AB üyeliği halka değil, sermayeye yarayacak
Prof.Dr. İzzetin Önder (İstanbul Üniversitesi Öğretim Görevlisi) ile 24.02.2004 tarihinde yapılan söyleşi.
Söyleşi: Talat Kaya, Murat Çakır
Uzun yıllardan beri, daha doğrusu, tanzimattan beri Türkiye Avrupa lılaşmak, batılılaşmak Atatürk’ ün de deyimiyle muaasır medeniyetler sevıyesine gelmek için uğraş veriyor. Şu anada da Federal Almanya Şansölyesi Schröder, Türkiye’de ve Türkiye’nin AB üyesi olması için Almanyanın elinden desteği göstereceğini söylüyor. Yalnız AB’ne Türkiye üye olduğunda bu Türkiye halkına sizce neler getirecek?
Federal Almanya’nın şansölyesi Schröder’in Türkiye’yi ziyareti esnasında Türkiye için kullandığı olumlu kavramlar belki kendi iç seçim platformunda önemli olabilir. Ben buna girmek durumunda değilim bilemiyorum da o konuları. AB Türkiye halkına derken bunu biraz bölelim. Yani sermayeye ne getirecek, halkın hatta nitelikli emek gücüne sahip olanlara yahut beşeri sermaye gücüne sahip olanlara ne getirecek, genel halka ne getirecek diye baktığımızda: Genel halka büyük bir şey getireceği kanatini taşımıyorum. Çünkü AB, bir kapitalist birliktir. Büyük bir birliktir. Dolayısıyla çok haklı ve yerinde olarak kendı açısından baktığımızda yeni komşusunun veya yeni üyesinin içinden olumlu elemanları çekmeye, böyle bir kutuplaşma yaratma eğilimi taşıyacaktır. Böyle baktığımızda sermayeyi biraz daha kendi sermayesinin alt kademelerini daha geri teknoloji bölümlerine monte ediyor olabilir. Veya taşeron hizmeti veriyo olabilir. Emek açısından da eğitilmiş doktor, yüksek düzeyde mühendis vs. Gibi elemalara dolaşma izni verebilir. Fakat AB kendi içinde daha niteliksiz emeğe dolaşmada da sınır getirebilir. Yeni tahditler getirebilir. Nitekim yani bunun yeni aldığı üyeler karşısında geliştirmeye yöneldiği tedbirler açısından da görüyoruz. Onun çok genel bir iyileşme getiriceği kanaatini taşımıyorum. Bunu anlayabimemiz için kapitalizmin genel gündemine bakmak durumundayız.
AB uzun yılardan beri zaten Türkiye’ye sürekli bir takım gerekçeler ileri sürdü. İnsan hakları konusunu, azınlık hakları, ulusal haklar gibi birtakım hakların verilmesi gerektiğini, AB kriterlerinin kriterlerine uyulması gerektiğini sürekli ileri sürüyorlardı. Bu konuda AB’nin samimiyetine inanabilir miyiz?
Tarihsel perspektifte baktığımızda, bizzat Avrupa,. AB’yi oluşturan büyük devletlere baktığımızda, bunlar büyük sömürge, koloni dönemlerinden geçmişler. Dünya çapında veya kendi tarihlerinde insan haklarına saygı göstermemişlerdir. Hatta kendileri böyle bir temel üzerinden kalkındıktan sonra, bir miktar burjuva demokrasisisi geliştirebilmişlerdir. Bunu da tabitıyla bir yandan SSCB’ nin bulunması, diğer yandan refah düzeylerinin yüksek olması ve belirli aşamaya gelmiş olmalarının soncu olarak görmek lazım. Türkiye onların çok önceki dönemlerine denk düşerken, şu anda ekonomik ve sosyal açıdan. Bunu Türkiye’den istemeleri samimi olarak kapitalis büyüme açısından samimi gelmemektedir bana. İkincisi, Türkiye açısından bunları dayatırken, Türkiye’de çok daha farklı insan hakları ihlalleri yapılırken, mesela son ekonomik programda uygulamasına baktığımızda, Türkiye’de işsizlik giderek büyümüştür. Sağlıkla ilgili, eğitim haklarıyla ilgili ciddi zedelenmeler, yani kalite düşüşleri ortaya çıkmıştır. Bunlar Avrupa’da insan hakları olarak gündeme gelmiyor. Oysa, sağlık, eğitim, fırsat eşitliği temel insan hakları arasındadır. Tabitaıyla azınlık hakları önemli bir haktır. Bununla birlikte öbürlerinin gelmemesi, Türkiye’nin içinde bulunduğu etnik sorunları veyahutta yaşamış olduğu etnik sorunları, kurcalayarak Türkiye üzerinde bir takım emellerini gerçekleştirmeye yönelik olarak görmek yanlış bir görüş olmaz kanaatindeyim.
