Mart 2004 / März 2004

Başka bir Sosyal Forum Mümkün Mü?

Ercüment Çelik

Dünya Sosyal Forumu (DSF) dördüncü kez 16 – 21 Ocak tarihleri arasında Mumbai’de toplandı. Forum paneller, konferanslar ve çeşitli etkinliklerle dolu dolu geçti. Militarizm, savaş ve barış, medya, doğal kaynakların kontrolü, kadınlara yapılan baskı; ırk, dil, din, etnik kimlik, sınıf ayrımcılığı; finans, kalkınma ve çevre üzerine birçok oturum gerçekleşti. ‘başka bir dünya mümkün’ sloganının yinelendiği forumun açılış konuşmasında Arundhati Roy’un direniş stratejileri üretme çağrısı ne yazık ki havada kaldı. Yine Mumbai’de aynı tarihlerde düzenlenen Mumbai Direnişi de ‘Başka bir sosyal forum mümkün’ düşüncesini ileri sürdü.

Bu seneki sosyal forumun göze çarpan yanı, mülksüzlerin, yoksulların, çiftçilerin, marjinalleştirilmiş kesimlerin katılımının hakim olmasıydı. 80 bin kişinin katıldığı forumda katılımcıların çoğu Hindistan’dandı. Porto Allegre’nin akademik özelliğinin aksine Mumbai’de bu kesimlerin varlığı bu seneki sosyal foruma rengini verdi.

Forumun en önemli konuşmalarından birisi olan Arundhati Roy’un açılış konuşması bugünkü emperyalizmin karakterini anlamakta ve direnişin yönünü göstermekte oldukça etkiliydi. Tek bir imparatorluğun ekonomik ve askeri hegemonyasının tüm insanlığa hükmetmeye yöneldiği bugünlerde Irak’a yapılan saldırının her şeyi gün ışığına çıkardığını belirten Roy, emperyalizme direnişin öncelikli hamlesinin bugün Irak’a karşı yapılan müdahaleye karşı çıkmak olduğunu söyledi. Bu savaştan çıkarı olan monopollerin tüm dünyada şubelerinin, yaptıkları işlerin protesto edilmesi ve faaliyetlerini durdurmalarının sağlanması için her ülkede eylemler düzenlenmesini önerdi. Açık bir starteji oluşturmak için apaçık isimlerin belirlenmesi gerektiğini söyledi. Gerçek hedeflere yönelmek, gerçek hasarlar vermek ve zafer kazanmadıkça emperyalizme karşı olmanın hiçbir anlam ifade etmeyeceğini ve kendimizi savaşın içinde saymamız gerektiğini vurguladı. Dünya Sosyal Forumu’nun daha açılış konuşmasında belirtilmesine rağmen yapılan eleştiriler bir kere daha doğrulandı ve direniş stratejisi girişimi göz ardı edildi.

Dünya Sosyal Forumu’nun Mumbai’de yapılması bir başka özelliği de beraberinde getirdi. Hindistan’ın kendi içindeki sorunlar yoğun bir şekilde gündeme geldi. Bu sorunların sorumluları da forumda yer aldı ceremesini çekenler de. Sarovar Barajı’nın yapımından sorumlu Maharahtra Bölgesi’nin başkanı Sushilkumar Shinde de forumdaydı, köylerinden ve topraklarından uzaklaştırılan binlerce çiftçi de. Mahatma Gandhi üzerine konuşan Madhya Pradesh Bölgesi Başkanı Digvijay Singh ise Narmada Vadisinden gelen yüzlerce katılımcı tarafından protesto edildi. Bölgede su kaynaklarının özelleştirilmesinden ve insanlara karşı şiddet kullanılmasından sorumlu bir kişi konuşmacı olarak forumda yer alabildi. Tıpkı Dünya Bankası eski başkanı Stiglitz gibi.

Bir başka konu da Gujarat’ta dini azınlıklara uygulanan şiddetti. Nobel ödüllü Shirin Ebadi bu baskıları kınadı. Keşmir’de 1989’dan beri 80 bin kişinin öldürülmesi ve bunların çoğunluğunun Müslüman olması Hindistan’a tepkileri yoğunlaştırdı.

Toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri üzerine yapılan bir oturumda yine Arundhati Roy Batı’nın bozulmuş bir feminizm söylemini savaşı meşrulaştırmak için kullandığını gündeme getirdi. ABD’nin kadın karşıtı İslami metni öne sürerek Afganistan’a yaptığı saldırıyı nasıl meşrulaştırdığını anlattı.

