Irak Savaşı: Yaklaşan Felaket

Immanuel WALLERSTEIN

George W. Bush jeopolitik açıdan bir yeteneksizdir. Bush, bir şahinler kliğinin kendisini içinden çıkamayacağı, Birleşik Devletler için – ve dünyanın geri kalanı için – olumsuz sonuçlardan başka bir sonucu getirmeyecek bir konuma, Irak saldırısına ikna etmelerine izin verdi. Kendisini politik açıdan zarar görmüş, belki de telafisi mümkün olmayan bir hasara uğramış bulacaktır. Ve Bush, zaten dünyada düşüşe geçmiş olan Birleşik Devletler’in gücünü hızla azaltacaktır. Irak’a karşı bir savaş çok kısa bir sürede hem Iraklılardan, hem de Amerikalılardan pek çok kişinin ölmesine yol açacak. Çünkü yüksek irtifalı, neşter atmaya benzer hava saldırısının askeri bakımdan yeterli olmayacağı açıkça görülüyor. Irak saldırısı Arap-İslam dünyasında şu ana kadar hayal edilmemiş bir düzeyde karmaşaya neden olacaktır. Diğer Arap liderleri Saddam Hüseyin’den bir nebze bile hoşlanmıyorlar. Fakat halkları kaçınılmaz olarak bir Arap devletine yapılan sebebsiz bir saldırı olarak hissedecekleri bu savaşı desteklemeyerek liderlerine çok az seçenek bırakacaklar; karmaşa sırasında silinip süpürülme ya da alaşağı edilme. Ve Irak’a düzenlenecek bir saldırı – eğer şimdi fırlatılırsa sonra tekrar gayrı meşru kılınması çok zor olacak – nükleer silahların kullanımı için eninde sonunda kıvılcımı çakacaktır. Henüz Irak’ın bu gibi silahları olmayabilir, fakat bundan emin olamayız. Elinde bu gibi silahlar olmasa bile, İsrail’e konvansiyonel füzelerle saldırmayacak mı? Ve bu da, İsrail’i sahip olduğunu bildiğimiz nükleer silahlarla yanıt vermek üzere harekete geçirmeyecek mi? Bu mesele için, eğer savaş çetinleşmeye başlarsa, Birleşik Devletler’in taktik nükleer silahları kullanmak için can atmayacağından gerçekten emin miyiz?

Nasıl oldu da hepimiz böyle feci bir çıkmaz yola girdik?

Muhtemelen Irak’a karşı düzenlenecek bir Birleşik Devletler askeri operasyonunun artık gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin değil ne zaman gerçekleşeceğinin sorulması gerekiyor. Birleşik Devletler hükümeti harekatın gerekli olduğunda ısrarlı; çünkü ABD’ye göre Irak, Birleşmiş Milletler kararlarına uymuyor ve genelde dünya için, özelde de Birleşik Devletler için acil bir tehlike teşkil ediyor. Askeri operasyon için getirilen bu açıklama o kadar zayıftır ki, ciddiye alınamaz. Birleşmiş Milletler’in kararlarına ya da diğer uluslararası yasaklamalara karşı direnme son elli yıldır alışıldık bir şey. ABD’nin Dünya Mahkemesi’nin 1986’da aldığı ve Birleşik Devletler’in Nikaragua’daki eylemlerini mahkum eden kararına uymayı reddettiğini hatırlatmanın yeterli olacağını sanıyorum. Ve Başkan Bush, Birleşik Devletler’in ulusal çıkarları açısından tehlikeli saydığı hiç bir anlaşmaya saygı uymayacağını fazlasıyla açık bir biçimde ifade etti. İsrail, tabi ki BM kararlarına 30 yılı aşkın bir süredir karşı koyuyor ve ben bu yorumu yazarken de bunu yapmaya devam etmekte. Ve diğer BM üyelerinin sicili de çok daha iyi değil. Doğrudur, Sadam Hüseyin BM’in oldukça belirgin kararlarına karşı koyuyor. Başka yeni bir şey var mı?

Hüseyin herhangi birisi için acil bir tehdit mi? Ağustos 1990’da Irak Kuveyt’i işgal etti. Bu hareket en azından acil bir tehdit oluşturuyordu. Birleşik Devletler’in yanıtı, Iraklıları Kuveyt’in dışına sürdüğümüz ve iyi bilinen askeri ve politik nedenlerle daha ileri gitmemeye karar verdiğimiz Körfez Savaşı’ydı. Fakat bu savaş Saddam Hüseyin’i iktidarda bıraktı.

