Eylül 2003 / September 2003
Küresel Direniş ve Barış Hareketinin Dönüşümü
Irak savaşı neo-liberal politikaların devamı olarak ortaya çıktı, kitleler tarafından da böyle algılandı, ve protestolar hem savaşa hem de neo-liberalizmin yayılmacı politikalarına karşı, Irak'a saldırı henüz başlamamışken ortaya çıktı.
Deniz YONUCU - Eylem AKÇAY
“Küresel Direniş Hareketleri ve Barış Hareketi'nin Dönüşümü” başlıklı bu sunumda küreselleşme karşıtı hareketler ve savaş karşıtı hareketler arasında ilişkiler kurmayı ve barış ilkesi çerçevesinde gelişecek bir barış hareketinin küreselleşme karşıtı harekete sağlayacağı katkıları tartışmaya çalışacağız.
Başlığı seçerken, küreselleşme karşıtı mı, küresel direniş mi, yoksa başka bir şekilde mi adlandıracağımızı bilemedik bu hareketleri, ama üzerinde de fazla durmadık. Zaten bu kadar karmaşık bir hareketlenmeyi bir isimle nitelemek zor. Bunun yerine kabaca bir sınıflandırma yapacağız.
Bu hareketlenmeleri niyetlerine göre üçe ayırabiliriz.
Bir kısmı kapitalizmi tamamıyla karşısına almıştır.
Bir kısmı kapitalizmi ehlileştirmeyi istemektedir, neo-liberalizme ve Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi uluslararası yapılanmalara karşıdır.
Bir kısmı ise kültürel yapıların korunmasını istemekte, emperyalizme karşı, genelde de Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) karşı konumlanmaktadır.
"Küreselleşme" kavramına karşı konumlanışları da çeşitlilik göstermektedir. Bu sunumda, çok önemli olduklarını da teslim ederek, bu farklara değinmeyeceğiz.
Bu hareketleri birleştiren nitelikler üzerine gidecek konuşmamız.
İç örgütlenme ve demokrasi
Aktivist grupların yazılı materyallerine baktığımızda genelde çözümlemeler ve politik projeksiyonlar yerine kendi iç örgütlenmelerine, ve 'örgüt içi demokrasiye' ilişkin yazılarla karşılaşıyoruz.
Örneğin, Seattle eylemlerini düzenleyen PGA (People's Global Action/ Halkın Küresel Hareketi ) örgütlenmeye ilişkin bazı basit ilkelerden ibaretti: hiyerarşik olmamak, herkesin sözünü dillendirme olanağının bulunması, karar alma mekanizmalarına tam katılım; dağınık merkezler...
Aslında bu nitelikler, PGA'nın çok örgütlü olmakla birlikte, alışılageldik bir örgüt tipi olmadığını daha çok bir 'telefon santrali'ne benzediğini gösteriyor.
Otçul örgütlenmeler
Gerçekten de bu örgütlenmeler, bir ağ yapılanmasıyla birbirlerine bağlanıyorlar; Deleuze'ün otçul (rizomatik) dediği tarzda. Otlar, yeraltında ağ şeklinde bir köklenmeyle birbirlerine bağlanırlar; ancak herhangi bir otu bu otun gövdesi olarak tespit edemeyiz. Bu hareketlerde gözlemlenen çoğul merkezlilik ya da merkezsizlik biraz da böyle bir yapılanma sayesinde mümkün oluyor.
Negri ve Hardt bu hareketlerin öznesini çokluk olarak adlandırmıştı: Yani, bu özne toplumsal formasyondaki konumu aracılığıyla muhalif hareketlere 'özlerini' bahşedecek bir 'zorunlu' özne değil, değişkenlik, çeşitlilik içeren bir şeydir. Kısaca, bu hareketler birbirlerini dinlerler, sözlerini birbirlerinin üzerine söylemezler...
Doğrudan eylem
Bu hareketlerin pek çoğunun uyguladığı eylem tarzları da örtüşmektedir. Genel olarak, küreselleşme karşıtı hareketlerin eylemleri salt bir protesto ya da güç gösterisi değildir; taleplerini 'ertelemek'tense doğrudan, eylem yoluyla gerçekleştirirler.
Zaten buna da 'doğrudan eylem' diyorlar. Bu tür eylemlerin temel özelliklerinden biri, mekanın toplumsal olarak kurulduğu, öyleyse belirli bir iktidar ilişkisini maddileştirdiği düşüncesinden hareketle, eylemin yapıldığı mekanın eylem anında 'değiştirilmesi', 'bozulmasıdır'. Mekanı değiştirmek sosyal yapıyı değiştirmek anlamına gelir.
