Kasım 2003 / November 2003
Yeni Sermaye Stratejisi
Yeni bir sendikal hareketin yaratılması, sermayenin yeni stratejisinin yol açtığı değişim sürecinin işçi sınıfı saflarında yarattığı etkilerin, geleneksel sendikal hareketin sınırları içinde kalınarak karşılanamayacağı anlamına gelmektedir. Peki böylesine köklü bir dönüşümü gerektiren bu sermaye stratejisi ve bunun işçi sınıfına etkileri nelerdir?
Sermayenin yeni stratejisi, kapitalist sistemdeki değişim sürecinin, yaygın deyimiyle ''yeni dünya düzeni ve küreselleşme''nin bir unsurudur.
Yeni sermaye stratejisi, kar oranlarının düşme eğilimiyle ortaya çıkan kapitalizmin krizini, kapitalist sınıflar lehine aşmayı öngörmektedir .Bunun için, uluslararası işbölümünden çalışma ilişkilerine, işletme yapılarından emek süreçlerine kadar bir dizi alanda radikal değişikliklere gidilmiştir.
1970'li yılların başından itibaren uygulamaya konan ve özellikle 1980'lerde hemen hemen bütün dünya ülkelerine yaygınlaştırılan yeni sermaye stratejisinin yol açtığı belli başlı değişimler şöyle özetlenebilir:
Yeni liberal ekonomik düzenlemeye bağlı olarak yeni bir uluslararası işbölümü oluşturulmuştur. Bu yeni uluslararası işbölümünün araçları ticari ve mali serbestleştirme, özelleştirme ve esnek uzmanlaşmadır. Bu işbölümünde emperyalist ülkeler bilgisayar yazılımı, enformasyon teknolojileri ve biyoteknoloji gibi egemen teknolojilere dayalı sektörleri üstlenirken; daha geri teknolojilere bağlı ve özellikle emek yoğun sektörleri ve üretim aşamalarını bağımlı ülkelere aktarıyorlar.
Özellikle mali sermayenin her türlü akışkanlığının önündeki engellerin kaldırılmasıyla hızlandırılan bu süreç bir yandan uluslararası düzlemde eşitsizliği de- rinleştiriyor, bir yandan da her ülkenin kendi içinde ana sanayilerle, yan sanayiler ve buna bağlı olarak çekirdek işgücü ve çevre işgücü gibi ayrımlar yaratıyor.
Özelleştirme, özellikle eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi kamu hizmeti olarak tanımlanan ve dolayısıyla piyasa ilişkilerinin kısmen dışında olan alanlara da girerek sermayeye yeni yatırım, yani kar alanları açıyor. Ayrıca mali piyasaların serbestleştirilmesi, yani mali sermaye önündeki denetimin kaldırılmasıyla, büyük bir mali sermaye kitlesi, dünya çapında dolaşmaya ve ülkelerin faiz-döviz politikalarını belirlemeye başlıyor.
Tekelleşme son hızıyla sürüyor. Dünya ekonomisini birkaç yüz uluslararası tekel kontrol edebiliyor. Dikey entegrasyon, yani küçük ve orta ölçekli işletmelerin, tekel niteliğindeki ana şirketlerle bütünleşmeleri artıyor. Bugünkü kapitalizm koşullarında küçük ve orta ölçekli işletmelerin, kendi başlarına nihai tüketiciye üretim yaparak yaşama şansları kalmamıştır. Bu gelişme, uluslararası işbölümü açısından bakıldığın- da, bağımlı ülkelerdeki yatırımların büyük bir bölümünün, uluslararası tekellere üretim yapan taşeron niteliği kazanmasına yol açıyor.
Küçük ve orta ölçekli işletmeler
Bununla birlikte işletme yapıları ve stratejileri hızla değişiyor. Teknolojideki gelişmelere bağlı dolarak, işletmeler küçük birimler halinde örgütleniyor , dev bir ahtapotun kolları gibi çalışıyorlar .Siemens patronunun deyimiyle, kapitalist işletmeler ''eskiden okyanusta yüzen dev transatlantikler iken, bugün nehirde yüzen yüzlerce sürat teknesi'' haline dönüştürülüyor.
