Temmuz-Ağustos 2003 / Juli-August 2003
Kabahat SPD’de
IG Metall’in “tarihsel” grev yenilgisi üzerine
Bir parti desteği olmayan sendika zayıflar mı?
Michael Jäger
Öncelikle gerçek resmin silik görünmemesi önemlidir. Gerçekler şöyledir: Sona doğru IG Metall, çalışma süresinin haftada 35 saate indirilmesi için somut bir tarih verilmesi isteminden geri adım atmıştı. Sadece 2004 için 37 saatlik çalışma haftası talep ediyordu. Ancak bu da anlaşmaya yol açmadı. İşverenler, 2005’den itibaren, IG Metall’in 35 ila 40 saatlik bir çalışma koridoruna evet demesi koşulu ile 37 saati önerdiler. Somut yönetmelik her işyerinin durumuna göre yapılacaktı. Sendika sözcüsü Claus Eilrich’in dediği gibi, bunu kabul etmek “çalışma süresinin kısaltılmasından feragat etmek” anlamına gelecekti.
Avrpa’nın en güçlü sendikası olduğu söylenen bir sendika nasıl oldu da, böylesine utamazca adil olmayan bir karşıta yenildi? Zamanın, Avrupa çapında işverenlerin zamanı olduğu yanıtı verilebilir. Fransa’da da sendika hareketi zor durumda. Oradaki üç büyük sendikadan ikisi hükümetin planladığı emeklilik reformuna karşı greve çağırdı, ama üçüncü sendika hükümetle anlaştı. Grevler, tabandaki cesaretin de kırılması nedeniyle sona erdirilmek zorundaydılar. Şimdi sonbaharda yürütülecek olan mücadeleye umutlar bağlanmış durumda. Almanya’da da sendikaların, Şansölyenin “Agenda 2010”una karşı olan mücadelelerinin sonbaharda hız kazanacağı söyleniyor. IG Metall’in yenilgisinden sona bunu kim ciddiye alabilir ki? Yenilgi, 1954’den bu yana ilk yenilgi. En güçlü sendika, en güçlü manivelasını, yani grevi kullandı, ama görüldüğü kadarıyla manivela kırıldı. Kamu görüşünün de facto eşitlenmesine karşı direnemezdi. Bu tek görüşü kırabilmeyi başaramadı, tam tersine kendisi bölündü. Sendikayı FAZ’den taz’a kadar herkesin haksız görmesinin önemli etkisi oldu.
Kitle iletişim araçlarına suçu yıkmak, sorunu sadece yana itmek anlamına gelir. Birinin, diğerinin yazdığını kopya etmesi, ayrıca açıklanması gereken bir güçsüzlüğü ve bilinçsizliği göstermektedir. Güç ve “düşünen kafa” olsaydı, bunun medyada da etkisi görülürdü. O zaman, metalcilerin “yanında” olmasını beklememiz gereken güçleri bir sorgulamalıyız. Grev neden, Batı’ya da yayılması gereken bir noktada başarısız oldu? Grevin Batı’ya yayılacağını IG Metall Asbaşkanı Jürgen Peters açıklamıştı bile. En son, Batı’daki otomotiv sanayine parça üreten fabrikalarda grev başlamıştı. Batı’daki grevler için maddî temel oluşturacak şekilde Wolfsburg ve Münih’te üretime ara verilmişti. Çünkü bu noktada Batılı metalcilerin kendilerine, Doğu’daki mücadelenin aynı zamanda kendi mücadeleleri olup olmadığını sormaları söz konusuydu. Ancak şimdi, Batı’ya parça üreten fabrikalarda greve gidilmesinin, Peters’in yaptığı en büyük hata olduğu bize söyleniyor. Ve işte tam bu önemli dönemeç döneminde Batılı işyeri temsilcilikleri başkanlarının, grevi sona erdirme istemleri dile getirildi. Kendi saflarından gelen eleştiri sonucu grev cephesi doğal olarak zayıflatıldı.