Örneğin, Londra'da başlayan 'Sokakları Geri Al' (Reclaim the Streets) hareketi, otoyolları kazıp ağaç dikiyor, yolları kapatıp 'yol partileri' düzenliyor. DTÖ toplantılarının fiziksel olarak engellenmesini hedeflemek de böyle bir anlam taşıyor.
“Seni bekliyor”u ele geçirme
Bu eylemler (sözlük anlamıyla da) bir yapısızlandırma (dekonstrüksiyon) olarak da görülebilir. Jose Bove, Mc Donalds'ı sökmüştü; bu bir parçalama, kırma değil, gerçekten de bir sökme hareketiydi. Ayrıca, detournement adı verilen bir 'ele geçirme' tekniği de var: detournement, burjuva dünyasının ürünlerine (reklamlar, kitsch resimler, çizgi romanlar, filmler) el koyma ve anlam değişikliğine uğratarak yeni bir bağlam içine uyarlamaktır.
Aklımıza ilk gelen örneklerden biri okulumuzda kariyer günlerinin çağrısı için yapılan 'Waiting For You' (seni bekliyor) afişindeki insan kaynakları elemanının yanına tüfekler yerleştirip afişin yeniden düzenlenerek 'ele geçirilmesi'.
Hatta, Matrix ve Dövüş Kulübü filmleri de böyle bir bakış açısından anlamlandırılabilir. Bunlar popüler birer dövüş filmi formunda olmalarına rağmen muhalif bir nitelik kazanmışlardır.
Savaş karşıtlığı / aynı insanlar
Savaş karşıtı hareketlere gelirsek; bu hareketlerde hemen gözümüze çarpan bir vasıf demin bahsettiğimiz hareketlerle olan benzerlikleri, aralarındaki paralellikler.
Yine ağ şeklinde örgütlenildiğini, küresel eylem günleri belirlendiğini, benzer eylem tekniklerinin hayata geçirildiğini görüyoruz. Hatta katılımcıların önemli bir kısmı aynı insanlar.
Bu benzerlik, amacımıza ilişkin ipucu verse de, savaş karşıtı eylemlerin küresel direniş hareketleriyle aynı şey olduğunu söylemiyor. Tarzlarının aynı olması, aynı 'modayı' takip ettikleri, aynı havanın ürünü olduklarını da gösterebilir pekala.
Moda neden moda?
Öyleyse, bizi ilgilendiren asıl husus neden bu modanın revaçta olduğudur. Bu soruya yaklaşmak için, yukarıda hem savaş karşıtı hareketlere, hem de küresel direniş hareketlerine atfettiğimiz daha görünür özelliklerin işaret ettiği başka bir şey olup olmadığına bakacağız.
Bu hareketlerin sıklıkla aralarında ilişki kurulan 68 hareketiyle ufak bir karşılaştırılması da işimize yarayabilir. Ardından da savaş karşıtı hareketlerle küresel direniş hareketlerinin birbirini beslemelerinin koşullarını tartışacağız.
Öncelikle hareketlerin, aktivist grupların iç demokrasiye vurguları, doğrudan eylemi tercih etmeleri ve daha bir çok özellikleri, politik söylemleriyle oldukça paralel. Hatta, diyebiliriz ki politik söylemleri büyük bir ölçüde bundan ibaret.
İlaveten, parçalı, konuya odaklanan bir siyaset güdüyorlar. Örneğin, 'Sokakları Geri Al' 'araba karşıtı'; arabaların çevreyle birlikte görüntümüzü ve günlük hayatımızı kirletmesine karşı bir hareket.
Total siyasi proje yok
Ama herhangi bir siyasal angajmandan kendilerini yalıtmak şöyle dursun, arabalardan kurtulmak için anti-kapitalist bir mücadele vermeleri gerektiğini düşünüyorlar. Söz konusu hareketler, geçmişteki sistem-karşıtı hareketlerden farklı olarak total bir siyasal proje önermiyorlar.
Kadın sorunundan arabanın varlığı sorununa önlerine koydukları sorunların çözümünü toplumsal dönüşümün bir 'anı'ndan sonraya ertelemeyip, hareketin içinde dert ediniyorlar. Bugün, geleneksel muhalefet tarzının devlete karşı devlet gibi olan bütünlükçü örgüt anlayışının yerine devlet gibi olmamayı esas alan daha esnek bir örgüt yapısıyla karşı karşıyayız.
