Nisan 2004 / April 2004
“Sanatın olduğu yerde kimlikler, seviyeler ve rütbeler kalkar”
Yapımcı ve yönetmen Reis Çelik ile festival ve sanat üzerine konuştuk.
Murat Çakır
Reis, Nürnberg Türkiye / Almanya Film Festivali’ne seçici kurul üyesi olarak katıldın. Seni “Hoşçakal Yarın” ile tanıdık. Yeni bir çalışman ile de kamuoyunun ilgisini çektin. Televizyonlardan izlediğimiz kadarıyla “İnat Hikâyeleri”nin galasını donmuş Çıldır gölü üzerinde, kardan yapılmış bir beyazperdede filmi göstererek yaptın. Tuncel Kurtiz’in başrolünü oynadığı bu uzun metraj filmi yapmak aklına nereden geldi?
Adı üstünde, inat olduğu için böyle bir filmi çekmeye biz de inat ettik. Tuncel Kurtiz ile öteden beri böyle bir hayal peşindeydik ikimiz. Ben Ardahan’lıyım. Oralarda inat üzerine ya da herhangi bir sözden yola çıkılarak çok uzun hikâyeler anlatılır, doğaçlama yapılır. Zaten bugün bütün kültürlerde hikâyeleri halklar yaratmadı mı? Ben de onlara saygıdan dolayı halen daha inatla ayakta duran, inatla kültürlerini, bu renklerini koruyan o insanlara saygıdan dolayı biz de inatla böyle bir yöntemi sinemaya taşıyabilir miyiz dedik. Ve inat ettik, iki kişi, Kurtiz ile ben birlikte Ardahan’a gittik. Donmuş Çıldır gölü üzerinde köylülerle inat sözcüğünden yolan çıkarak uzun metrajlı bir film çektik. Çok keyifli hikâyeler çıktı ortaya. Sonra onlara söz verdim, bu film bittiğinde seyrederiz diye. Onlar şöyle diyorlardı: “Hep gelinir, bize güzel şeyler söylenir, politikacılar gibi gidince unutulur.” Bu benim ağrıma gitti. Evet, doğrudur, o insanlar hep unutuldular, hep bir kenara atıldılar. Hep iyi vakitlerde sarılındı onlara, ama onlara sarılanlar, unuttular onları sonradan. Biz sözümüzü yerine getireceğiz, merak etmeyin dedik. Ama, dediler, burada sinema yok, yani sözünü yerine getirsen kaç yazar. Buna da çare buluruz dedik. Sonra gittim Çıldır gölünün üzerine kardan beyazperde yaptım. Kocaman bir perde yaptık. Projektörü götürdük, burada kardan beyazperdenin üzerine görüntüyü yansıttık. Yanda kazanlar kaynadı, pilavlar pişti. Davul ile zurna ile köylülerle filmi hep beraber izledik. Böylece biz inadımızı yerine getirmiş olduk.
Gerçekten de bu çalışma filmin hikâyesine de çok uyuyor. Nürnberg Film Festivali’nde özel bir gösterimle seyircilere sunuldu. Ne zaman sinemalara gelecek ve Almanya’da da gösterime girecek mi?
Film Türkiye’de sinemalarda oynamaya başladı. Almanya’daki sinemalarda ne zaman gösterime gireceğine dair net bir takvim yok. Ya Mayıs’ta oynama ihtimali olabilir, ya da sezonu bekleyip Ekim’de vizyona sokabiliriz.
Uzun bir zamandan beri Nürnberg’de düzenlenen festival etkinliklerine destek çıkıyorsun, bu konuda bir çok katkın da oldu. Biraz da bu yılki festivale değinelim. Hem belgesel ve kısa filmler yarışmasında seçici kurul üyesisin, hem de festivalin diğer çalışmalarını yakından izledin. Bu yılki festivali nasıl buldun?
