Ekim 2003 / Oktober 2003
Avrupa’ya Bir Kale Gerekli
Polly Toynbee
Çeviri: www.sendika.org
Toplu göç hayatın bir gerçeği ve Avrupa sınırlarının korunması adil bir dünya toplumu için şart. Çözüm, göçü yaratan nedenleri yok etmekte
Avrupa Birliği (AB) liderleri, aşırı sağın karanlık gölgesi altında Sevilla'da toplanırken, sığınma hakkı problemi Avrupa'yı sarıyor. Almanya'nın Bavyera eyaletinden sağ kanat temsilcisi Edmund Stoiber sığınma hakkı meselesini ilk kez bu hafta, Gerhard Schröder hakkındaki yeni şiddetlenen acımasız eleştirilerde kullandı. Tony Blair, sığınma meselesini ele alma niyeti olmadığı sürece aşırı sağcılara karşı çıkmanın 'anlamsız' olacağını söyledi; ama problem, bunun nasıl ve -en az onun kadar önemli olarak- hangi dilde olacağı.
Göçmenler hakkındaki görüşmelerin çoğunun üstü, gizli mesajlar ve saklı nüanslarla örtülüyor. Ne sağ ne de sol bu konuda net ve dürüst değil: Sol kanat boş protestolar düzenleyip kendileri pek bir şey sunmadıkları halde her çözüme karşı çıkarken, sağ kanat ırkçılık akıntısına kapılmış durumda. Işçi Partisi'nin iki içişleri sekreterinin silik yaklaşımı, netlikten hayli uzak oldu. David Blunkett'in 'batırmak' lafı, belirsizliğin kirli politikasında, Thatcher'ın kullandığı aynı ilgisizlik manasıyla telaffuz edildi.
Blair'in, 'sığınma isteyen vatandaşlarını geri almayan ülkelere yardımı kesme' tehdidi, yabancı kitleyi evine yollamanın idrakı imajıyla beraber, iç tüketime karşı cezalandırıcı bir tavır. Ancak Blair'in fakir ülkelerle yapılan AB ticaretinin göçmenleri geri alma niyetine bağlı olması gerekeceğine dair pek farkına varılmayan tahmini, zaten yıkılmış ekonomilere çok daha fazla zarar getirir. Bu, saf bir politik tavırdır ve tek etkisi, daha da cezalandırıcı politikalar uğruna talepleri karıştırmak olur. Diğer AB liderleri bunu da ortadan kaldırmalı.
Almanya ve Italya'ya yük
Bunun dışında Britanya'nın Sevilla masasına götürdüğü hareket planı duyarlı. AB'nin çoğunlukla üzerinde anlaştığı bir göçmen tanımı yapılması ve Britanya'nın diğerlerini, kendi daha liberal kurallarını uygulamaya ikna etmesi gerekiyor. Mesela Fransa, diktatörler, yağma ve talandan kaçan Somalililere, katı yasalara bağlı kalarak göçmen statüsü tanımıyor. AB'nin göçmenler için kolektif ve adilce paylaşılmış bir sistemi olmalı: Eğer tüm gelenler girdikleri ilk ülkede barındırılırsa, Almanya ve Italya'nın üzerine büyük yük biner. Avrupa sınırları üzerinde birleşik politikanın bedeli de aynı sebeple paylaşılmalı. Endişeli Avrupa seçmeninin güvenini geri kazanmanın tek yolu, bütün ülkelerin diğerlerinin hile yapmasından şüphelenmeden adil bir pay aldığı, adil kotalardan oluşan şeffaf bir sistem yaratmak. Guardian'da yayımlanan ve tüm göçmen derneklerinden gelen bir mektup, AB liderlerini 'histeriyi' ateşlememeleri için uyararak, Dünya Göçmen Günü'nün altını çizdi. Bir 'Avrupa kalesi' yaratılmasına karşı uyarıda bulundular. Ancak bu, ne anlama geldiğine bağlı. Bir bakıma 'Avrupa kalesi' gerçekten oluşturulması gereken bir şey ve Göçmen Konseyi'nden Nick Harvick'in de onayladığı gibi, işleyen kurallara ihtiyaç var. Korkuyu dindirebilmenin tek umudu, sınırların olabildiğince güvenli olduğundan emin olmak.