Bu, nasıl oldu? Tabii ki eleştircilerin, Peters’in başkan adayı olmasından hoşnut olmayanların olmasının bir rolü var. Niye mücadele etmek istemiyorlar? Mücadele etmek isteyen, başkalarıyla birlikte, yani sadece kendisi için değil, başkaları için de mücadele eder. Salt kendini kurtama yatkınlığı IG Metall içerisinde de yaygınlaşıyor. Bu yaklaşımın ne denli basiretsiz olduğu, şimdi IG Metall’in “tarihsel” bir yenilgiye uğradını söyleyenlerin çokluğundan görülmektedir. Bu, IG Metall artık eski IG Metall değildir anlamına gelir. Sonucunda da, IG Metall’e eskisi gibi mücadele de edilmeyecektir. Güçlüden korkulur, ama zayıflarsa, bir tekme atılır. Şimdi kendilerini kurtardıklarını zannedenler, sonra yenilgiye uğrayacak olanlardır. Bu arada işverenlerin de Peters’in adaylığına pek sevinmediklerini söyleyebiliriz, eh, ne de olsa uzun vadeli düşünüyorlar ve belki de bu yüzden olası bir anlaşmayı ta başından engellemeye çalıştılar. Peters’in, Zwickel başkanlığa devam ederken grevi yönetmiş olması durumu, uygun bir durum değildi. Ama grev, IG Metall yönetim kurulunda oy birliği ile karar altına alınmıştı.
Grevdekilerin yanında olması gereken diğer güç te SPD’ydi. Gerçi Gerhard Schröder’in verdiği seçim vaatlerini tuvalet kâğıdı gibi kullanmasına alışmış olabiliriz, ama bu bir skandaldır ve skandal kalacaktır. Schröder, kendisi ve partisinin 2007 yılına kadar Batı ve Doğu’da eşit işe eşit ücret ödeneceği vaadini verdiği için seçilmişti. IG Metall aslında SPD’nin bir istemini gerçekleştirmek istiyordu. Şansölye, aynı eski IG Metall yöneticisi Walter Riester tarafından yönetilen Çalışma Bakanlığını parçaladığı gibi, IG Metall’e ihanet etti. Schröder’in attığı her adımı SPD onaylıyor. Eğer, IG Metall’in “tarihsel” yenilgisinin nedenlerini soracak olursak: neden budur. Böylesi koşullarda Batılı metalciler, kendi egoizmlerini aşmayı ve Doğu’da greve giden metalcileri desteklemeyi nasıl başrsınlar?
Grevin bitirildiği haftasonu Neuhardenburg Sarayında bir araya gelen Schröder Hükümeti kendi hesaplarını yaptı: söz verildiği gibi 2007’ye kadar 35 saatlik çalışma haftası Doğu’da gerçekleşmeyecek, ama buna karşın 2004’den itibaren gelir vergisinde önemli azaltmalara gidilecek. Burada birbirleri ile radikal bir şekilde çatışan iki strateji ortaya çıkıyor. Hükümet de, sendika gibi, satın alma gücünün artırılmasından bahsediyor. Sendika, kitlesel satın alman gücüne reelücret artışı ve çalışma süresinin kısaltılması ile ki sonuncusu daha fazla işyerii yani daha çok satın alma gücü olan çalışana yol açar ulaşmak isterken, hükümet kolaya kaçıyor: Hükümete göre, daha az vergi ödeyen, tasarruf ettiği meblağı tüketime harcarmış. Ancak hükümet hesabının, vergi gelirlerinden feragat etmek isteyen devletin işsizlik yardımını kestiği geliri olmayan insanlar uymadığını “unutuyor”. Hatta şimdi, vergi gelirlerinin azalmasını subvansiyonların azaltılması ile denkleştirmek istiyorlar. Bu zaten yıl başında yapılmıştı. İkinicisi de, birincisi gibi Federal Şura’dan geri dönecek. Bunun ardından da sadece vergi indirimi kalacak, ki bu da gerçekte kitlesel tüketime değil, işverenlerin egoist istemlerini yerine getirmeye yarayacak. İşte bu neoliberal stratejidir. Şansölye’nin ve Federal Ekononi Bakanının sendikalara, Doğu’daki işçilerin Batı’ya nazaran daha ucuz olduğu “mevkii avantajının” bilincine varmalarını önermeleri buna tam uymaktadır.
