Eylül 2003 / September 2003
Antigone
Theater an der Ruhr sahnesinde
Nurten Kum
Theater an der Ruhr`da oyun izlemiş olanlar bilir. Sahneleme buluşlarla, sürprizlerle doludur. Bir sonraki oyuna, acaba ne tür sürprizlerle karşılaşacağız sorusuyla gidersiniz. Oyun üzerine ne kadar fantazi geliştirirseniz geliştirin yine de sahnelemenin sizin fantazilerinizi aştığını görürsünüz. Antigone`de de durum böyleydi.
Antigone, I.Ö 440`larda Sophokles tarafindan yazılmış olan klasik bir tragedya. Sophokles bu tiyatro oyununda bireyin, kadının buyruğa başkaldırması konusuna dikkat çekmekte. Antigone ölen Kral Oidupus`un kızıdır. Erkek kardeşlerinden biri ülkeyi yöneten amcası Kreon`a karşı, diğeri de Kreon`un tarafında savaşır. Savaşta birbirlerini öldürürler. Kreon, ölenlerden kendi safında savaşanın cesedinin gömülmesi, diğerinin ise meydanda bırakılması emrini verir. Oysa o dönemde gömülme hakkı insanin en doğal hakkıdır ve Tanrıların koyduğu bu yasaya hiç kimse karşı çıkamaz. Bu düşünceyle Antigone, Kreon`un buyruğuna karşı çıkar ve diğer kardeşini de gömer. Kral`in buyruğuna karşı gelmek ölüm cezası demektir. Bu şekilde olaylar gelişir.
Yüzlerce yıl önce yazılan bu oyun, o dönem yaşanması mümkün olan olayları anlatıyordu. Sophokles dönemi izleyicisi oyunda işlenen konuyla güncel yaşantısı arasında doğrudan bir bağlantı kurabiliyordu belki, o günün gerçeklerini anlatıyordu oyun. Ya oyun, bugünün izleyicisine, Theater an der Ruhr izleyicisine nasıl sunuluyordu ?!
Sahnenin aydınlanmasıyla ortada gri-siyah mermerden bir mezar görülmekte. Mezarın etrafında matem mumları. Adeta yıkılacakmış gibi arkaya doğru yaslanmış soğuk duvarlar... Bu duvarlarda bölümler var. Sahnenin köşesinde küçük bir toprak yiğini. Ölüm atmosferi. Bu atmosfer salona yayılan tütsüyle de daha buhrani, daha katlanılmaz bir havaya dönüşüyor. Korkunç bir sessizlik hakim. Sahne ortasındaki mezardan, önce eller, sonra kollar hareket etmeye başlıyor. Sonra bedeni görüyoruz. Yaşam (!) başlıyor yavaş yavaş. Sapsarı bir kıyafetle Antigone çıkmaya başlıyor mezardan. Ve dans ediyor… Yüzünde maskemsi bir ifade. Sahnede Kreon ve adamları... Danslar en çok Kreon`a karşı yapılıyor. Tepki? Öfke? Başkaldırı? Meydan okuma? Alay etme?... Hepsi olabilir. Fakat Antigone`nin yüz ifadesi bu düşüncelere pek açıklık getirmiyor. Sessizlik hep sürecek gibi.
Antigone`nin kızkardeşı Ismene garip spastik hareketler yapıyor. Antigone`yle tuhaf ilişkisi göze çarpiyor. Birlikte kederlenirler, gülerler, hoplarlar, mezarı küvet gibi kullanarak içinde oynarlar, öpüşürler. Ama yüzlerinde hep o tuhaf maskemsi ifade vardir..
Antigone birden durgunlaşır. Mezarın köşesindeki bez bebeklerle oynar, sahnedeki toprak yığınına gözü takılır ve oraya doğru gider.
Metinde doğrudan rolleri olmayan sadece yaşanan olayların nedeni olarak gösterilen iki kardeş Eteokles ve Polyneikes, sahnelemede sadece konu olarak değil, bedensel olarak da varlık gösterirler. Eteokles, elindeki süpürgeyle kumları özenli bir şekilde yayarak yollar yapar. Ismene`nin sahneye getirdiği ve Kreon`un, Ismene`nin ya da Eurydike`nin komik hareketlerle oturmaya, içine sığmaya çalıştıkları ve Kreon`un otoritesiyle alay etme anlamına gelen kırmızı plastik sandalyeyi ve Kreon`u sahnenin bir yanına, toprak yığınını sahnenin öbür yanına kumlarla daire içine alir. İlk etapta kumla yapılan iki dairenin karşıt iki kutbun göstergesi olduğunu düşündüm. Ancak bu dairelerin daha sonra aynı ağır hareketlerle birbirine bağlanması bu izlenimimi sanki kumlarla birlikte dağıtmıştı, karşıtlık belirsizleşmişti. Eteokles bununla neyi anlatmak istiyordu? Kumlar sadece ölümü çağrıştırması açısından mı kullanılmıştı?
