Haziran 2003 / Juni 2003
Yeni bir Berlin romanı
Menekşe TOPRAK
BERLİN- 1989 yılının bir sonbahar akşamında 19 yaşındaki Hasan Kazan, annesi ve babasıyla İstanbul’daki evlerinde televizyon karşısında oturmaktadır. Televizyondan yansıyan inanılmaz görüntüler Hasan ve ailesini hayretler içinde bırakır. Yıllardır hemen yanı başında yaşadıkları Berlin Duvarı yıkılmaktadır. Duvarın arkasında yaşayanlar sevinç sarhoşluğuyla kentin batısına akın etmektedirler. Tüm bu görüntüler genç Hasan için İstanbul’dan çıkıp doğup büyüdüğü, 13 yaşından beri yaz tatillerini geçirdiği Berlin’e, hâlâ Kreuzberg’de bir seyahat acentası işleten babasının yanına demir atması anlamına gelir. Ve böylece Hasan Kazan için yeni Berlin ve Almanya’nın yeni bir yüzü başlamış olur.
Hasan Berlin’e gelir gelmesine de, Berlin kendi derdine düşmüştür. Onun bildiği Batı Berlin’de sokaklar, duraklar, mağazalar; her yer ama her yer adeta insan seline dönmüş, Doğu Berlinli Almanların, Rusların, Polonyalıların akınına uğramıştır. Kent heyecan ve kaos içindedir.
Yadé Kara’nın “Selam Berlin” adlı romanının ilk sayfaları böyle bir atmosferde başlıyor. Yazar, ikiye ayrılmış bir kentin kavuşmasını, bu kavuşma kavşağını İstanbul’dan gelip seyreden genç kahramanı Hasan’ın bakış açısı ve diliyle anlatıyor. En yakın arkadaşları tarafından İstanbullu olarak çağrılan, fakat kendisini bir Berlinli olarak gören Hasan yeni girdiği bu ortamda biraz şaşkındır. Oysa genç kahramanın yabancısı olduğu bir yer değildir Berlin.
Pantolonumun fermuarı filan mı açıktı? Yoksa dudaklarımda reçelin son tortusu mu duruyordu? Başka bir gezegene mi aittim? Sanki karşılarında Berlin Hayvanat Bahçesi’ndeki bir deve duruyormuşçasına izlendiğimi fark ediyordum... Neredeyse içinde büyüdüğüm Berlin metrosunda kendimi öylesine yabancı hissediyordum ki. Her istasyonu, her köprüyü, her bir viraj alışın sesini tanıyordum. Hatta Berlin’in metro planını hafızama kazımıştım. Yine de bu doğu insanlarının arasında kendimi öylesine yabancı hissediyordum ki. Öylesine meraklı ve uyanık bakıyorlardı ki, Bild veya B-Z gazetesinin arkasına saklanan ve birbirlerini görmeyen Batı Berlinlilere hiç benzemiyorlardı. (Selam Berlin, Çeviri: M.T.)
Trajedilerle örülmüş ve korunmuş bir duvarın yıkılması da yeni yeni insan trajedilerini ortaya çıkarır. En azından Yadé Kara’nın romanındaki kahraman Hasan Kazan ve ailesi için bu böyle olur. Çünkü yıllardır duvarın arkasında yaşamış ve baba Kazan tarafından bir sır gibi saklanmış olan kötü bir sürpriz beklemektedir Kazan ailesini. Kent birleşme telaşına girerken, bu kötü sürprizle birlikte Kazan ailesi de dağılmaya başlar.
Selam Berlin’in yazarı 1965 doğumlu Yadé Kara, romanı ABC Televizyon kanalı adına Hongkong’da muhabirlik yaptığı dönemde yazmaya başladığını söylüyor. Hongkong’a kuşbakışı bakan bir kahvenin ilk ve tek müşterisi olduğu bir sabah, Hasan Kazan’ın sesinin kulağında çınladığını söylüyor yazar. 358 sayfalık romanın ilk bölümünü orada yazıp bitiriyor. Ve sonra devamı geliyor bir çırpıda.
Kentin barlarıyla, o dönemde çalınan ve Hasan Kazan’ın sık sık mırıldandığı hit şarkılarıyla, dönemin filmleriyle 90’lı yılların atmosferinin bir panoraması çizilen romanda, geniş bir araştırma gerektiren malzeme bolluğu olsa da, Yadé Kara 1990 yılındaki Dünya Futbol Şampiyonası hakkında biraz bilgi toplamak dışında hemen hemen hiç arşiv çalışması yapmadığını söylüyor.
İstanbul’un kolej yaşamından çıkıp Berlin’e ayak basan Hasan Kazan, Berlin’in diliyle konuşuyor gibi. Berlin özgürdür, herkes kafasındakini olduğu gibi söylüyor; İstanbul’un kibar züppe gençliği gibi her şeyi tartarak biçerek söze gelen bir dil yok orada. Batının ve doğunun barlarında dolaşan Hasan, doğunun harabe, kendi başına bırakılmış karanlık görüntüsünü batının parlak ışıklarıyla karşılaştırır. Yıkılan duvardan sonraki gelişmelerin kronolojik tanıklığını yaparken sık sık kafalardaki duvarlarla da çarpışır: Almanya’da yabancı olma, başka renkte ve ırkta olma durumları yansır okuyucuya Hasan Kazan gibi diğer kahramanların öyküleriyle... Genç kahraman, Türklerle ilgili kafalardaki klişe kavramların farkındadır. Kendisine teklif edilen bir filmde maço bir Türk erkek tiplemesini oynarken de, kendisini o rolde izlerken de, utanır, ama bununla dalga geçerek çıkar işin içinden. Dışarıda “evet” diyerek sergilediği kabullenmişlik halini, doğruluğuna inanmayarak reddeder kendi içinden. Hasan Kazan gibi dış dünyayı, yabancı düşmanlığını esprili bir harmoniyle dışarı taşımayan, ciddi görüneni ciddiyetle karşılık veren karakterler de var romanda. Örneğin amcasının kızı ve çocukluk arkadaşı Leyla, diğer adıyla Lala için yabancı düşmanlığı teninde hissettiği, birebir saldırıya uğrayarak yaşadığı ve kendisi için politik bir tavır alma haline gelen bir sorundur.
Selam Berlin Alman kitapçılarının en ön raflarını doldurarak, geniş bir okur kitlesine ulaşmış gibi görünüyor. Almanca yazan Türkiye kökenli yeni bir yazar mı doğdu diye soracak olursak, ünlü Alman eleştirmen Marcel Reich-Ranicki’nin “bir kişiyi ancak ikinci kitabından sonra değerlendirip ona yazar demek gerekir” özlü sözünü unutmadan; Yadé Kara’nın bu ilk kitabının iyi bir mutfaktan pişip akıcı ve esprili bir roman diliyle servis edildiğini, insana “arkasının geleceğine dair güçlü bir duygu yaşattığını” söylemeyi ihmal etmemek gerek.
Cumhuriyet Hafta, 16 Mayıs 2003