Tuzak kurucular ve sarhoş şoförler üzerine

Federal Hükümet nasıl savaşa pasif olarak katılıyor

Peter Strutynski

Federal Şansölye Schröder ve Dışişleri Bakanı’nın Federal Parlamento Seçimlerinde yedi hafta önce barışa duydukları “aşkı” keşfetmeleri, Federal Almanya Barış Hareketi açısından pek inandırıcı değildi. 1 Temmuz 2002 tarihinde yapılan Almanya – Fransa zirvesinden sonra Federal Hükümet – Fransız Devlet Başkanı Chirac ile omuz omuza - ABD’nin Irak savaşına Almanya’nın katılmayacağını açıklıyor ve hemen her fırsatta bu açıklamayı tekrarlıyordu. Barış Hareketi bu gelişmeye sevinmiş, ancak bu seçim vaadinin “yemin” durumunda gerçekleştirilmesi konusundaki ciddiyetini sorgulamaktan da vazgeçmemişti. Kırmızı – Yeşil Koalisyon nihayet kendilerini anket diplerinden kurtaracak bir konuyu buldukları için seviniyordu. Seçim mücadelesini yürüten management içerisinde, hükümetin tekrar seçildekten sonra “dün sarfettiklerim bugün beni ilgilendirmez” diyeceğini düşünenler herhalde az değildi.

Ancak olay böyle gelişmedi. Gerçi Federal Savunma Bakanı Peter Struck, seçim gecesi hükümetin az bir farkla seçimi kazandığı belli olduktan sonra, Afganistan ve Balkan’lardaki Alman kıta kontenjanlarını artıracağını ve böylece Amerikalı dostlarının Körfez’deki çıkartmalarının yükünü hafifletecekleri açıklamasını yapmasına izin verilmişti. Ancak, planlanan ABD saldırısına katılmama formülü seçimden sonra da geçerliliğini kaybememişti. Her geçen gün bu çizginin hükümet tarafından korunamayacağı aşikâr olmasına rağmen. Çünkü ilk etapta ABD hükümetinin baskısı bu formülün işleyemeyeceğini göstermekte. Burada Beyaz Saray, Federal Alman Ordusunun savaşa reel katılımını beklememekte. Dünya çapındaki tek askerî gücün zaten buna ihtiyacı yok. ABD sadece kendi cephesindeki siyasî direnişi kırabileceğinin ve – potansiyel rakipleri olan – Avrupalı ortaklarına lafını dinletebileceğinin ispatını vermek istemekte.

Federal Hükümetin bu çizgisini koruyamayacağını ikinci olarak Almanya’daki egemen basın ve sağcı muhalafet tarafından yürütülen baskı göstermektedir. Haftalardan beridir ülke çapında yayımlanan gazetelerin köşe yazılarında ve ana yorumlarında tek bir dilden, Federal Hükümetin en önemli ittifak gücüyle dayanışmada bulunmaktan başka bir yolu kalmadığı yazılmakta. Bu sözde “gerekçe” ile Almanya’nın özel bir çizgi izleyerek kendisini uluslararası birlikten “izole” etmemesi gerektiği talep edilmekte. Aslına asıl izole olanlar ABD ve Britanyalı siyasî kanişi Tony Blair’dir. Dünyadaki ülkelerin çoğunluğu tarafından desteklenen savaş karşıtı bir tutumu “özel bir çizgi” olarak nitelemek, halkı aptal yerine koymakla birebirdir. Seçmenler, artık hiç bir şey tarafından durdurulamayacak olan savaşın zorunluluğu ve bu nedenle de “İttifak Dayanışması”ndan kopulmasının doğru olmadığı konusunda ikna edilmeye çalışılmakta.

