Nisan 2004 / April 2004

JNU'muz Okulumuz, Yamunamız, Yurdumuz!

Talin Sucuyan

Hindistan bir mücadeleler cenneti; çoğunluk için hayatta kalmak bir mücadele öncelikle, günlük hayatla mücadele, kaosla barışma, kaosla birlikte yaşamayı öğrenme... Kilit, kontrol, alakarma tuvaletler, kırmızı toz, sebze olmayan yumurta...

(Yeni Delhi) - Afilli küreselleşme mastırımızın son okulu Jawaharlal Nehru Üniversitesi'ne (JNU) vardık sonunda.

Bir yıldır Hindistan, okul, yurt ve genel şartlar hakkında her fırsatta bizleri bilgilendiren, verdiği bilgileri belirli aralıklarla tekrarlayarak, pisikolocik hazırlık sürecini sistematik bir şekilde sürdüren hocalarımızın ve bir önceki dönemden arkadaşlarımızın söyledikleri kulaklarımızda uğuldayarak nihayet geldik, gördük ve ayvayı yemediğimizi anladık.

JNU Hindistan'ın sosyal bilimlerde en önde gelen üniversitesi, kimileri Asya kıtasının en iyisi olduğunu dahi söylüyor. Harçları çok düşük ve öğrenciler daha çok dar gelirli ailelerden ve kırsaldan geliyor.

JNU, tutunmak için okumak zorunda olanlara kaliteli bir öğrenim, prestijli bir diploma vaat ediyor. Ama tabi insan kayıt olmak için o bina senin bu bina benim dolaşırken aslında koşulların pek de parlak olmadığını görüyor. Gerçi bu koşullar Hindistan'ın geneline hakim olan 'gelişmesiengellenmişlik' koşullarından başka bir şey değil.

Kayıtlar ülke tanımanın yolu

Kayıt işlemlerinin bir ülke ile tanışmanın en iyi alıştırmalarından biri olduğunu söylersem inanın, her kayıt bir profil. Aynen bizdeki gibi bir bürokrasi bir bürokrasi. Bu bürokrasi işi anavatanında bir matah bir halt mıydı ki, gurbette iyi bir şey olaydı?

İnsanlara zorla yok sömürgecilikle yok bilimle ite kaka bürokrasiydi, ıvırdı kıvırdı öğretirseniz olacağı budur. Hintliler kendi kendilerine pek güzel yollar bulabilirdi bence, üstelik kendi yolları olduğu için bu kadar güdük de olmazdı.

Altı tane form, birbirine iliştirilmiş, hepsinin rengi farklı ama doldurulması gereken yerler aynı. Yani aynı formun değişik renklerinden bir buketi dolduruyorsunuz, her bir forma tıpa tıp aynı şeyi yazaraktan.

Farklı renklerde çünkü farklı yerlere verilecek. Ne pratik değil mi? Fotokopi yerine farkı renkli kağıtlar, ne yazık ki ortak olan bir tek tarafları f ve k harfleri. Sonra her biri verildiği yere damgalatılıp, imzalatılıyor tahmin edebileceğiniz üzere. Bu işlemin yerine getirilebilmesi için bu işi yapacak memurun orada olması gerek.

Oysa genellikle 'kısa bir mola' vermiş olduklarını gidince anlıyorsunuz . O kadar kısa olabiliyor ki, kırk dakikaya kadar bekleyebiliyorsunuz. Beklediniz ama bitti sanmayın, belki de bir şeyi eksik yaptınız, şu karşı odaya gidin diyor, orada aslında işiniz olmadığını anlayıp geri gelene kadar memur yine bir kısa mola vermiş olabiliyor.

Sakin olun, Hindistan saati işliyor. Mesainin bitişine beş dakika kala kimseleri bulamayacağınızı emin olabilirsiniz.

Alakarma Tuvaletler

Diyelim bütün bu işlemleri yaparken sıkıştınız, insanlık hali tuvalet arayışına geçtiniz. İşte size yeni bir macera. Bir tuvalet güzellemesi yazacağım bu programın sonunda, bir şiiri valizime bir tanesini de anahtarlara ve kilitlere atfettikten sonra...

Okulumuzun tuvaletleri pek bir orijinal, görür görmez 'hah işte dedim, bizim memlekete de bunlardan lazım'. Hintlilere kalsaydı bürokrasiyi de böyle yaratıcı bir şekilde evireceklerine hiç şüphem yoktu. Aslında alafranga tuvaletmiş gibi duruyor ilk bakışta. Alafranga, frenk usulü, 'evropa' tuvalet.