20.yüzyılın muhalefet anlayışını karakterize eden, özellikle sosyalist hareket ve ulusal kurtuluş hareketleri çerçevesinde gelişen, 'sistem-karşıtı' hareketler, varolan toplumsal eşitsizliklerden kurtuluşu, düzeni 'bozmayı', genellikle halihazırdaki toplumsal formasyonu yapılandırılan merkezlerin ele geçirilmesi üzerine kurdu.
Muhalefet merkez istemiyor
Bir merkezin yerine başka bir merkez gelecek ama eşitsizlikler kaybolacaktı. Şimdiki hareketlerde ne herhangi bir tekil eşitsizlik biçimini merkeze koyan, ne de eşitsizliklerin merkezin ele geçirilmesiyle ortadan kalkacağını iddia eden bir muhalefet tarzından bahsedebiliriz. Aksine muhalefet, merkezi ortadan kaldırmayı ve eşitsizliklere bugünden cevap üretmeyi hedefliyor.
Muhalif hareketler bu noktaya gelirken 68 durağından geçti. 1968'i bugünkü küreselleşme karşıtı hareket ve geleneksel sol hareket arasında bir ara durak, bir kırılma noktası olarak görmek mümkün.
Geleneksel örgüt yapısı ve geleneksel eylem tarzlarının sorgulanmasını 68'le başlatabiliriz. Sosyalist hareketlerin ve projelerin vaatlerini beklendiği oranda gerçekleştirememiş olması ve 'devleti ele geçirmenin' varolan eşitsizlikleri ortadan kaldırmadığının anlaşılması, özellikle batıda örgüt yapısının, bu tarz mücadele biçiminin ve hedeflerin sorgulanmasına yol açtı.
Modernleşmeci umut!
Öte yandan kapitalist modernleşmenin umudu yerini emperyalizme ve toplumsal durağanlığa bırakmıştı. 68'in önünde iki yol vardı: ya modernleşmeci umut devletin yerine üstlenilecekti ya da bu modernleşmeci umudun devrimci bir eleştirisi yapılacaktı.
68, merkez ve çevre ülkelerde ikisini de denedi. Ama başarısı bir anlamda yenilgisiydi de. Hareket, özellikle batıda, liberalizmin dillendirilen talepleri içselleştirebilmesiyle ivme kaybetti. Doğudaysa 68 sonrasında modernleşmenin halk dinamiğiyle üstlenilmesi denendi; ancak devlet şiddetiyle bastırıldı.
68’in kırılması
Tüm yenilgisine rağmen 68'in yaşattığı kırılma geri dönüşsüzdü: 68, her ne kadar kendi dönemi içerisinde yeni bir eylem tarzı ve örgütlenme modeli inşa etme çabasını tamamlayamamış olsa da, başlattığı sorgulama süreci bugünkü küreselleşme karşıtı hareketin yapısına ve tarzına zemin oluşturmuştur, diyebiliriz.
Peki, savaş karşıtı harekete ne oldu zaman içinde? Bugünkü savaş karşıtı hareketi de eskisinin bir devamı olarak görebilir miyiz?
Modernleşme ve refah sistemi vaatlerini gerçekleştiremediği sürece 68 yükselmişti; Bugün ise neo-liberalizm herhangi bir vaatte bile bulunmayarak kendi başarı öyküsünü dayattığı sürece küreselleşme karşıtı hareket yükseliyor.
Modernleşmenin başarısızlığı Vietnam Savaşı'yla görünmüştü, zamanın savaş karşıtı hareketleri de Vietnam'dan sonra filizlendi. Bugün ise Irak savaşı neo-liberal politikaların devamı olarak ortaya çıktı, kitleler tarafından da böyle algılandı, ve protestolar hem savaşa hem de neo-liberalizmin yayılmacı politikalarına karşı, Irak'a saldırı henüz başlamamışken ortaya çıktı.
Irak’ta savaşa hayır eylemleri
Irak'ta Savaşa Hayır eylemleri, Vietnam Savaşı'na karşı olanlardan farklıydı ve daha güçlüydü: aynı anda bütün dünyada eylem örgütlenebildi. Mesela, 15 Şubat'ta sadece Londra'da 1.5 milyon, Roma'da 2 milyon, Madrid'de 2 milyon insan yürüdü. Katılımcıların bileşimi de geniş bir aralıktandı, Vietnam'daki gibi sadece gençlerden oluşmuyordu.
Ancak burada savaş karşıtlığının gecikmesini söz konusu etmek gerekiyor. 11 Eylül sonrası, Afganistan'a yapılan saldırı, Irak'a yapılan saldırı gibi karşılanmamıştı.