Avrupa birliği bir taraftan hem militaristleşirken, hem de gerek sosyal açıdan olsun, gerek demokratik haklar konusunda olsun, bir çok hak budamasına gidiyor. Yeni liberal politikaları uygulayabilmek için de böylesine bir yaklaşımı sergiliyor. İş hakkının, yani çalışma hakkının insan hakkı olduğunu burdaki Avrupalı sendikacılar da söylüyor.
Türkiye ile Avrupa ortaamasına baktığımızda, tabiatıyla bir takım haklar açısından avrupa ortalaması yüksektir. Ama bizzat Avrupa’yı kendi içinde zaman içinde baktığımızda fevkalede gerilemiştir ve gerilemektetir. Çünkü bu da, ekonomik işleyiş sürecinin, kapitalist dinamiğin bir sonucudur. Dolayısıyla kendisine de bakması lazım. Bugün Avrupa’da işsizlik, ülkeden ülkeye değişmekle beraber ortalama, 6-7 hatta 8’ler düzeyinde seyrediyor. Eğitim hakları, giderek eriyor. Kamu eğitimleri giderek eriyor. Sağlık hakalrı eriyor Avrupa’da da. Dolayısıyla bu kapitalist bir söylem gibi geliyor bana. Öyle bence.
AB tartışmaları Türkiye’de çok geniş spekülasyonlara neden oluyor, hatta çeşitli komplo teorileri de üretiliyor. ABD Türkiye’nin AB üyesi olması için bastırıyor. Avrupa’daki bir takım kesimler de, ya ABD acaba Türkiye ile İngiltere’den sonra yeni bir Truva atı mı Ab içine sokmak istiyor? Türkiye’nin AB içinde Truva atı olması sözkonusu mu sizce?
Olabilir tabi. İleriye yönelik tahmin yapmak zor. Yalnız ABD’nin böyle bir amacı olduğu, politik hedefi olduğu bana da kesin gibi gözüküyor. Nitekim son Irak saldırısında ABD’nin İngiltere yanında daha sonraları İtalya, İspanya vd. Sanırım 4 devletti. ABD’nin yanına geçmekle aslında Avrupa’nın bir anlamda çatırdadığını, ve bunu ABD’nin müstehsi bir edayla gülümseyerek seyrettiğini görmek çok da fazla yanlış değil. Zaten kapitalist dinamikler çerçevesinde, hele de kominist blok yada Sovyet Bloku gerilemiş durumda olduğu vaziyette aslında Kapitalistler bir birleriyle yarışıyorlar. Yani çatışıyorlar. Belki üçüncü dünya paylaşım savaşı veya ikinci soğuk savaş, bizzat kapitalistler arasında, ABD, Avrupa arasında yaşanıyor. Böyle baktığımızda, Avrupa Birliğini çökertmeye, parçalamaya yönelik her türlü tedbire başvuracaktır Tabiatıyla. Türkiye’yi bu gücüyle, bu büyüklüğüyle bu yapısıyla bu geriliğiyle ekonomik anlamda- sokmak için elinden gelen çabayı sarfedecek. Ama bunu yaparken zaten , askeri paktlarla, ekonomik ikili anlaşamalarla, bizzat amerikaya da bağlamış durumda Türkiye’yi ABD. Dolayısyla, Türkiye’ye müstakil olarak sadece bir fakir ülke olarak AB’nin içine bomba gibi düşecek dğil. Ama birtakım anlaşmalarla veya antenlerle Amerika’ya bağlandıktan sonra düşmüş olacak. Eğer Avrupa bu yönde bir karar alırsa.
ABD’nin hedefleri belli oldu. Kıbrıs olsun, ege olsun, azerbeycan petrolü, yahut Irak, İran, Suriye gibi ülkeler olsun. Bu çerçeveden baktığımızda, AB’nin Türkiye üzerindeki hedefleri neler olabilir?
