Temmuz-Ağustos 2003 / Juli-August 2003
Akıl bulantısı
Fikret DOĞAN
Hayat doğru okunması gereken bir kitaptır. Eğer gözünüzün ya da aklınızın ayarı bozuksa o kitabı habire tersten okursunuz. İşin kötüsü, gerçekliği sakatladığınızın farkına bile varamazsınız. Günümüzde “Gerçek”, yediği yumruklardan ağzı burnu yamulan bir transseksüel boksöre benzemektedir. Her tarafı o kadar örselenmiştir ki, artık onu tanımak mümkün değildir. Ancak üzerine bir bardak soğuk su içebilirsiniz. Don Kişot’un atına binip anlam ile eylemin arasındaki bağı koparmak üzere yola çıktığı günden bu yana, işler arapsaçına dönmüş, belirsizlik tüm rakiplerine üstünlük sağlamıştır. İpin ucu nerede başlıyor nerede bitiyor, bilen varsa beri gelsin.
Ne acıdır ki, bizi bu çıfıt çarşısına benzer karmaşadan kurtarma konusunda güvenebileceğimiz en son merci de akıldır, çünkü Bacon’un dediği gibi “zihin eğri ve bulanık bir aynadır”. Aslında bu son tümcede tek doğru şey bulanık sözcüğüdür, çünkü zihin ne eğridir ne de aynadır, sadece bulanıktır. Bacon’un aklı bile çarşafa dolanıyorsa, gerisini varın siz düşünün gayrı.
Hayata oynamak
Toplumsal baskı sonucu topal kalan akıl, hayatın gerisinde nal topluyor. Onun üzerine oynayan yarışseverler hayal kırıklığıyla kuponlarını yırtıp atarken bir servet kaybetmenin hüznünü yaşıyorlar. Kör teknoloji ve hoşgörüsüz dinin elinde bir oyuncak oldu akıl; ama çoktandır bu böyle değil miydi zaten? Anımsayalım; Galile’nin özgün düşüncelerine kilise, dönemin en akılcı savlarıyla karşı çıkmıyor muydu? Akıl kendi akılsızlığının farkında bile değil.
Oğuz Atay hayıflanmakta ne kadar da haklı: “Akıl ya akıl? En aptal tarafımız.” Öte taraftan Galile örneği ışığında insan sormadan edemiyor, akıl önüne çıkan herkesle iş tutan saf bir fahişe mi yoksa güzelim hayatı ensesi kalınların koynuna kendi elceğiziyle sokan bir pezevenk mi diye?
Bacon ile başladık, yine onunla devam edelim: “Gerçek zamanın kızıdır.” Doğrudur ama, akıl ve refikleri tarafından ırzına geçilmiştir, ne hikmetse babası olacak zalimin umurunda bile değildir bu durum. Akıl gerçeği adıyla çağırmayı kendine iş edinmeyi unutalı beri bu böyle. Dilsiz olan her şeye bir ses verme görevini tavan arasındaki eşyalarla birlikte tozlanmaya bıraktı. Yanına yaklaşanlar tutuldukları öksürük nöbetinden tanınıyorlar. Öhö öhö...
“Filozofların en akıllıları derler ki, akla uygun hiçbir şey yoktur ki, tam tersi de akla uygun olmasın” der bilge Montaigne. Bu düşünceyi güncel bir örnekle netleştirmek istiyorum. Ankara Ticaret Odası’nın yaptırdığı bir araştırmaya göre Almanya’da yılda kişi başına düşen sağlık harcaması 2 bin 848 dolar iken, Türkiye’de bu rakam 108 dolar düzeyinde.
Şimdi bu veriden yola çıkarak şu sonuca varıyorlar: Türkiye sağlık harcaması açısından en geri ülkelerden biri. İlk bakışta çok doğru bir çıkarım, ancak bir de madalyonun öteki yüzü var.
İyi de şeker kardeşim, 108 dolarlık sağlık harcaması aynı zamanda Türkiye’de insanların çok sağlıklı olduğunu gösterir.
Yalan mı?
Benim işçim, benim memurum, benim boşta gezenim turp gibidir, ona bulaşacak mikrop daha anasının karnından doğmamıştır.
En pahalı benzin
Rapor şöyle devam ediyor: Almanya’da 81 sentten satılan benzin Türkiye’de 110 sent. Bundan çıkardıkları sonuç şu: Türkiye, Avrupa genelinde “en pahalı benzin” kullanan ülke. İyi hoş da, peki Türkiye’nin çevre konusuna önem veren bir ülke olarak benzin alımını caydırmaya çalıştığını niye göremiyorsunuz?
Yine rapordan okuyoruz: Nüfusa göre kamu hizmetlisi sayısında her 100 kişiye Finlandiya’da 10, Kanada’da 8, Türkiye’de 3 kamu hizmetlisi düşüyor.
Raporu yazanlar bu rakamı çok az buluyorlar. Ama hiç akıllarına gelmiyor ki, öteki ülkelerde politikacılar ne kadar hısım akraba varsa hepsini kamuya doluşturmuşlar, Türkiye’de suyun başındakiler dirayetli oldukları için gizli işsizliğe geçit vermemişler.
Kafanız mı karıştı? Aklınızın süzgecinden geçirin diye yazıldı.
Ama dikkat edin de sakın kevgire dönmesin sonra o süzgeç!
Cumhuriyet Hafta, 27 Haziran 2003