Temmuz-Ağustos 2003 / Juli-August 2003

“Das Fladenbrot”

Zerrin K. DITTMANN

Zorlu bir kıştan sonra yaz tatili yaklaşıyor. Herkeste tatlı bir heyecan, alışverişler yapılıyor. Henüz erken olmasına rağmen bavullar da dolapların üzerinden indirilip, tıka basa dolduruldu, arabaların üst bagajlarına vurulacak günü bekliyor. Onları gördükçe beni de o tatlı heyecan sarmıyor dersem, doğru olmaz. Bildik toprağın bildik rehavetini özümlemek için çok sabırsızım. Nedense yaklaşan izinle, sık sık düşlerime girer memleketim. Bu ruh durumuna girdiğimde de toprağımın insanı ile beraber olup, enine boyuna oralardan söz etmek isterim. Sözümona demokrasisini eleştirip, güzel doğasının düşünü paylaştığımda, hoş kokusunu burnumun direğinde duyarım. Bu nedenle de bir arkadaşımın hafta sonu tatil alışverişine katılma teklifini tekrarlatmadım. Mağazaları dolaşıp pek çok şeye baktık, ama almadık. Tekstil bizim ellerde daha ucuzdu. Yorgun argın bir pastaneye kendimizi attık. Vitrinde bir yemek kitabındaki zarafeti ve lezzeti ile sıralanmış pastalara bakarak, sipariş sıramızı beklemeye başladık.

***
Sıradaki insanların arasında yaşlıca iki vatandaş da pasta siparişi verirken, satıcı kadından 10 kadar küçük ekmek paketlemesini istedi. İyi giyimlisinin gözüne pide ilişti. O da pideyi gösterdi. Satıcı kadın, adamın parmağının gösterdiği yere baktı ve “Aa das Fladenbrot!” dedi. Bizimkinin yüz hatları karıştı ve sordu: “Was Brot?” Kadın kibarca tekrarladı: “Das Fladenbrot.” Bizimki sinirlendi: “Nix Fladenbrot, pide, pide!”

Kadın şaşırdı anlamadığını söyledi. Bunun üzerinden bizimki gömlek cebinden kağıt kalem çıkartarak büyük harflerle “PİDE” yazdı ve kadına uzattı. Kadın daha bir şaşkın, bir kağıda bir adama bakarak ve “i” yi uzatarak tekrarladı “ah, Piide”. Adam sakinleşti. Kadın elindeki kağıdı çöpe atacaktı ki, bizimki gürledi. Kadın da “Şimdi ne oldu?” der gibi adama döndü. Adam pide yazılı kağıdı, pidenin üzerinde duran “Fladenbrot” yazılı kart ile değiştirmesini istiyordu. Zavallı kadın iyice allak bullak, bunu şefine sormadan yapamayacağını anlatmaya çalıştı. Bizimki ter ter tepiniyor, ille de pide yazısını değiştirmesini istiyordu. Sıradakiler için anlamsız olan bu tartışma büyümeye başlamıştı. Arkadaşım kolumu sıkarak bana karışmamam için sinyal verdi. Sessizce takip ederken, diğer satıcı kadın bizim siparişimizi aldı. Bu arada tartışmadan bıkan kadın, adamı başından savmak için pide yazısını değiştirdi.

***
Adamımız, başarısından mutlu, derin bir nefes alarak paketini alıp pasta siparişini verdi. Baktım, sanki yanındakilerden bir baş daha uzun muydu ne? Pastanenin önündeki masalardan birine biz, diğerine bizimkiler yerleşti. Adamın arkadaşı gülüyor, adam ise ciddi. Arkadaşım, birkaç ayrı konuya girerek kulaklarımı yan masadan kendisine çevirmem için çaba gösterdi, ama sonunda bir süre beni rahat bıraktı. O anda benim için hiçbir konunun onları dinlemekten daha önemli olmadığını biliyordu. Adam gururla arkadaşına anlatmaya başladı: “Ben bu işi görev edindim kardeşim, kırk yıllık pidenin adını Fladenbrot’la değiştirtmem. Pidemi inatla Alman dükkanlarından, ama pide olduğunu kabul ettirdikten sonra alıyorum. Öyle ya, biz onların isimlerini metazori değiştiriyor muyuz? Pide işi bitsin ’Döner’e başlayacağım. Uyum, uyum diye tutturdular. Biraz biz, biraz onlar adım atacak. Başka yolu yok.” Arkadaşı gülmeye başladı. “Başka işin yok mu ya?” “Emekliyim, vaktim bol, Allah ömür verirse yapacam.” Kahvelerini içip kalktılar.

Arkadaşıma dönüp özür dileyerek sordum, “Nerede kalmıştık?” Bu konu üzerinde konuşacağımızı adı gibi bilerek, “Aslında hiç de fena bir fikir değil” dedi.

İkimiz de bizimkinin izinden gitmeye karar verdik. Ama bir elin nesi, iki elin sesi var. Ne dersiniz hep birlikte başlayalım mı? Uyum dayatması insanlarımızın yaşam biçimlerine pek çok noktada dokunan bir zorlama.

Uyum ise adamın dediği gibi “bir adım sen, bir adım ben.”

Cumhuriyet Hafta, 27 Haziran 2003