Ama hayır! Bu alafranga tuvaletin yanları aynen alaturka tuvalet gibi ayak konacak şekilde geniş, enine doğru çizgili. Yani isterseniz alafranga olarak kullanıyorsunuz, isterseniz kuş misali üstüne tüneyip öyle şettiriyorsunuz!

Kabul edin çok yaratıcı bir çözüm. Tabi ben kulunuz için böyle karışımları bir anda algılamak pek kolay olmuyor, şöyle bir baktım, ne ola ki bu diyerekten, jeton düştükten sonra alakarma tuvalete bakarak sıkı bir kahkaha attım.

İşte bakın, orijinal bir Hint işi görünce insanın gözü gönlü açılıyor, kağıtlardan, damgalardan oluşan dünyası renkleniyor. Bu olumlu ruh hali içinde, doğru renkleri doğru yerlere verdinizse, yurdunuza yerleşebilirsiniz.

Yurdumuz, biricik yurdumuz. Yeni Delhi'nin içinden geçen daha doğrusu bir zamanlar geçmekte olan Yamuna nehrinin adı verilmiş yurdumuza. Anıt mezar yerine, anıt yurt. Neyse, ortalama sekiz- on metrekarelik odamızı aldık bizden iyisi yok.

Millet sırada bekliyormuş yer açılsın da bu yurtta kalabilsin diye. Oysa yurt sorumlusu kabul ediyor, 'yurdumuzun odalarının yüzde ellisi dezavantajlı odalardır, ya tuvalete bakar, ya banyonun bitişiğindedir duvarı su almıştır, ya güneş görmez, ya kanalizasyona yakındır ya mutfağa...' Liste böyle uzayıp gidiyor ama ödememiz gereken yurt parası bütün bunlara rağmen diğer yurtların ücretlerinden daha fazladır. Neden diye sormayın, burası uluslararası kazların çoğunlukta olduğu bir yurt da ondan!

Söylenmemeyi öğrenmek lazım.

Kırmızı toz!

Freiburg'da göl, Durban'da liman manzaralı oda derken ilahi adalet gül yüzünü gösterdi ve Yamuna Hostel'deki tuvalet deliği manzaralı odama geçtim. Odayı teslim alır almaz hemen kolları sıvayıp bir temizliğe girişeyim dedim.

Demesine dedim ama, oda öyle temizlenecek gibi değil. Toz duman kir, pas, örümcek ağları. İlk birkaç denemeden sonra gece vakti beceremeyeceğime karar vererek vazgeçtim, sabahı bekleyecektim, insanın içi kararıyordu gece gece canhıraş temizlik işinden. Nitekim sabah oldu, hayır oldu, iyice bir temizledim, iki saat. Ömrümde ne bu kadar toz gördüm ne de bu cins toz.

Kırmızı toz! Kiremit tozu gibi her yer!! Oda diye verilen şey, tam anlamıyla sadece oda. Ek olarak kahverengi metalden bir kitaplıkvari şey var ki, üstüne kitap konup kitaplık olarak kullanılmaması uyarısı asılmış panoya, bir mühendislik hatası yüzünden kitaplık diye yapılan kitaplıklar yatağın üstüne düşüveriyormuş hani öldünüz öldünüz sorumlu değiliz uyarıyoruz diyorlar.

Sonra bir somya, üzerine döşek konabilecek, bir masa ve bir gömme gardırop. Daha ne istiyorsun desenize, bir kapı ve pencere de var. Meğer erkeklerin yurtlarında o da yokmuş. Ercü'nün penceresinde cam bile yokmuş, masa sandalye hak getire! Yani aslında sevinmemiz lazımmış.

Hem de üstelik doğanın sunduğu binbir çeşit canlı, dost, arkadaş da eşlik insana odasında. Mesela, bir adet kırmızı kertenkelenin odama renk katması ne hoş bir görüntü yarattı açık sarı duvarımın üzerinde...Hele o örümcekler, daha dün sildiğim tavanda nereden türediğini çözemediğim eşek kadar örümcek!?

Tabi kırmızı hamam böceklerini unutmayalım lütfen! Açık bulduğu camdan ve kapıdan içeri girmeye çalışan kediler... Ayrıcaaaa bin bir çeşit sinek! Koyduğumuz bütün sineksavarlara rağmen her tarafımızı kabartan sinekler. Bir de geçenlerde keşfettiğim kedi benzeri upuzun kuyruklu cam gözlü hayvan. Burası orman içi bir kampüs olduğundan her türlü hayvan var, tavus kuşları bile dolaşıyor kapımızın önünde daha ne isteriz?

Kilit, kontrol vs.

Ortada bir avlu etrafında odaların yerleştirildiği, kare şekilli bir yurt Yamuna. En ilginci kapıları kilitleme şekli. Önce sürmeli demiri itip sonra o demirin aşağı doğru olan çıkıntısını asma kilit geçirebileceğiniz bir şekilde başka bir demire sabitliyorsunuz.

