Kasım 2003 / November 2003

Sinemada Etik ve Estetik Konusu

Engin Ayça

Sinema, tarihinin yeni bir aşamasının bir ara dönemini, bir geçiş dönemini yaşıyor. Bunun yolunu açan da gene bir teknolojik gelişme. Elektronik teknolojisinin film üretim ve iletim alanına girmesi ve ağırlığını giderek arttırması, sinemada yeni bir dönemin başlangıcı olarak kabul edilmelidir. Eğer sinemada, gerçekten, bir dönüşümün ara dönemindeysek, sinemaya artık bu açıdan bakmaya başlamak gerekir. Buna göre sinemanın geçmişi değerlendirilir, geleceği düşünülebilir...

Bu yeni durum, sinema alanında birçok kabul görmüş değerlendirmenin, tanımın, kavramın yeniden tanımlanmasını, kavramlaştırılmasını da gerekli kılmaktadır... Sinemada ve özelde belgesel sinemada etik ve estetik konusu da yeni dönemde, geçmişin devamı olan ‘şimdi’ye göre farklı boyutlar içermeye başlayabilir... Genel sanat çerçevesi içinde özel bir alan olarak sinema alanı vardır ve bunun içinde de daha özel bir alan olarak belgesel sinema bulunmaktadır. Etik ve estetik konusu da aynı şekilde ele alınabilir. Genel etik ve estetik konusu içinde gene genel bir sanat etiği, estetiği, bunun içinde de özel sinema etiği ve estetiği ve daha özel de belgesel sinema etiği ve estetiği düşünülebilir... Genel özellikler bütün alanları ne ölçüde kapsar, hepsi için de aynı oranda geçerli midir, ortak mıdır?.. Alanlar farklılaştıkça, farklı özel etik ve estetik değerler kuşkusuz söz konusu olmaya başlar. Ayrıca etik ve estetik değerler bir kültür ürünüdür. Zamana ve yere göre değişebilir, değişkenlik gösterebilir. ‘Mutlak’ bir konumları yoktur. Genel ne ölçüde özeli kapsar, ya da özel ne ölçüde geneli de yansıtır? Özel, geneli yadsıyabilir, onunla çelişebilir mi? Genelin değişmesinde özelin rolü nedir? Sinemanın genel etiği kuşkusuz belgesel sinamayı da içerir, onu da kapsar. Ama belgesel sinemanın kendi ‘ayrı’, ‘özel’ bir etiği, etik değerleri var mıdır, olabilir mi? Yani yalnızca belgesel sinema için geçerli olabilen bir etik var mıdır, olabilir mi? Aynı sorular, estetik konusu için de geçerlidir. Belgesele özgü bir estetikten söz edebilir miyiz?

Bence, belgesel sinemanın kendi, özgün, yalnız kendine ait bir etiği ve estetiği olmamı. Bu olmadan belgesel sinemayı, genel sinema alanından ayrı bir alan olarak tanımlamak olası değildir. Belgesel sinemanın tanımına göre, etik-estetik tartışması, değerlendirilmesi değişebilir. Bu bakımdan, hâlâ net olarak yapılamayan, belgesel sinemanın tanımının yapılması ve o tanıma göre konunun irdelenmesi gerekir. Bunun için salt belgesele özgü olanın belirlenmesi zorunludur. Genel sinema tanımına göre, belgeselin farklı bir ‘sinema’ tanımı nedir? ‘Farklılık’ nedir? Yalnızca belgesel için geçerli olan özellikler var mıdır, nelerdir?..

Bana göre, sinemada başlıca iki ana alan var: Kurmaca ve belgesel. Bu her iki alanın da ayrıca alt alanları, alt türleri bulunur. Örneğin, kurmacada polisiye, dram, komedi, aksiyon, korku, müzikal, reklam, klip gibi, belgeselde ise yaratıcı belgesel, haber, inceleme-araştırma, bilimsel-teknik, spor, kültür, tanıtım belgeselleri gibi alt başlıklar, türler vardır. Bunların her biri, genelin içinde bir özel alanı oluştururlar.

Sanatın etiğinde estetik öncelikli gelir. Sanat, önce estetik bir olgudur. Sanatın ilk hedefi estetik yaratmaktır. Estetik boyut olmadan sanat ürünü var olamaz. Genel sanat alanında, demek ki estetik etikten öncedir.