Bu bir sağ kanat savunusu değil ancak solda bir başarı umudu için kesinlikle gerekli. Ulusal devletlerin ve AB'nin kimliği, tüm vatandaşlar tarafından onaylanan kapsam kriterleri oluşmasına dayanıyor. Demokrasi yanlızca, kendi kanunları ve vergileriyle birbirine aynı coğrafya ve kimlikle karşılıklı olarak bağlanan insanlar arasında işleyebilir. Bir toplumun daha zengin üyeleri vergi ödemeye ve bir topluma dahil olmak adına başkalarıyla paylaşmaya ancak böyle ikna edilebilir. Thatcher kısmen bu yüzden, böyle bir şey olmadığını söylemişti. Sınırları savunmak, toplumu savunmak demektir. Dünyayı da işlevi olmadığı takdirde, yardım bütçeleri, borç silme ve fakir ülkelere ticareti açma konusunda kesinlikle oy vermeyeceklerdir.
Dünyada toplumdan önemli bir şey yok diyen Amerika'ya bakın. Amerikalılık, ülkenin önceki ideali açık göçten gelişti. (Artık bu geçerli değil) Yaygın kültürel mite göre 'Özgürlük Heykeli' toparlanan kalabalıklara göz kırpıyor ve sonra yeni gelenleri piyon gibi vahşi batıya sürüyor. Mite göre herkes gelip özgür ve tam bağımsız ülkede sıkı çalışarak başarılı olabilir. Bu açık kapı fikrinde gelip de başarılı olanlarla, henüz yolda olanları bağlayan ortak bir bağ yok. ABD'de kaynakları paylaşmaya dayalı bir kapalı toplum yok. Bu yüzden ABD, çocuk ölümleri konusunda bir Üçüncü Dünya ülkesi ve Avrupa'da görülmeyen bir yoksulluğu öğütüyor. Sosyal demokrat Avrupa'nın yollarıyla, açık sınırlar bağdaşmaz. Insanlar bir bilinmezlik ve sayısı kestirilemeyen göçmenler karşısında vergi ödemeyecektir ve bu liberallerin uydurduğu bir şey. Şimdiki kin dolu göçmen politikasında yanlış giden her şeyi haklı olarak eleştiriyorlar ancak sınırların iyice uygulanan sıkı kurallarla korunması ihtiyacından ve yüzde 50'lik başarısız göçmen kitlesini acilen geri yollamaktan kaçınıyorlar. Le Pen tarafından sömürülen tehlikeli 'batağa saplanma' paniği, hükümetlerin kontrolü kaybetmesi korkusundan kaynaklanıyor. Sangatte üzerine yapılan sefil münakaşa acil bir kolektif AB hareketi gereksinimini ortaya koyuyor.
Açıkgözlülüğe son!
Eğer AB hükümetleri bu sefer de seçmenlerinin en çok önemsediği bu konuda başarısızlığa uğrarsa, popülaritesi zaten azalan 'birleşik Avrupa' fikrine büyük zararı olur. AB açıkgözlülüğüne son vermek zorunda. Ancak bir kez net, adil ve yeterli bir sitem oluşturulduğunda, yeni göçmen ihtiyacını, göçmenlerin enerjisi ve yararlılığını (yüzde 30'u diplomalı) ve AB çapında paylaşımcı bir sistemin adilliğini desteklememek için bir bahaneleri olmayacak. Mektubu yazanların 'Avrupa kalesi'yle kastettikleri sınırları korumaktan çok, AB'nin köprüyü kaldırabileceği korkusuydu. AB'nin, vasıflı ve vasıfsız göçmenler arasında kota koyabilmek için, göçmen yasasını ortak bir yeşil kart sistemiyle beraber kabul etmesi gerek. Birçok uzmana göre Avrupa'nın içinde olduğu gibi dışarıdan da başvuru yapılabilmesi için adil bir giriş sistemi, çaresiz insanların hayatlarını fahiş fiyatlara riske atan suçlu kaçakçıların baskısını azaltacaktır. Yine de AB'nin çoğu kendini kuşatma altında hissediyor ve birçoğu yoksul ülkelerin sınırlarında toplanmış 20 milyon evsiz insanın çok azını kabul ediyor. ABD, Kanada, Avustralya ve diğerleri UNCHR'ye kayıtlı on binlerce göçmeni alıyor ama AB buraya kendi uğraşılarıyla gelenler dışında kimseyi almayacak. Britanya'nın Sevilla'ya götürdüğü planda acı verici şekilde yer almayan şey, kitle göçünün sebeplerini ortadan kaldırmaya dair niyetlilik. Birçok göçmen evlerini, ülkelerinde savaş çıktığında ya da kıtlık olduğunda terk ediyor. Yine de büyük aracı Tony Blair masaya, bu büyük küresel göçe sebep olan problemleri çözmek için BM ile birlikte ve AB'nin kolektif olarak yapabileceği öneriler koymadı. Yardım ve ticaret konusundaki tehditleri, yüzyılın en büyük meselesi olacak bir şeye, Avrupa sorununa utanç verici bir katkı yaparak verilen değersiz ve dar görüşlü tepkilerdir.
Kaynak: 21.06.2002 tarihli The Guardian