Doğrusunu söylersek, bu yılki festivali şimdiye kadar yapılanlardan biraz daha ilerlemiş, daa profesyonel buldum. Hem daha da anlamlı bir yapı kazanmış. Çünkü Almanya / Türkiye Sinema Günleri adı altında formata dönüşmüş. Bu gerçekten de güzel bir yaklaşım. Benim için de çok güzel olmaya başladı. Niye dersen, yaklaşık kırk yıldır Almanya / Türkiye ortaklığı oluşuyor Avrupa’da. Yani Türk nüfusu Anadolu’dan buraya geliyor, burada çalışıyor. Almanya’dan Türkiye’ye yerleşen insanların sayısı artıyor, evlilikler oluyor, ortaklıklar oluyor ve Almanya’dayeni tür bir sinema oluşmaya başlıyor. Göçmen kökenli insanların, özellikle Türkiye kökenli insanların sineması. Ortak yşamlar oluşmaya başladı. Beim “İnat Hikâyeleri” de bir Almanya / Türkiye ortak yapımıdır. Bu, kültürel alanda da çok daha fazla destekleyici şeyler yapmamızı gerekli kılan bir gösterge oldu. Türkiye / Almanya Film Festivali’nde filmleri seyrederken bir de baktık ki, biz kültürel olarak zaten bir araya gelmişiz. Bir ayrıcalık kalmamış. Her Alman filminde mutlaka bir Türkiye öğesi var, her Türkiye filminde de Almanya öğesi. Hatta benim filmimde ortaklığın ötesnde bir bağlantı var. Bizim oralarda Alman köyleri var, filmdeki karakterlerden birisi de Alaman Kayser’dir. Zaten dünyayı brışa götürecek, keyifli hale dönüştürecek olan şey de kültür elçilikleridir. Onlar birleşince, arkasından güzellikler gelecektir. Bu çerçevede festivali çok başarılı buldum.
Filmlerinde siyasi boyutu da ele alan bir yönetmensin. Hatta demokratikleşme konusunda hayli angajmanın da var. Türkiye’nin şu an içinde bulunduğu ortamda, AB tartışmalarından bahsetmiyorum, Türkiye’nin içinde bulundğu demokratikleşme, insan hakları durumuyla ilgili olarak, film sanatının bu gelişmeye, toplumsal dinamiklerin gelişmesine yönelik ne gibi katkıları olabilir ve Türkiye’de çekilen filmler bunun için yeterli olabiliyorlar mı?
Bence sanat kavramı, iki yönüyle incelenirse yapısı doğru yere oturtulur. Biri; sanat çağın sesidir, çağın rengidir, çağa tanıktır. Yani bugün yaptığımız bir film, bugünün gerçek tarihini anlatan bir yapıya sahiptir. O yalancı tarih değildir. Örneğin 1960larda İstanbul’da çekilmiş bir İstanbul filminin sokaklarında yalancılık yoktur, gerçektir. Hikâye belki absürd olabilir, ama gerçekleri verir. Sinema böyle bir şeydir. Bu anlamıyla sanat acılara ve tatlılara hep tanıklık eder. Etmesi de gerekir bana göre. O yüzden de benim yaptığım filmlerde mutlaka ülkemizde yaşanan politik süreçleri anlatan bazı kesitler vardır.
Ayrıca sanatın başka bir özelliği de, sanatın başladığı yerde, dünyanın neresinde olursa olsun, kimlikler, seviyeler, koltuklar, rütbeler hepsi sökülür, sadece sanat başlar. İnsanlar bir çatı altında, bir arada bütün renkleri ortak izlemeye başlarlar, bu da dünyada oluşabilecek en güzel barış ortamıdır, barış rengidir. Sanatın bu iki işlevi ön plana çıktığı zaman, sanat gerçek yerini bulur. Ama sanatı sadece bir emtia olarak kullanırsanız, sanatı sadece para kazanma makinesi olarak kullanırsanız, sanat bugün bir çok örneğini gördüğümüz vahşi kapitalizmin acımasız bir silahı haine gelir. Onunda karşısında olmak gerekiyor.
Vaktini bize ayırdığın için teşekkür ederim.