Antigone`nin Kreon`a karşı çıkarak gömdüğü kardeşi Polyneikes, sargılar ve kanlar içindeki ürkütücü tuhaf görüntüsüyle sahneye gelir ve Antigone`yle toprak yığınının üzerinde sevişirler. Sonra sahneyi terkeder Polineikes.
Kafatası sürükleyerek sahnede dolaşırken gördüğümüz Kreon`un karısı Eurydike, aslında bu yaşanan olaylarla doğrudan ilgisi olmayan bir yası da dile getirmekte. Eurydike, yıllar önce kocası yüzünden ölen oğlunun yasını tutmakta. Oğlunu kaybetmenin acısını bu şekilde dile getiren Eurydike, diğer oğlu Haimon`u kaybetme kaygısını da anlatmaya çalışmakta. Bir ara Eurydike plastik sandalyeye oturur ve üç görevli ona makyaj, manikür yaparlar, takılar ve peruk takarlar. Eurydike`nin değişim sahnesini oyun içinde bir yere oturtmak güç. Sanki oyunun bütünüyle bağlantısı olmayan, başlı başına bir episod etkisi yarattı bende.
Metinde Kreon`un oğlu Haimon`u, babasıyla ilişkilerini iyi bir düzeyde tutmak isteyen, ona saygısızlık etmeyen, ancak doğru bildiğini söylemekten kaçınmayan biri olarak tanımıştık. Theater an der Ruhr`un sahnelemesinde onu, bu özelliklerinin yanısıra duygusal yönü ağır basan bir biseksüel olarak da görüyoruz. Kadın kiyafetleri giymesi onun kadınların tarafında olduğunu göstermekte. Antigone`yle duygusal bir ilişkisi var. Antigone`yi babası Kreon`a karşı koruyan odur, onunla şiddetli tartışmalardan kaçınmaz.
Metinde Antigone olaylara saf bir şekilde yaklaşan, ancak inançla ve inatla doğru bildiğinin arkasında olan bir duruş sergilemekte. Kararlılık ve başkaldırı daha belirgin. „Benim hakkımı kimse benden esirgeyemez“, diyerek ölüm cezası alacağını bile bile Kreon`un buyruğuna karşı çıkar, idealisttir. Metinde daha tutarlı, kararlı ve bilinçli bir tavır sergileyen Antigone, Theater an der Ruhr`un sahnelemesinde saf, bilinçsiz, çocuksu, sevgiye muhtaç ve dengesiz tavırlar sergileyen biridir. Antigone`yi canlandıran oyuncu, oyundan sonraki sohbette bu tavrı bir tür korunma ve savunma mekanizması olarak tercih ettiklerini belirtmekteydi. Antigone`nin bu saf, çocuksu tavırlarına rağmen sahnede kadın olarak varlığı daha çok cinselliğiyle, feminin görünümüyle ön plana çıkmakta. Metinde Antigone`nin tutsaklığı daha çok vurgulanmakla beraber, sahnelemede bu durumu göremiyoruz. Sadece oyunun bir sahnesinde Antigone, Eurydike ve Ismene`nin gözlerinin bağlanması, yüzlerinin tuhaf bir şekilde sarılması sembolik olarak onların cezalandırıldığını göstermekte. Ancak burada diğer iki kadın da sözkonusu olduğundan sadece Antigone`ye yönelik değil, kadınlara yönelik bir tavrın altının çizildiği düşüncesindeyim.
Metinde Antigone Kreon çatışması daha belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktaydı.
Antigone`nin karşısındaki Kreon, metinde de Theater an der Ruhr`un sahnelemesinde de tutarlı ve kararlı bir tavır sergilemekte. Sahnelemede Kreon karakteri üzerinde bir değişikliğe gidilmemiştir. Kreon karakterinin değişime uğramamasından, böyle karakterlerin her dönem var oldukları ve güncelliklerini hep korudukları çıkarımını mı yapmak gerekiyor?! Ama herşey karşıtlığıyla yok mudur? Başkaldıran birileri de mutlaka çıkar.
Bilge Teiresies`in çığlıklar atarak duvardan sahneye atlaması oyunun en grotesk anıdır. Orjinal metinde Kreon`a başına geleceklerin uyarısını yapmaya çalışan Teiresies`in, Kreon`la doğrudan bir diyaloğunu göremiyoruz. İsyanını, telaşını ve öfkesini absürd ve grotesk bir şekilde dile getirmektedir Teiresias.
Antigone`de sahne dekorunun sadece ölüm teması üzerine kurulduğunu görüyoruz. Toprak, kum, mumlar, mezar, kısacası sahnedeki herşey ölümü çağrıştırmakta, ölümü anlatmakta. Mezar oyun boyunca odak noktası olan bir objedir. Bu mezarın üzerine kimi zaman örtü örtülür, yemek masası haline getirilir, üzerinde yemek yenir. Farklı amaçlar için de kullanılsa, mezar özelliğini hep korur. Tükenmişlik, çökmüşlük ve ölümdür sahnede hakim olan.