Etik, hayatın birçok alanını kapsayan bir değerler bütünüdür. Ama estetik boyut, sanatı diğer alanlardan ayıran özel bir niteliktir. Estetik sanata özgüdür. Bir insan üretiminin sanat olabilmesi ancak estetik boyutla olasıdır. Dolayısıyla sanata dair bütün değerlendirmeler, tartışmalar, ürünün önce sanat olmasıyla başlayabilir. Bunu da estetik sağlar. Etik anlayış zamana ve yere göre değişir. Zaman içinde birçok etik değerler yerini başka, hatta tam tersi değerlere bırakabilir. Etik değerler değişkendir. Değişir, değiştirilir. Ama bunu kendisi yapmaz, yapamamaz. Çünkü etik tutucudur, statükocudur. Estetikte bir sürelilik vardır, gelişir, gelişirken değişir. Etik değişir, değiştirilir, estetik gelişir, değiştirir. Etikte tabular, yasaklar vardır. Sanat ise tabulara, yasaklara karşıdır. Her şeyi sorgulayabilir, teşhir edebilir. Bunu da estetikle sağlar, estetik için yapar. Sanat geliştikçe insan ve toplum değişir, gelişir, farklı etik değerler ortaya çıkar. Sinema da, genel sanat çerçevesi içinde yedinci sanat olarak yerini almıştır. Şimdi içinde olduğumuz konumda sinema hâlâ kolektif bir çalışmanın ürünüdür. Ama baş yaratıcı, ana yaratıcı yönetmendir. Bir yönetmenin filmini üretirken yaratıcılığına en uygun alan kurmaca sinemadır. Burada yönetmen kendi özgün, kişisel, keyfi sinemasını yaratabilir. Alan buna müsaittir. Yönetmen, bir sinema dünyası kurar, bunun senaryosunu yazar, yazdırır ve herkesi, her şeyi bu senaryoya göre oynatır, onları kendi sinema dünyasının, sinema öznelinin nesnesi yapabilir.

Belgeselde durum böyle değildir. Ya da böyle olmamalıdır, böyle olmaz. Ya da bana göre böyle olmaz. Kurmacada yönetmen, senaryoya göre 'rol' alan, 'rol' yapan, 'rol' üstlenen malzemeyle filmini yapar, sinamasını kurar. Belgeselde ise yönetmen, ondan bağımsız olarak, kendi gerçekliği içinde var olan malzemeyle çalışır. Burada her malzeme kendi rolünü oynar. Kurmacada senaryo, yönetmenin isteğine, keyfine, öznelliğine, dünyasına göre yazılırken, belgeselde senaryo, belgesel malzemesine göre tasarlanır ve yazılır. Belgeselde, malzeme kendi görüntüsü ve sesiyle yer alır, kendini temsil eder, başka rollere soyunmaz. Burada kilit nokta rol konusudur. Kurmacada malzeme, sinemacıya (yönetmene) göre konumlanır. Belgeselde ise sinemacı (yönetmen) malzemeye göre konumlanır. Kurmacada ve belgeseldeki bu konumlanma etik ve estetik ilişkilerine de yansır. Kurmacada estetik önce gelir. Yani estetik değerler, kaygılar etiği belirler, yönlendirir, hatta değiştirir. Belgeselde ise etik önce gelir ve estetiği belirler, yönlendirir. Kurmacada sinemacının (yönetmenin) gerçeği öncedir. Belgeselde malzemenin gerçeği önce gelir.

Birey, yani (yönetmen-yaratıcı) kendini merkeze alınca kurmaca ortaya çıkar. Oysa evren, neseneler, başkaları merkez olunca belgesel sinema alanına girilir.

Sinemacı (yönetmen-yaratıcı) kendi bireysel dünyasına, bireysel bakışına göre film çekerse, kişiselliğini önceliğe alırsa ‘kurmaca faktörü’ yükselir. Nesnel dünyanın önceliği oranında da ‘kurmaca faktörü’ azalır.

‘Kurmaca faktörü’ arttıkça estetik kaygılar önceleşir. Nesnel dünyanın önceliği oranında da etik değerler, estetik kaygıların önüne geçer. Bu arada bir belirleme yapma gereği var. Güzel görüntüler estetik demek değildir. Filmin estetiği, güzel (estetik) görüntüler toplamı değildir. Estetik bir sentez olayıdır, eklektir bir beraberlik değildir. ‘Güzel şeylerin’ toplamı, birlikteliği kuşkusuz estetik için gereklidir, ama yeterli değildir.

Etik bir insan davranışıdır. Sinamcının etiği sinaması içindir, ona karşıdır. Sinemacı, sinemaya hesap verir, ona karşı sorumludur. Onun etik sorunu budur. Sinemacı olarak birey ile, toplumun bir bireyi olmak (sosyolojik birey) arasındaki ilişki ideolojik ve etik bir çatışmayı da beraberinde getirir. Kim, kime karşı sorumludur? Öncelik hangisindedir? Sinemacı kimliği mi, toplumsal kimlik mi önce gelir? Soruların yanıtı şöyle olmalıdır: toplumun bir üyesi olarak sinemacı kimliği. Yani genel toplumsal kimlik içinde özel sinemcı kimliği, hatta daha da özelde belgeselci kimliği. Burada karmaşık etik sorular, sorunlar çıkar karşımıza. Ama sinemacı, sinemaya karşı sorumludur. Toplumla sineması aracılığıyla bağ kurar. Toplumsal genel kimlik, anonim bir kimliktir. Kuşkusuz bireylerin bu düzlemde topluma karşı sorumlulukları ve görevleri vardır. Ama toplum için, bireylerin özel kimlikleri daha önemlidir, daha anlamlıdır. Bu bakımdan, özel kimliklerin niteliği ve işlevi öne çıkar. Özel kimlik alanının geliştirilmesi, toplumsal gelişmeye de yol açacağı için önemlidir. Görev önceliği, ya da sorumluluğu özel alan için olmak zorunda, ya da durumundadır. Sinemacı, sinemasını iyi yaptığı, geliştirdiği oranda toplumsal görevini yerine getirmiş olur. Bu onun genel etik sorunudur. Bu etik sorun nedeniyle sinemasını, sinema gibi, sanatçı gibi, adam gibi yapmalıdır. Sinemanın adam gibi yapılması, estetik alanın bir konusudur artık. Toplumsal genel etik de, sinemanın özel etiği de sinemacıya estetik bir sinema dünyası kurmayı dayatmaktadır. Sinemacının konusu (sorunu) artık sinemadır, yani estetiktir.