Tarımsal kesimlerin yoğun olarak katıldığı sosyal forumda elbette ki tarım üzerine yapılan oturumlar etkili oldu. ‘Toprak, Gıda ve Su Egemenliği’ konferansında Dünya Ticaret Örgütü’nün gıda ve tarım sektöründen elini çekmesi gerektiği vurgulandı. Doğal kaynakların sömürülmesi şiddetle eleştirildi.

Liberalleşen dünyaya sendikaların tepkisi forumda Güney Afrika’dan gelen temsilcilerle özdeşlesti. Çünkü forumun açılış konuşması için Nelson Mandela’nın da davet edilmesini Afrikalı temsilciler önlemişti. Özelleştirme ve ekonominin liberalleştirilmesi sürecinin ANC tarafından Güney Afrika’da yürütülmesi ve Güney Afrika Komünist Partisi’nin de buna ortak olması sendikacılar tarafından ağır eleştirildi.

Dünya Sosyal Forumu’nu eleştirerek alternatif bir forum oluşturan MR 2004 (Mumbai Resistance) 250 organizasyonun bir araya gelmesiyle gerçekleşti. DSF’nin sınırlarının ötesine geçerek mevcut küreselleşme ve savaş karşıtı hareketlerin militan gelenekleriyle devamlılık sağlayan ‘örgütlü bir direniş’ oluşturmak amacında olan MR 2004, DSF’nin amorf sloganı yerine somut bir alternatif sosyo – ekonomik yapı ileri sürmek amacındaydı. Program, hakiki bir sosyalist düzene yönelik olmalıydı. MR 2004’ün kurucuları arasında önemli çiftçi birliklerinden Bharatiya Kisan Birliği ve Karnataka Rajya Raitha Sangha da vardı. Hindistan’ın serbest ticaret bölgelerinden birçok sendikanın ve Filipinler’den birkaç örgütün katılımıyla gerçekleşen MR 2004, ‘direniş’, ‘devrim’ ve ‘anti–emperyalizm’ kavramlarını merkezine koydu. DSF’de işlenen konuların hemen hemen aynıları bu çerçevede ele alındı.

MR 2004’ün DSF eleştirisi STK’ların hakimiyeti üzerine yoğunlaştı. STK’laşma sürecinin DSF’de de gerçekleştiğini ileri süren MR 2004, başka birçok cepheden gelen eleştiriler gibi, DSF’nin finansının Ford kuruluşu, Oxfam, Action Aid gibi STK’lar tarafından sağlanmasını kabul edilemez görüyor. Ama buradaki can alıcı nokta STK’lara bakış açısı. STK’lar sanayileşmiş dünyanın resmi kalkınma hizmeti için kullanılan kanallardır. DSF sisteme gerçek bir karşı duruş değil, anti–emperyalist mücadelede küreselleşme ve onun getirdiği hoşnutsuzluklar için bir güvenlik sübabıdır. MR 2004’ün Dünya Bankası’nın hazırladığı bir belgeden aktardığı üzere, Dünya Bankası, DSF’ye katılan birçok organizasyonun hala uluslar arası politika ve finans kurumları ile yapıcı bir diyaloğu kabul etmedikleri için teessüf etmektedir. Dünya Bankası 2002’de Porto Allegre’de konuşma hakkı istemiş ve bu hakkı alamamıştı. Bütün bu durumun, DSF 2004’de değişmesini ummaktadır. Dünya Bankası, DSF’nin ekonomik küreselleşmenin hızını ve genişliğini onlara somut, alternatif bakış ve politikalar getirerek etkileyeceği ümidi içerisindedir. DSF’nin sistemi içeriden reforme etmek için küreselleşmenin misyonerlerine açık olması bu anlamda düşündürücüdür.

DSF kürselleşmenin negatif etkilerini yaşayan her kesime kapı açmakta ve konuşma, tartışma fırsatı vermektedir. Farklı deneyimlerin paylaşılması ve anti emperyalist direnişin gündeme gelmesi anlamında önem teşkil etmektedir. Daha çok genç olduğundan dolayı bir direnis stratejisi geliştiremediği ve zamana ihtiyaç olduğu düşüncesi tatmin edici değildir. Zamanla arzulanan noktaya gelmesi herkesin temennisidir. Ama barındırdığı temel çelişkiler akılda tutulmalıdır. MR 2004 ise ‘küreselleşme’ yerine ‘emperyalizm’ vurgusu yapması açısından önemli bir noktayı işaret etmekte ve radikal bir alternatif forum oluşturmaktadır. Marjinal kalmış olması bir dezavantaj olmakla birlikte, devamının gelmesi ve emperyalist sistemi doğrudan hedef alan bir yapının ortaya çıkması açısından bir başlangıç teşkil edebilir. Yeni emperyalizm, icraatlarını sürdürmektedir. Anti-emperyalistler ise yeni silahlarını kuşanmalıdırlar.