Okulda ve tüm yurtlarda sistem bu. Kilitleme şeklinin nasıl bir kontrol mekanizması olduğuna bakın! Bir defa odada olup olmadığınızı gizlemek gibi bir şansınız yok. Odadaysanız kapının üzerinde kilit olmayacaktır, sürgü de açık olacaktır, kapı içerden bir diğer sürgüyle kapatılacaktır çünkü.

Asma kilit üstündeyse zaten yoksunuz demek. Sürgü itilmiş ve kilit takılmamışsa yakında bir yerdesiniz geleceksiniz demektir. Bu arada eğer birisi şaka yapıp sizi odanıza kilitlemek isterse ve şak diye sürgüyü itiverse dışarıdan işiniz bitmiş demektir.

Ama herhalde burada böyle, birbirine bubi tuzağı kurma cinsinden şakalar yapmıyorlar. Sonra odanın sigortaları da kapının dışında. Aynı şekilde sigortanızın da kontrolü dışarıdakilerin elinde. Tabi bendeki bu kontrol ve kilit takıntısı Güney Afrika'dan, hafiften paranoyak olmuşum zahir.

Sebze olmayan = Yumurta

Yurtta yemekhane de var. Üç öğün yemek ve İngiliz çay saatinde çay ikramı var, tabi sütlü. Yine de yemek var diye o kadar sevinmemek lazımmış. Sabah, öğle ve akşam patates varyasyonları çıkan bir mönüyle karşılaşıyorsunuz daha çok, hepsinin ortak paydası masala. Acı, bol baharlı kırmızı toz.

Bir de haftada üç öğün 'non -veg' (sebze olmayan) veriyoruz demiyorlar mı? Sebze olmayan dedikleri bir öğün tavuk, iki öğün yumurta! Yumurtayı et niyetine yutturmak derdindeler anlayacağınız.

Ha bir de ayar oluyor insan, eğer sebze olmayan, yani yumurta veya tavuk almışsanız o zaman tatlı alamıyorsunuz, tatlı yemek için vejetaryen olmanız lazım, adamlar açık açık söylüyor, vejetaryen olmayana tatlı yok kardeşim işine gelirse..

Bu yemek mevzuu bayağı bir olay yarattı. Nitekim uluslararası öğrencilerin çoğunlukta olduğu bir yurtta her gün masalalı patates, mercimek ve pirinç yemekten mide bağırsak sistemleri iflas etmişti milletin. Sonunda Taylandlı öğrenciler isyan edip dekanlığı dilekçe yağmuruna tutunca işler kızıştı.

Bir baktık yemeklerimizi getiren şirketin sorumlusu bizle buluşup yeni mönü hazırlığına geçmiş. Tam bir komedi. Taylandlı öğrenciler isyan ediyor, 'beyaz ekmek yiyemiyoruuuuz, bize kara ekmek!', 'kızartmaların yağını gazete kağıdına emdirmeyiiiiin' o zaman diyor, kendi peçetenizi getirirsiniz. Tamam diyor kızlar, bu arada bütün bunlar not alınıyor.

Hemen ekliyorum, 'kahvaltıda sütsüz çayyyyy'. Anlamsız bakışlar. Senden başka isteyen var mı diye soruyor, kimseden ses yok, reddedildi! Ah şu çoğunluk olayı yok mu...Nerede olsak aynı bela...Neyse çeke çekiştire en azından yeyip hasta olunmayacak bir mönüye ikna ediyoruz ketıringcimizi. Niye ikna olmasın ki, şimdi üç öğün haşlanmış, yağsız tuzsuz sebze veriyor... Şahdık şahbaz olduk yani!

Yamuna Messenger!

Yamunamızın müthiş bir mesaj iletme servisi var. Adı Messenger! Haha, yahoonuzun, hotmailinizin messengerına benzemez kendisi. Nevi şahsına münhasır pek özel bir şahsiyet!

Öyle anında ileti gönderemezsiniz, anı, saniyeyi, dakikayı geçer mesajın gelmesi ama sesi kuvvetlidir alimallah her yerlere yetişir! Şimdi şöyle işliyor: Messenger iki işe yarıyor. Birincisi; erkeklerin giremediği yurdumuza erkek misafir gelmişse, misafir, görmek istediği hatun kişinin blok ve oda numarasını söylüyor Messengera, o da bir koşu bloğa gidip avazı çıktığı kadar bağırıyor.