Federal Almanya’nın savaşa “pasif” katılımından daha ilerisini zorlayan üçüncü neden, Orta Doğu’daki düzenin yeni düzenlenmesinde (yani yeni paylaşımında) söz sahibi olmak isteyen ekonomik ve siyasî kesimlerin çıkarlarıdır. “Katılmak herşeydir” olimpik ilkesi, aynı dünya liginin lideri olan ABD için geçerli olduğu gibi, dünya çapında ambisyonları olan Avrupalı bir büyük güç için de geçerlidir. Alman siyaseti önceleri Orta Doğu’daki hedeflerine savaş olmadan daha kolay ulaşabileceği düşüncesine belki sahiden de sahipti. Fischer’in, barut fıçısındaki savaşın tehlikelerine ve ne de olsa dünya enerji rezervlerinin yarısının bulunduğu bölgenin daha çok destabilize olacağına yönelik kaygıları aslına cidden ifade edilmiş kaygılardı. Ancak, ABD’nin gerektiğinde tek başına savaşa gireceği (ve ardından büyük bir olasılıkla savaş ganimetini tek başına halledebileceği) bir durumda, tükürüğü yalamak, yani: diğer bir deyişle, “Savaş Sonrası Düzen” üzerindeki siyasî etkiyi kaybetmemek için oyuna katılmak zorunluluğu vardır.

Şu anda Federal Hükümet, daha sonra savaş başladığında kendisinin düşmek zorunda olacağı tuzakları kendisi kurmaktadır. İlk tuzak Kuveyt’teki “Fuchs” panzerleridir. İkinci tuzak Körfezde devriye gezen deniz kuvvetleri ve üçüncü tuzak da Federal Parlamentoda neredeyse oy birliği ile alınan sözde “Anti terör savaşının” yani “Enduring Freedom”un devamı kararıdır. ABD’nin terörizme karşı dünya çapında başlattığı seferin Irak’ı da içerdiğini herkes bilmiyor mu? Bunun böyle olduğunu daha dokuz ay öncesinden Washington Post’un son derece yaptırım gücüne sahip olan muhafazakâr başyazarı Charles Krauthammer’in yazılarından okunabiliyordu. Krauthammer Şubat’taki yazısında Başkan Bush’un 29 Ocak tarihli ulusa sesleniş konuşmasında “Terörizme karşı savaşı” yeniden tanımladığını ve bir zaman aksi koyduğunu yazıyordu. Bush, Kongre’de yaptığı konuşmada “Tartışacağız, ama zaman bizim tarafımızda değil. Tehlikelerin artması durumunda, hiç bir şey yapmadan seyretmeyeceğim. Tehlikelerin hızla üzerimize gelmelerini beklemeyeceğim. Amerika Birleşik Devletleri, dünyanın en tehlikeli rejimine, kendisini dünyanın en yok edici silahları ile tehdit etmesine izin vermeyecektir. Krauthammer bu sözleri üzerine, Bush’un halk tarafından sevilmesini daha büyük ve tehlikeli bir savaş için kullanacağını yazmaktaydı. Krauthammer, ABD “birinci adım Afganistan’dan sonra” nereye gidiyor sorusunu ortaya atıyor ve yanıtını kendisi veriyordu: “İkinci adım, Filipinler’den Bosna üzerinden Somalia’ya kadar terörist avıdır. Ve üçüncü adım, yani Saddam Hüseyin’in alaşağı edilmesi ise, ikinci adımın haftalarca gazete başlıklarından inmediği süre içerisinde sessizce hazırlanmaktadır”. Krauthammer büyük Irak seferinin 12 ay içerisinde bağlayacağını söylemekteydi. Yani Şubat’a kadar daha zaman var.

Federal Hükümetin kendi kendisine kurduğu son tuzak ise, Prag NATO Zirvesinden sonra açıkladığı “ihtiyaç halinde yardım” kararıdır. Savaş durumunda, Alman Fuchs – Panzerlerinin de konuşlandırıldığı Kuveyt’teki ABD üssüne saldırı olabilirmiş. Savunma Bakanlığı Parlamenter Müsteşar Hans Georg Wagner bu durumda “askerlerimiz tabii ki görevlerini yapacaklardır” demekte. Ve böylece Almanya savaşa katılmış olacak! Kırmızı – Yeşil koalisyon içerisinde hep zor durumda kalan Christian Ströbele 25 Kasım 2002 tarihli TAZ gazetesinde çok doğru bir yorumda bulundu: “Savaşa başlayarak, kendi kendini zor durumda bıraktığın zaman, ihtiyaç halinde yardıma muhtaç kalmış sayılmazsın”. Aynı, direksiyon başına geçen bir sarhoşa, onun yanında oturup içki içerek yardım edilemeyeceği gibi.

Peter Strutynski “Bundesausschuß Friedensratschlag” örgütünün sözcüsüdür.

(Çeviri:M.Çakır)