BM, Irak’ın nükleer, kimyasal ve bakteriyolojik silahları bırakması gerekliliğine yönelik çeşitli kararlar aldı, ve bunun belirtildiği gibi yapılıp yapılmadığını denetlemeleri için denetim ekipleri görevlendirdi. BM ayrıca, Irak’a çeşitli biçimlerde ambargolar da uyguladı. Bildiğimiz kadarıyla, o zamandan bu yana on yılı aşkın bir süe boyunca, BM kararlarıyla Irak’a konan kısıtlamalar sistemi önemli ölçüde zayıfladı; ama hiç bir şekilde tamamen kalkmadı.

Bir kaç hafta önce, Irak ve Kuveyt arasında, Irak’ın Kuveyt’in egemenliğine saygılı olmayı kabul ettiği bir anlaşma imzalandı. Kuveyt Dışişleri Bakanı Sheik Sabah el Ahmed el Cabbar el Sabah ülkesinin artık “%100 tatmin olduğunu” ifade etti ve anlaşmayı yazanın kendisi olduğunu da ekledi. Bununla beraber, Birleşik Devletler sözcüsü şüpheci bir yaklaşım sergiledi. Birleşik Devletler, Kuveyt’in “tatmin olmasıyla” vazgeçecek değildi. Kuveyt nedir ki böyle bir kararda söz sahibi olsun?

Amerikan şahinleri, ancak güç kullanımının – çok önemli miktarda kuvvetin – bizim dünya üzerindeki tartışmasız hegemonyamızı yeniden tesis edeceğine inanıyorlar. Şüphesiz yoğun güç kullanımının, 1945’te Amerika’nın yaptığı gibi, hegemonyayı tesis edebileceği doğrudur. Fakat artık Birleşik Devletler hegemonyası bir zamanlar olduğu gibi değil. Ülkenin 1945-1965 arası dönemde dünya çapındaki ekonomik üstünlüğü, Birleşik Devletler’in ekonomik konumunun Avrupa Birliği yada Japonya’dan dikkate değer şekilde daha iyi olmadığı bir durumla yer değiştirmiştir. Bu görece ekonomik düşüş, Birleşik Devletler’in yakın müttefikleri üzerindeki tartışmasız politik itibarına maloldu. Başka bir deyişle geriye sadece askeri üstünlüğü kaldı. Ve Machiavelli’nin yüzyıllar önce bize öğrettiği gibi, güç yeterli değildir: eğer elinizde kalan sadece kaba kuvvet ise, onu kullanmak bir güç işareti olmaktan çok bir zayıflık işaretidir ve kullananı zayıflatır.

Bu noktada şurası kesin ki, Birleşik Devletler’in düzenleyeceği bir Irak saldırısını neredeyse hiç kimse desteklemiyor: ne tek bir Arap ülkesi, ne Türkiye, İran, Pakistan, ne Rusya, ne de Avrupa’nın büyük çoğunluğu. Tabii ki, iki ünlü istisna var: Bush’a alkış tutan İsrail ve Büyük Britanya – ya da daha doğrusu, geçen haftasonu Texas’ta Irak ile ilgili olarak “hiç bir şey yapmamak ... bir seçenek değildir” açıklaması yapan Büyük Britanya’nın Başbakanı Tony Blair. Ancak geçen ay The Observer’da yayınlanan bir makalede “Britanya’nın askeri liderleri, Tony Blair’i dün gece sert bir dille Irak’a karşı yürütülecek bir savaşın başarısızlığa mahkum olduğu ve küçük bir politik kazanç uğruna can kayıplarına neden olacağı konusunda uyardılar” deniliyor.

Bu pek de hoş olmayan gerçeği Başkan Bush’a ifade etmek konusunda daha temkinli olmuşlarsa da, Birleşik Devletler askeri liderlerinin gerçekte bundan farklı bir sonuca ulaşmış olduklarına inanamam. Eski CIA’lı ve Clinton’ın Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Irak uzmanı olan Kenneth Pollack, Irak’a düzenlenecek bir askeri harekette, 200.000-300.000 Birleşik Devletler askerinin, tahminen ya Kuveyt’teki ya da Suudi Arabistan’daki üslerden gönderilmesi gerektiğini ve ayrıca Kuzey Irak’taki Kürt’leri korumak için de ek askeri birliklerin gerekli olacağını ifade ediyor.