Amma hakikaten Allah ne verdiyse bağırıyor. İkinci bir işlevi ise, bahçede derme çatma bir sıranın üzerinde duran kırmızı telefona bakmak. Telefon deyip geçmeyin koskoca gülle gibi bir alet, herhalde zamanında çok karizmatik bir telefondu. Neyse, messengerın görevi telefona cevap verip, arayanın kaç numaralı odayı aradığını anlayıp sonra yine gereken bloğa koşup, bağırmak.

Numaraları doğru anlarsa hiç problem yok, zira İngilizceyle tek bildiği numaralar. Zaten Messenger'ımızın üstün kabiliyetinin farkında olan herkes, aranacağı saati bilip gidip telefonun başında bekliyor. Bu telefondan arama yapılamıyor, sadece siz aranabiliyorsunuz.

Biz de özelleştirilmiş Messenger servisimize para ödüyoruz, daha doğrusu o kırmızı telefon orada duruyor diye biz para ödüyoruz. Yine de çok otantik ve kültürik bir deneyim olduğunu düşünerek, teknoloji, İnternet, network metwork çağında olduğumuzu söyleyenlere ya da hayatlarının büyük kısmını o çağda geçirenlere yahoodan, hotmailden sonra bir de bizim messenger'ı kullanmalarını hararetle tavsiye ederim, insanın gerçek hayatla bağının çok gerçekçi şekilde kurulduğu nadir deneyimlerden biri olsa gerek sanal alemlerden geri gelemeyenler için.

'Manuel Laundry'

Kapımızın önünde de çamaşırhane var dersem, yok canım bu kadar organize de olunmaz diyerek şaşırırsınız tabi. Yurdun duvarının dibinde, üstü tahta bir tenteyle kaplı bir tezgahta bir kadın perdelerinizi pantolonlarınızı kova kova sularda yıkayıp ağaçla tentesi arasına gerdiği çamaşır ipine asıveriyor.

Daha sonra içine ot doldurup yaktığı ütüsüyle ütülüyor bir güzel. Daha iyisi can sağılığı diyenler veriyorlar 'manuel laundry'e yıkanıyor anında kapınızın önünde, gözünüzün önünde. 'Yok, ben beyazları acelerim, doldurur kovalara çitilerim, kazakları pervollerim' diyenleri de tutan yok elbette.

Yamuna tam anlamıyla az gelişmiş ülke koşullarının bir prototipi aslında. Günlük hayatı idame ettirmenin asgari koşullarını sunuyor öğrencilere. Bu koşullar da ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullara paralel tabi ki.

Batılıların çoğunun bu koşulları algılama ve yaşama şekli ne yazık ki bir turist yaklaşımını aşamıyor. Kırgız bir öğrenci Batılı öğrencilerin ilk geldikleri günden itibaren gülücükler saçarak yemekhaneye geldiklerine ne kadar şaşırdığını anlatıyor, kendisi ilk geldiğinde bir ay boyunca nasıl idare edeceğini düşündüğünü kendince yöntemler geliştirdiğini söylüyor.

Batılılara göre her şey tamamen kültürel bir deneyimden ibaret, çünkü onlar kendilerine çok uzak olan bir dünyanın çeperine dokunarak, tadına bakma kıvamında deniyorlar gerçekten de, kendi 'medeniyetlerinin' bu dev ülkeyi bugünkü azgelişmişliğine hapsetmiş olması çok eskilerde kalmış bir tarih masalı.

Onlar için, mistisizmin, tinselliğin, yoganın, ayurvedanın, ne bileyim meditasyonun binbir çeşidinin, nirvanaya giden çetrefilli yolların kısa adı Hindistan.

Rasyonellik uğruna yüreğinden vazgeçmiş Batılılar bu deneyimler cennetinde, yüzlerinde koskoca bir sırıtışla kendilerini arıyorlar.

Ne de olsa, su akmazsa onlar en yakındaki beş yıldızlı otelin havuzunu kullanıp kendi ülkelerinde ödedikleri fiyatın yarısını ödeyerek, hem havuza girer hem duş alır hem masaj yaptırabilirler.

Oradan çıkıp Tayland restoranında yemek yiyip kendilerini sınıf atlamış hissedebilirler ve hatta lokantadan çıkana kadar Hindistan'da olduklarını unutabilirler bile...Eh bu durumda siz olsanız Yamunamızın koşullarını kültürik, turistik bir deneyim olarak algılamaz da ne yaparsınız?

Hindistan bir mücadeleler cenneti; nüfusun büyük çoğunluğu için hayatta kalmak bir mücadele öncelikle, günlük hayatla mücadele, kaosla barışma, kaosla birlikte yaşamayı öğrenme...Yaratıcılıkla, çözüm üretmenin kıvraklığının açmazların tam göbeğine oturduğu bir memleket Hindistan, kendi içindeki bağları koparmamış olanlara...

Kaynak: bianet.org