İki önemli hedefi olabilir. Amerika ile mücadele içindeki AB. Biraz da çaresizce bir mücadele içindeki AB kendi içinde bütünleşirken, bunlardan birinci büyük hedefi: ABD’nin büyük ortadoğu dediği arap yarımadası, ordan orta Asyaya kadar uzanan bütün bu bölge üzerindeki Amerikan hakimiyetini, olabildiğince kırmaya, olabildiğince etkisiz hale getirmeye yönelik çabalardır birincisi. Tabi bu önemli bir çabadır. Türkiye’den de geçmektedir. İkincisi, bizzat Türkiye üzerinde , Türkiye bu stratejik bölgede oldukça stratejık bir politik ve askeri açıdan çnemli bir konumdadır Türkiye.Ve bu çok fazla da Amerika’nın güdümüne girmiş vaziyettedir. Dolayısyla Ab birşeyi çok net olarak gördü ki, ne kadar Türkiye dışlanırsa almıyoruz, etmiyoruz diyerekten- Türkiye o kadar Amerikanın etkisine ve güdüsüne girecektir. Bu da tabi ortadoğu politikalrı açısından Amerikayla mücadele eden ki, Amerika üstündür bu politikalarda. Tabitaıyla ters bir politika anlamına gelmektedir bu. Onun için Türkiye’yi almak heveslisi olmasa da AB, en azından oyalayacaktır. Veya parçalamaya çaılaşacaktır. Ameri’nın buradaki etkisini kırmaya çalışacaktır. Yani şu anda bizim öngörmediğimiz başka politik aletleri de olacaktır. Veyahutta Türkiye’nin elinde bulunan, Türkiyenin uzantısı iste Kıbrıs bunlardan bir tanesi, olan bölgeleri olabildiğince kopartmaya çalışacaktır. Çünkü Türkiye üzerinden Amerika oralarda üst kurmak, etkisini sürdürmek amacını güdecektir. Tabi bir de, Türkiye ortadoğuya açılım olarak da kullanılabilir. Yani Ortadoğuya açılmak isteyecektir tabi AB, Amerika gibi. Hem petrol açısında, enerji kaynakları açısından hem ticaret hem de politik açıdan buaralarda Türkiye’yi katiyyen yalnız bırakmamak, yanında gözükerek ama almak açısından da uzak tutarak bu politikasını nereye kadar sürerse sürdürmeye çalışacaktır.
Özellikle AKP iktidarı ile, askeri erk arasında. 28 Şubat gibi bir süreç yaşandı. AKP derin devlet olarak adlandırılan kesimi yumuşatarak, AB sürecinde yedekleyebilecek mi?
AKP çok büyük bir şekilde anayasa değiştirecek kadar da iktidara geldi. Yerel seçimlere çok ciddi olarak oynuyor. Yerel seçimleri de kotarırsa ciddi, olarak bundan sonraki seçimlerde de önemli bir aşamayı katetmiş olacak tabiatıyla. Ama önünde önemli aşamalardan, en önemli iki aşama Kıbrıs meselesi, AB’den söz alma meselesi. Burda derin devlet denen tabiatıyla başta silahlı kuvvetler, diğer güçler açısından farklı görüşler ortaya çıkabilir. Ama ben şu kanaati taşıyorum ki, AKP bugün Cumhurbaşkanını dahi atama gücüne mecliste sahip olduğuna göre, bütün bu güçleri bir biçimde ileriye yönelik vaatlerle şu anda pasifize etme gücüne sahiptir. Derin devlet nelerden oluşuyor ise, ileriye yönelik birtakım parsalar veya vaatler oluşturaraktan- aynen halaka seçimlerde nasıl yapılıyor- bu kurumlar bir dozda pasize ediliyor olabilir. Fakat böyle bir mekanizma ve olasılığı varsa eğer,altta bu kurumların altında bir takım parçalanmalar bölünmeler hatta ayaklanmaalar gündeme gelebilir. Çünkü bu vaatler bütün kurum için yapılamaz. Başındaki için yapılabilir. Ama bunu önleme mekanizması da tabi büyük devletlerden gelebilir. Yani bugün en azından ordu olarak ele aldığımızda bütün teçhizatı veyahut ortadoğudaki manevrası, Irak üzerindeki manevrası hatta Kıbrıs üzrindeki manevrası eğer ABD tarafında denetleniyorsa, etkili bir şekilde kontrol edilebiliyorsa; onlar da devreye giriyor olabilir. Onların bütün amacı, aslında bugün AKP’yi hatta Batı’nın da Avrupa’nın da amacı AKP’yi olabildiğince iç halkına sorunsuz, işleri beceren, kotaran, güçlü bir parti görüntüsü vererekten AKP’nin sırtını okşayaraktan, AKP üzerinden Türkiye üzerinde ekonımik, politik, askeri.. bütün hedeflerini olabildiğince yerine getirmeye çalışmaktır. Onun için bu tür mekanizmalara dış devletlerde müdahele eder fakat tabii içte AKP’nin en büyük müdahele gücü bu elinde büyük meclis kozu olduğu için ileride bütün bu tür kurulların başında olanlara veya yedeğinde olanları bir takım vaadlerde bulunarak Cumhurbaşkanlığı bunlardan biri olabilir mesela, daha ileri makamlarla veya geri makamlarla vaadde bulunarak aslında pasifize etmesi çok da fazla politik olasılıktan uzak görülmeyebilir.