Birleşik Devletler peşisıra gelmeleri için tüm müttefiklerinin gözünü korkutma polikitasına güveniyor görünüyor. Fakat İsrail’in Batı Şeria’daki şehirleri işgal etmesinden sonra, Suudi (ve hatta Kuveyt’teki) üslerin Birleşik Devletler askerlerince kullanılabileceğine dair uzak ihtimal de kesin olarak ortadan kayboldu. Türkiye’nin Irak’lı Kürt’leri savunmakla ilgilenmediği açık; çünkü böyle bir hareket kesinlikle, Türk hükümetinin karşısında tüm enerjisiyle savaştığı Türkiye’deki Kürt hareketini güçlendirecektir. İsrail için ise, Başbakan Ariel Şaron — Bush’un güçlü desteğiyle — olabildiğince çabuk şekilde Filistin Otoritesi’ni yok etme sürecinde; ki bunun Bush’a, Irak-karşıtı koalisyonun inşasında yardımı dokunmayacağı kesindir.

Fakat, kazanılması imkansız olmasa da, yine zor bir işgal yaşanacaktır. Saldırı başka bir Vietnam’a dönüşebilir. Tıpkı Vietnam’da olduğu gibi, savaş uzun bir süre devam edecek ve bir çok Amerikalının yaşamına mal olacaktır. Ve Birleşik Devletler için politik etkileri o kadar olumsuz olacak ki Bush (yada ardından gelen) sonunda defedilecek. Yurtiçindeki sonucu ise, yenilenmiş ve daha güçlü bir Vietnam sendromu olacaktır.

Bush yönetiminden hiç kimse bunu göremiyor mu? Bir kaç kişi, hiç şüphesiz, fakat onlar görmezden geliniyor çünkü Bush kendi kendisini maruz bıraktığı bir ikilem içinde. Eğer Irak istilasına girişirse, kendisini iktidardan düşürme riskini almış olacak; tıpkı Lyndon Johnson gibi. Ve Birleşik Devletler’in başarısızlığı, sonunda Avrupalılara, Atlantikli değil, Avrupalı olma cesaretini verecek. Fakat bu olumsuz sonuçlar gelecekte karşısına çıkacak, oysa saldırmamaktan kaynaklanacak olumsuz sonuçlarla anında yüzleşecek.

Bush, Amerikan halkına “terörizme karşı kesinlikle kazanacağımız bir savaş” sözü verdi. Şimdiye kadar tüm yapabildiği zayıf ve fakir Taliban’ın çökertilmesi oldu. Henüz Bin Ladin’i yakalayamadı. Pakistan sallantılı. Suudi Arabistan ABD’den uzaklaşıyor. Eğer Irak’ı istila etmezse, onun için en çok önem taşıyanların – Amerikan seçmenlerinin – gözünde aptal durumuna düşecek. Ve bu, belirsizliğe yer bırakmayacak bir biçimde, Birleşik Devletler iç politikası danışmanlarınca ona söyleniyor. Bush’un inanılmaz seviyelerdeki yüksek kabül ratingleri onun bir “savaş başkanı” oluşunu yansıtıyor. Bir barış-zamanı başkanı olmaya başladığı an, ciddi bir bela içinde olacaktır – savaş zamanı için verdiği sözleri yerine getirmeyi başaramadı ölçüde bundan çok daha fazlası başına gelecektir.

Bu yüzden, seçeneği yok. Irak’ı istila edecek. Bush, şu anda yaşanmakta olan Orta Doğu krizinin onu bundan vazgeçirmeyeceğini de açığa kavuşturdu. Hatta tam tersine. Dışişleri Bakanı Colin Powell’ı bölgeye yollaması, operasyonu garantiye alma çabasının bir yoluydu. Ve sonuçları hep beraber yaşayacağız.

(© Immanuel Wallerstein. Bütün hakları saklıdır. Bu yazı, değiştirilmemek, yayın haklarına ilişkin not korunmak koşuluyla bilgisayarlara yüklenebilir, elektronik ortamda iletilebilir ya da başkalarına postalanabilir, bilişim ağı üzerindeki ticari olmayan kamusal alanlarda yayımlanabilir. Bu metni çevirmek, bilişim ağı üzerindeki ticari alanlar ile alıntıları da kapsamak üzere basılı olarak ya da başka biçimlerde yayımlamak için yazarına başvurunuz: iwaller@binghamton.edu; faks: 1-607-777-4315.)