Kuklalaşmış, olaylara karşı ilgisiz ve tepkisiz görünen üç bekçi sahnedeki ölüm atmosferini, gerginliği biraz dağıtan gülünç tiplerdir. Metindeki koronun yerini almışlardır. Yaşanan bu olaylara karşı mesafeli görünürler. Ancak düzenin korunmasına hizmet ettikleri her hallerinden bellidir. Ortalığı toparladıkları, kumları temizledikleri ve masayı yeniden düzenledikleri sahne, onların kurulu düzeni nasıl özenle korudukları düşüncesini doğrular niteliktedir.
Sahnelemede olaylar daha çok aile içinde kalmış, aile dramı şekline dönüşmüştür. Halkı despotlukla yöneten, yasaklar koyan ve bunlara uymayanları cezalandıran bir Kral sözkonusu olduğu halde, tartışma esnasında bir kaç kez değinilmelerinin dışında, yönetilen kesim üzerine fazla birşey edinemiyoruz.
Oyunun sonunda Antigone, ölüme mahkum edilir. Ancak kendisi babasının seçtiği ölüm şeklini, yani gözlerini çıkararak ölmeyi tercih eder. Haimon da Antigone`nin ölümü üzerine babasıyla tartışır, ona saldırır, onu öper. Ancak bu öpücükte öfke, nefret ve şiddet vardır. Haimon yere yıkılır ve ölür. Kreon beden olarak ayaktadır, ancak o da ruhsal açıdan yıkılmıştır.
Theater an der Ruhr`da sahnelenen bu oyuna, sembolik değerler açısından bakıldığında izleyiciyi biraz zorladığını düşünüyorum. İzleyici bu oyunda hemen anlam yükleyemediği simgeler yığınıyla karşı karşıya. Örneğin, oyunun başında mezarın üzerinde radyo ya da telsiz gibi bir cihaz vardı. İçinden tuhaf hışırtıların, farklı dillerden konuşmaların duyulduğu bu cihazı Kreon ve görevlileri oyun boyunca bir kaç kez dinlerler. Görevlilerin şüpheli hareketlerinden aslında bunu dinlemeye izinli olmadıkları sonucu çıkmaktaydı. Bu cihazin ne işe yaradığı benim için oyunda açık kalan durumlardan biri. Bu gibi göstergelerin ayırdına varabilmek, bunları oyun içinde yerlerine oturtabilmek izleyici için ayrıntılı bir çalışma anlamına geliyor. Anında algılanacak, yorumlanacak simgeler değil bunlar. Ancak buna Theater an der Ruhr`un oyunlar sahnelemeye hazırlanırken oyuncusuyla, yönetmeniyle, teknik elemanlarıyla herkesin katkısının olduğu bir ekip çalışması yaklaşımının izleri olarak bakıldığında bunu bir zenginlik olarak görmek de yanlış olmaz.
Yüzyıllarca yıl önce yazılmış bir oyunun olduğu gibi sahnelenmesi bugünün izleyicisine fazla bir şey getirmezdi tabi ki. İzleyicinin oyunla yaşadığı dünya arasındakı bağlantıyı görme gereksinimi doğal olarak oyunu güncelleştirmeyi gerektiriyor. Theater an der Ruhr Antigone`de çağdaşı yakalamada nelerden yararlanmış?
Herşeyden önce oyuncuların dış görünüşleri oyuna modern, hatta postmodern bir etki kazandırmakta. Antigone`nin asi ve iddialı saç modeli, giyimi, aynı şekilde Eurydike`nin giyimi,
Haimon`un kadın kıyafetlerını benimseyerek üzerinde taşıması bunlara örnek gösterilebilir. Ayrıca tükenmişlik havası, insanların hiçbirşeyden zevk alamaması, karamsarlık, tuhaf ilişkiler, cinselliklerini dilediklerince yaşamaları, ancak buna rağmen sevgisizlik, sevginin ve yaşamın anlamsızlaşması günümüz insanına ne yazık ki hiç de yabancı olmayan olgular. Oyunda ayrıca ensest temasına da dikkat çekilmekteydi.
Theater an der Ruhr, günümüzün gerçekleri olan bu olguları biraz abartarak, biraz çarpıtarak veriyor. Oyunlara yeni bir bakış, yeni bir yaklaşım, yeni bir soluk getiriyor. Sadece bir oyun değil, emek, yaratıcılık ve herkesin katkısının olduğu bir üretim görüyoruz sahnede. Bu da hem oyunda emeği geçenlerin hem de izleyicilerin yaratıcılıklarını, düşüncelerini daha fazla harekete geçirmek anlamına geliyor.