Sanat bir kurmacadır. Sinema da kurmacadır. Ama işte burada belgesel sinema, özel bir konum olmaktadır. Sanatın (sinemanın) da keyfiliğinin, öznelliğinin, kişiselliğinin, bunların gerçeğinin, gerçekliğinin karşısına belgeselin konusu olan ‘dış dünyanın’, nesnel dünyanın gerçeği, gerçekliği çıkmaktadır.

Belgeselde sinemacı filmin ele aldığı konusunun malzemesine (nesnelerine) rol yaptırmaz, onlara rol vermez, onların kendi rollerini üstlenmesine izin verir. Ama bunu yaparken kendi gerçeğinin (öznelinin) izini de sürer. Belgesel sinemacının etik sorunu da böylece başlar. Yani filminde gösterdiği malzemeyi, nesneleri kendisi için ‘kullanmakta’ mıdır, yani onlara kendine göre roller mi vermektedir, yoksa gösterdiği malzemenin, nesnelerin hizmetine girerek, onların dünyasını, gerçekliğini mi ‘yansıtmaktadır’? Belgeselci kendi gerçeği için nesneleri kullanır mı (kullanabilir mi), yoksa nesnelerin gerçeği için kendini bir aracı mı kılar?

Kurmaca sinemacı (yönetmeni) ‘öznel’dir. (Öznele göre, öznel öncelikli ve de estetik öncelikli). Belgesel sinemacı (yönetmen) ise ‘nesnel’dir. (Nesneye göre nesnel öncelikli ve de etik öncelikli). Kurmacada yönetmen kendi sinemasını kurar, belgeselde sinemadan yararlanır, nesnelerin dünyasını kurar.

Belgeselci nesnelerin dünyasını anlatırken (etik duruş), amaca ulaşmak için estetik bir dünya oluşturmak (kurmak) durumundadır. Bu da bir etik duruştur aslında, yani etik gereği estetik zorunluluk söz konusudur. Belgeselci de eninde sonunda sinemacıdır ve kendi gerçeğinin, öznelinin peşindedir. Belgeseldeki, kurmacaya göre, fark kişisel olarak peşinde olduğu gerçeğin, gerçekliğin aranmasında irdelenmesinde, yansıtılmasında tutulan yoldur, benimsenen yöntemdir. Başka deyişle, gerçeğin, gerçekliğin görülmesinde, algılanmasında, onların kendi nesnel malzemelerine yer vercek kendilerini, kendi gerçeklerini, kendi ‘rollerini’ oynayarak yansıtmalarına olanak sağlamaktır. ‘Sözün’ nesnel dünyanın kendisine verilmesidir. Burada sorun, belgesel sinemacının öznel yorumuyla (yansıtmasıyla), nesnel dünyanın gerçeğinin çelişmemesi, ters düşmemesidir.

Aslında, ‘belgesel sinema’da genel bir tanım ve birçok alt başlıklardan oluşuyor. Dolayısıyla etik-estetik ilişkilerinin de bu alt başlıklara göre farklı derecelerde ele alınması gerekir. Bir tarafta, kurmacanın sınırlarında dolaşan yaratıcı belgesel, diğer tarafta, diğer uçta öznelliğe hiç müsaade etmeyene, olabildiğince nesnel olmayı amaçlayan bilimsel-teknik filmler ve arada diğer türler için etik değerlerin ve estetik kaygıların önemi kaçınılmaz olarak değişkenlik gösterir. Ama belgesel sinemada ‘kurmaca’ ölçüsünün, ‘nesnel’ duruşu gölgelememesi, ona baskın çıkmaması gerekir. Filmin seyirciyle kuracağı ilişki sırasında, filmdeki nesnelere ve seyircilere karşı durum belirlemesi de önemli bir etik konudur (sorundur). Sinemacının (yönetmenin) iki tarafa da müdahalesinin ölçüsü ne olacak, nasıl olacak? Seyirci nesneler dünyasından ve yönetmenin yönlendirmesinden uzak, kendi bağımsız, özgür, özerk konumunu nasıl koruyacak? Ona bu fırsat, olanak tanınacak mı? Tanınmalı mıdır? Belgeselci için seyirci kimdir, ona karşı nasıl bir duruş söz konusu olmalıdır? Bunlar ve benzeri sorunlara her belgeselci kendi yanıtlarını, çözümlerini bulacak ve kendi belgesel dünyasını kurarak, filmlerini ona göre tasarlayıp gerçekleştirecektir.