Kaçırılan Fırsat
Sungur Savran
Siz diyalektiğin ihtişamına bakın. Düne kadar küçük dağları ben yarattım edasıyla konuşan, o "büyük" politikacılar, Ecevit'ler, Cem'ler, Çiller'ler, Yılmaz'lar, Bahçeli'ler, Kutan'lar, bugün süklüm püklüm tarihin çöp sepetine atılma kaygısı içinde bekleşiyorlar. Bakın, daha kitle ayağa kalkmadı. Ama son yirmi beş yılın durgunluğu içinde, bırakın devrimi hayal edebilmeyi, toplumların köklü değişimler yaşayacağını bile düşünemez hale gelen ortalama solcu için bu seçimler nasıl da bir uyarı niteliği taşıyor: "Büyük" güçlerden korkmaktan, onlar hep büyük kalacak, sosyalizm ve halkın güçleri hep muhalefet kalacak gibi düşünmekten vazgeçin. Günün birinde AK Parti'nin yerinde biz olacağız!
Elbette, bu sefer büyük depremden biz galip çıkmadık, AK Parti çıktı. Bunun nedenlerini anlamak için sadece bir sarsıntı yaşanmış olduğunu saptamakla yetinmemek, bu sarsıntının temelini anlamak gerekiyor. Eğer seçmen hükümeti oluşturan koalisyon partilerine 1999'da olduğundan % 40 daha az oy verdiyse, bir önceki meclisin % 90'ını, iktidarıyla, muhalefeti ile sandığa gömdüyse, bir partiyi kuruluşundan sadece 15 ay sonra % 35 ile tek başına iktidara getirdiyse, bunun arkasında çok güçlü nedenler olmalı. Bunlar arasında, 12 Eylül'ün kurduğu seçim sisteminin çelişkileri de, 28 Şubat'ın bir ölçüde geri tepmesi de, Türkiye sağının bitmek bilmeyen bir yeniden yapılanma süreci yaşıyor olması da var kuşkusuz. Ama ötekilerle karşılaştırılamayacak derecede önemli etken, bu seçimden çıkarılması gereken asıl ders şudur: Türkiye'nin emekçi ve yoksul halkı, IMF'nin ve Türkiye burjuvazisinin yoksullaştırma politikalarına karşı sessizce isyan etmiştir. Halk IMF'nin sözcülerinden intikamını almıştır. AK Parti kendisi de IMF'ci bir büyük burjuva partisi olduğu halde, "revizyon"dan söz ederek, "borç öteleme" diyerek, yoksulluğu söyleminin merkezine alarak, tutamayacağı vaatler ileri sürerek yükselmiştir. Hatta daha ötesi söylenebilir: Ilk araştırmaların da gösterdiği gibi, AK Parti'ye verilen oyların üçte biri "bir de bunları deneyelim" oylarıdır, yani AK Parti'ye değil, ötekilere ders olsun diye verilmiştir.
Simdi seçim bitti, emekçi halkın önemi sona erdi ya, AK Parti derhal emperyalist ve yerli burjuvazinin sözcüleriyle bir diyalog içine girdi. Ne ABD ve AB, ne de Türkiye'nin Batıcı-laik tekelci sermayesi aslında AK Parti'ye sonuna dek güvenmiyor. Ama düzenle uzlaşma sinyalleri veren bütün siyasi güçlerden yararlanmak burjuvazinin temel yaklaşımlarından biridir. Türkiye'nin laik-Batıcı burjuvazisi de, "Müslüman demokrat" tartışmasıyla AK Parti'yi kendi hizmetine koşmaya hazırlanıyor. AK Parti'nin ekonomi alanında burjuvazinin bir dediğini iki etmeyeceği hızla ortaya çıkıyor. Ama bu balayı kimseyi aldatmamalı. Gerek ABD ve AB'nin, gerekse Türkiye burjuvazisi ve ordunun AK Parti iktidarıyla bir süre sonra büyük sorunları olabilir. Seçimin yarattığı sarsıntı, çok muhtemeldir ki, bir süre sonra yeni sarsıntıları doğuracaktır.
Işte bütün bu koşullar göz önüne alındığında, solun bu seçimde elde ettiği sonuçlar ciddi bir başarısızlık olarak görülmeli. Kendi sekter yolunda yürüyen çeşitli sol güçleri bir yana bırakalım. DEHAP'ın bu seçimden beklenebilecek olan sonuçların en kötüsüyle çıkması üzerinde duralım. Aynen AK Parti'nin başarısı gibi, DEHAP'ın başarısızlığının da elbette birçok nedeni var. Ama bu nedenlerin hiçbirinin esas belirleyici nedenin üzerini örtmesine izin vermemeliyiz. Esas belirleyici neden, Emek, Barış ve Demokrasi Bloku'nun IMF'ye ve neoliberal, özelleştirmeci politikalara karşı güçlü bir sınıf taarruzuna girişmemesidir. Işçi ve emekçi sınıfların çıkarları üzerinde temellenen bir ekonomi politikası, çok eksik biçimde de olsa, DEHAP'ın seçim bildirgesinde yer almıştır. Ama meydanlarda, işyerlerinde, mahallelerde, basında ve televizyonda yüksek sesle savunulmamış, dahası yer yer tam tersi yapılmıştır. Bunun sonucu da, yüzbinlerle insanın görkemli mitingleriyle gücünü kanıtlayan bir politik odağın Batı'nın metropollerinin işçi ve emekçileri için bir seçenek olmaktan uzak kalması olmuştur.
Bugün Blok'un önünde muazzam bir fırsat yatıyor. AK Parti ve CHP dışında, burjuvazinin bütün güçleri şimdilik kendi geleceklerini kurtarmaktan başka bir şey düşünemez haldedir. CHP, "majestelerinin muhalefeti" rolünü oynamaya hazırlanıyor. Toplumda gerçekten muhalefet rolünü üstlenebilecek bir tek Blok vardır. Ama bu rolü üstlenebilmek için emekçi halkı iki mevzide tutarlı bir savunmayı politikasının merkezine almak zorunda: IMF politikalarına karşı işçi ve emekçileri, Irak'a emperyalist saldırıya karşı bütün bölge halklarını savunmak. Blok devam etmelidir, ama başarısı için seçimlerden ders çıkarmak gerekir. Bunun için de teknik ve örgütsel hataların saptanmasının ötesine geçmeliyiz. Çünkü sorun politiktir.
|
|
|