SPD suçludur. Ancak bu gerçek görüldüğünde, yenilgiden çıkış anlamına gelecek yeni yolların farkına varılabilir. Eski bir şarkı: sendika ve partisiyle geleneksel bir işbölümü vardır. Sendika güncel çıkarları gerçekleştirirken, parti genel stratejiden ve siyasî konseptten sorumludur. Ama, parti bu işbölümünden ayrılırsa ne olacak? Önce, bu ayrılığın gerçekleştiğinin görülmesi iyi olur. Maalesef DGB bunu görmekten çok uzakta. Bu nedenle hep kendisine doğrultulmuş bıçak ucuna koşuyor. Ama, gözlerinin açıldığını varsayalım. O zaman Parti Sorununu yeniden ele alması gerekir. Bu soru yanıtlanmadığı sürece de, her mücadelede başkası bu görevi üstlenmediğinden genel stratejik ve siyasal konsept boyutunu içeren esasa dikkat etmelidir. Bu bakış açısı çerçevesinde IG Metall başarısız mücadelesi nedeniyle eleştirilmeyi hak ediyor.
IG Metall’in esasî olma çabası çok zayıftı. Bir tarafta, Batı ve Doğu Almanya’ya eşit muamele gösterilmesini bir “adalet” sorunu olarak gördü. Ancak bunu yaparken, Wolfgang Clement’in, daha yıllar önce Düsseldorf’ta Başbakanken adaleti nasıl tanımladığını biliyordu: Clement’e göre, işverenlere daha fazla kâr getiren her şey adildir, çünkü sosyal denkleşme ancak böyle gerçekleşir. Eğer herkes “adalet” kavramından istediğini anlarsa, bu kavram Doğulu metalcilerin, hele hele Federal Ekonomi Bakanı olarak Clement’e karşı bir silahı olamaz. IG Metall diğer tarafta çalışma süresinin kısaltılmasının yeni işyerleri yaratacağını iddia ediyordu. Ama aynı zamnda işveren örgütleri tam tersini, yani çalışma süresini uzatmayı savunuyorsa ki Peters kendisi hep diyordu: Doğu’da 38 saatlik süreyi alaşağı edemezsek, bu Batı’da da yürürlüğe girer bu silahında zararsız hale gelebileceği hesaplanmalıydı.
Tabii ki adalet ve çalışma süresinin kısaltılması için mücadele etmek önemlidir. Ancak, bu kavramlar üzerine yapılan tartışmalarda daha esasî bir kararın beklediği giderek daha iyi görülmekte. Bu eski, ama herkesi ilgilendiren bir sorudur: sermayenin topluma egemen olması ve kendi çıkarına toplumdan tavizler istemesi mi, yoksa talebi karşılayan bir hizmet verici olarak var olma hakkına sahip olduğundan, toplumun egemenliğine boyun eğmesi mi doğrudur? İlişkiler öylesine sivrileşti ki, bu sorunun altında hedeflerine ulaşabilme hayali ile yürütülen her mücadele başından yenilgiye mahkûm hale gelmiştir. Bizim, bunu kavrayabilen hem bir partiye, hem de bir IG Metall’e ihtiyacımız var.
Kaynak: Freitag 28/Temmuz 2003
(Çeviri: Murat Çakır)