Bu işletme yapılarının tipik bir sonucu yeni sanayi havzalarının oluşturulmasında görülüyor.Emperyalist ülkelerde, özellikle maden demir-çelik gibi sektörlerde faaliyet gösteren büyük ölçekli fabrikaların bulunduğu eski sanayi bölgeleri bir bir kapanırken, bunların yerini yüksek teknolojiye dayalı ürünlerin üretildiği küçük ve orta ölçekli işyerlerinin bulunduğu bölgeler alıyor. Bağımlı ülkelerde ise sanayileşme, yeni uluslararası işbölümüne bağlı olarak, özellikle emek yoğun hafif tüketim maddelerini üreten sektörlerde ve dünya çapındaki üretimin, daha emek yoğun olan aşamalarında yoğunlaşmaktadır .Bunun sonucu, bu tip ükelerde küçük ve orta işletmelerden oluşan yeni organize sanayi bölgelerinin kurulmasıdır. Türkiye'deki Çorlu-Çerkezköy-Lüleburgaz, Kartal-Ümraniye-Esenyurt, Gebze-İzmit- Adapazarı, Adana- Mersin-Gaziantep, İzmir- Manisa- Denizli, Bilecik-Bozüyük-Eskişehir, Bursa vb. bu tür bir işbölümü sonucunda gelişen sanayi bölgeleridir.
Emek süreci ve emek yönetimi
Sermayenin yeniden yapılanması, işletmelerdeki emek süreçlerinde de değişim yaratıyor. Nitelikli çekirdek işgücünü istihdam eden yüksek teknolojiye dayalı işletmelerde, Japon tipi ''toplam kalite yönetimi'' anlayışı hakim kılınmaya çalışılıyor. ''Kalite çemberleri'' gibi araçlarla sürdürülen bu emek yönetimi tekniği, çalışma sisteminde (ücretler, çalışma saatleri, izinler vb.) onaya dayalı bir ''esneklik'' sağlamayı amaçlıyor. ''Esneklik'', sermayenin kar oranlarmı arttırabilmek ve pazar payını genişletebilmek amacıyla gündeme getirdiği temel politikaların başında geliyor.
Sermayenin ''esneklik'' politikası, işten atma özgürlüğü anlamına gelen ''sayısal esneklik'', işçinin kol ve kafa emeğinin bütününü üretime katmayı amaçlayan ''işlevsel esneklik'', çalışma zamanının belirsizleşmesine yol açan ''zaman esnekliği'', sendikal ve sosyal hakların zayıflatılmasını amaçlayan ''mevzuat esnekliği'' gibi kavramlarla sunuluyor. (Bu noktada sermayenin, kendi ''esneklik'' politikasını, ''kafa ve kol emeği ayrımının ortadan kalkması'', ''monoton ve rutin işlerin son bulması'', ''işin insanileştirilmesi ve zenginleştirilmesi'' gibi ideolojik motiflerle sunması karşısında, ''ayrıntılı işbölümünü savunan'' bir çizgiye düşmek doğru değildir. ''Esnekliğe'' sadece karşı çıkmak yetmez; mutlaka somut öneriler geliştirilmelidir.)
Emeğin yoğun olarak kullanıldığı yan sanayilerde ve özellikle hizmetler alanında ise ''esneklik'', geçen yüzyıldan devralınan ''vahşi kapitalist'' yöntemlerle gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Bunun en çarpıcı sonucu işçi-işveren ilişkilerinin vahşi saldırı yöntemleri temelinde yeniden örgütlenmesidir.
Bu yüzden dünya çapında emeğin tarihsel kazanımlarına yönelik saldırı çok çeşitli yöntemlerle sürdürülüyor .Sendikal örgütlenme, toplu pazarlık, grev gibi kollektif haklar budanıyor; çalışma ilişkileri bireyselleştirilmeye çalışılıyor .Bir başka deyişle, işçiler sınıfsal örgütlenmeleri dağıtılarak, tek tek bireyler olarak pazarlık masasına oturtulmak isteniyorlar.
Bunu sağlamanın aracı olarak özellikle bağımlı ülkelerde varolan sendikal hak ve özgürlükler yasal engeller ve baskı yoluyla kısıtlanıyor. Bunun en açık örneği 12 Eylül sonrası ülkemizde yaşanmıştır. 'Bütün bu değişimler işçi sınıfının yapısını etkiliyor ve geleneksel sendikal hareketin sorunlarını ağırlaştırıyor.