir dünya olacaksa başarmaktan başka şansımız yok.

Başa dön
Nach oben