Tanıl Bora'nın bir tespitine başvurmak eğilimindeyiz burada. Tanıl Bora batıda savaş karşıtı geleneğin imparatorluk diye de adlandırılmaya başlayan yeni militer iktidar yapılanmasını anlayamadığını, Körfez Savaşı'nı polisiye bir müdahale olarak algılayıp hareketsiz kaldığını aktarıyor.
Afganistan'a düzenlenen saldırı da 11 Eylül sonrası polisiye bir müdahale olarak sunuldu ve az çok'onaylandı'. Irak saldırısı için böyle olmadı, ortada yeterince meşru görülebilecek sebep yoktu, ve dolayısıyla saldırı geniş kitlelerce tepkiyle karşılandı.
Fakat, zamanında Afganistan'a ve Irak'a ambargoya ses çıkarılmamışken ne eylemlerin kitleselliği ne de küresel direniş hareketleriyle taşıdıkları paralellikler geleceğin savaş karşıtı hareketinin güvencesi olabilir. Savaş karşıtı bir hareket varolacaksa, militarizmle toptan bir hesaplaşmayı tamamlamalıdır.
Muhalif politikanın hedefi
Savaş çoklukla söylendiği gibi 'askeri-sınai' kompleksle, kapitalizmin ekonomik ihtiyaçlarıyla yakından alakalıdır (ve buna karşı bir politikayı gerektirir). Ama bunun yanında savaşın nedeni sürekli bir olağanüstü hale, teröriste ihtiyaç duyan bugünkü iktidar yapılanmasında aranabilir ve buna karşı bir muhalif politika savaşın tüm koşulunu ortadan kaldırmayı hedeflemek durumundadır.
Savaşı, bazen iyi de olabilen devletin polisiye müdahaleleri olarak algılamak yerine, onu neo-liberalizmin başarı öyküsünün bir parçası olarak görmek gerekiyor. Savaş, kapitalizmin bugünkü iktidar yapılanmasının yapısal şiddetini yansıtıyor.
Yapısal şiddetten kasıt, fiziki şiddet kullanmayı gerektirmeyen dışlama/güçsüzleştirme mekanizmalarıdır. Yani, bugün savaşsızlık hali bu yapısal şiddetin sürdürülmesiyken 'müdahale' de bu şiddetin yoğunlaşma anları oluyor diyebiliriz.
Dolayısıyla, barış hareketinin bu yapısal şiddetin karşısında konumlanması, barış talebinin de salt bir sağ kalma talebi olarak değil, bir esenlik talebi olarak kurulması gerekiyor. Savaşın olmadığı zamanlarda da savaş karşıtı harekete çok iş düşüyor demek ki.
Modadan öte
Savaşsız bir dünya arzusuna yaklaşmak için, sürekli savaş çağında böylesi pozitif bir barış talebi ortaya koyabilmek, savaş karşıtı hareket için, Gramsci anlamında bir hegemonya mücadelesinin, yani siyasetin, önünü açacaktır.
Böylece savaş karşıtlığı bir moda olmaktan çok daha fazlasını içerir: mesela, bir alışveriş merkezinde asılan afişlerde gördüğümüz savaşa hayır- alışverişe evet'in yerini alışverişe hayır, çünkü savaşa hayır alabilir.
Ve en önemlisi, bu pozitif pozisyon, savaşsızlık döneminde de yapısal şiddeti açığa vurur, görünmesini, gizlenememesini sağlar. Bu şiddeti görmek, tam da küresel direniş hareketinin ihtiyacı olan şeydir.
Militarizmle böylesi bir hesaplaşma, küresel direniş hareketleri için 'reformist' / ulusalcı eğilimlerle tartışma olanağı da sağlayacaktır: Başka bir dünya, kapitalizmden, kapitalizmin şiddetinden uzakta bir dünya olmak zorunda.
Savaş karşıtı hareketlerle küresel direniş hareketlerini yan yana koymanın tek yolu, bir barış ve esenlik talebini, başka bir dünya arzusunu siyaset haline getirmektir. (EA/Gİ/DY/NM)
* Bu yazı, Sabancı Üniversitesi Kültürel Etütler Programı ve Siyaset Bilimi Bölümü ile Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nün ortaklaşa düzenlediği Savaş ve Barış Atölyesi için hazırlandı ve 16 Haziran 2003'de Boğaziçi Üniversitesi Rektörlük Konferans Salonu'nda sunuldu.
** Eylem Akçay ve Gökhan İrfanoğlu Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 4. sınıf öğrencileri. Deniz Yonucu ise aynı bölümde yüksek lisans yapıyor.
Kaynak: BİANET