Bizim Avrupa’dan gördüğümüz bir resim var. AKP’nin bu konuda hazırlıklı olduğu, veya şöyle söyleyelim, ABD’nin veya başka ülkelerin çıkarlarını kendi çıkarları ile bağdaştırdığı gibi resim var. Bulunla birlikte uzun yıllardan beri tartışılan AB süreci acaba halkımız tarafından ne derece biliniyor. Halkımız AB’nin gerçekten ne olduğunu biliyor mu sizce?
Hayır, o çok kesin. Hele de halk diye soruyorsunuz, vatandaş diye sorsaydınız belki kendi açımdan yorum yapabilirdim. Ama halk diye sordunuz, kesin hayır. Çünkü onlar medya, yani holdingin elindeki medya kanalıyla ışınlanıyorlar, fikirsel ve zihinsel olarak. Öbür yandan üniversitelerimiz de bu konuda decoder, yani deşifre edici olma rollerini gereğince yerine getirmiyorlar. Kaldı ki getirmeye çalışsalar, onlar da holdingler tarafından ciddi bir şekilde el atılmış durumdalar. Belki bir kaç tane hocamız olabilir, ama onların da sesi ancak öylesine çıkabilir. Dolayısıyla, yani bugün AB dendiğinde sokaktaki simitçiden, halkın ortalama insanına kadar “aa, biz gireceğiz oraya, hemen özgürlükler gelecek, ondan da öte daha da ilginci, sanki sihirli bir şekilde biz derhal zenginleşeceğiz zannediyorlar. Yani bugün 5 bin Dolar civarında olduğu söylenen fert başına satın alma gücü hemen 9 10 bine çıkacak, daha da ileride büyüyeceğiz, işsizliğimiz azalacak falan gibi düşünceler mevcut. Yani bugün Avrupa’daki işsizlikten kimsenin doğru dürüst, yani halk anlamında konuşuyorum, haberi falan yok. Böyle bir ışınlama mekanizması sürüp gidiyor. Onun için haberi var kesinlikle diyemem tabii.
Bu tartışmada sizce gözden kaçan noktalar var mı?
Yok tabii de, beni üzen bir nokta bugün Türkiye’de değil bütün dünyada hakikaten tek yönle biz tetiklenmekteyiz. Ve o tek yönü hayat oyunu olarak, bizzat yaşayarak kendimizi orada gerçekleştirebileceğimizi zannediyoruz. Bu da tabii kapitalist birikim süreci. İşin garibi, kapitalist birikim süreci bugün küreselleşmede, daha doğrusu ben onu küreleştirme diyorum, çünkü bir zorlama dayatmayla yapılıyor bu, küreleştirmede aslında bizim refahımızın artacağı, demokratik haklarımızın gelişeceği, insan haklarımızın gelişeceği gibi vurgularla etrafa saçılmakta bu fikirler veya eylemler. Tabii yani uzun vadede baktığımızda, aslında çok da uzun değil, yirmi yıl gibi, dünya inanılmaz bir vahşete, bir kapitalist vahşete, dehşete doğru gidiyor. Orada ne insan hakları büyük çapta kalacak, tam bir yoksullaşma, sermaye merkezileştikçe giderek daha fazla çevresindeki sermayeyide değersizleştirecek. Onları da esir alacak ve bütün halkı yoksullaşmaya, proterleşmeye itecek.
|