Buraya geldiğimiz ilk günlerde 9 Ağustos'un Kadınlar Günü olduğunu öğrenip epey şaşırmıştım. Kutlamalar sayesinde Zulu kadınlarının inanılmaz coşkusuyla daha ilk günlerde tanıştım.
Güney Afrika'nın bağımsızlık için verdiği mücadelenin en zorlu döneminde, bu mücadelede kadınların payının unutulmaması için ANC (African National Congress/ Afrika Ulusal Kongresi) 9 Ağustos'u Kadınlar Günü olarak ilan etmişti.
1956 Güney Afrikası Apartheid rejiminin ırkçılığının tüm ülkeyi kasıp kavurduğu, Ulusal Parti iktidarının ilk yılları. Yüzyılın başından beri bölgesel olarak uygulamada olan pasaport taşıma zorunluluğu uygulamasının en hararetli günleri.
Hükümet Hintlileri, Renklileri ve Siyahları toptan 'Beyaz olmayan' yani 'Siyah' olarak tanımlanıyor ve tüm Siyahları şehrin belirli bölgelerine hapsederek, bu bölgeler dışında pasaport taşıma zorunluluğu getiriyordu.
Böylelikle ülkenin bazı bölgelerinde Siyahlar Beyazlara çalışmaya zorlanıyor, kimi bölgelerinde ise çalışma alanları kısıtlanarak ekonomik güç kazanmaları engellenmeye çalışılıyordu.
Muhalefet kadınlardan
1913'de bu yasaya uymayacağını söyleme cesareti gösteren de ilk kadınlardı, 1956'da sıkıyönetim hali hüküm sürerken ülkenin her bir köşesinden ikişer üçer kişilik gruplar halinde toplanıp Pretoria'ya yürüyenler de.
9 Ağustos çocuklarını sırtlamış, ülkenin dört bir yanından başkente yürüyen 20 bin kadının pasaport kanununu protesto ettiği gün. Hayatımda ilk ve belki de son kez katılma şansına sahip olduğum kutlamalar bu ülkenin ne kadar güçlü bir direniş geleneğine sahip olduğunu ve kadın hareketinin bu gelenek içinde ne kadar önemli bir yer aldığının bir göstergesiydi.
Siyah yeşil kıyafetlerini giymiş, Güney Afrika Kadın Federasyonu'nun ruhunu bugün ANC içinde yaşatmaya devam eden kadınlar şarkılarla, danslarla direnişlerinin zaferini ve demokrasilerini yeniden kutluyordu.
Parlamentoda yüzde 28 kadın
1994'de ANC'nin iktidara geçmesiyle kadınlar bu mücadeledeki paylarını meclise gönderdikleri kadın adaylarla elde etti. Bugün Güney Afrika parlamentosunun yüzde 28'i kadın.
Yanlış duymadınız! Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) bu oran yüzde 12.5, Kanada'da yüzde 22.7, Türkiye'de yüzde 4.2. Ayrıca bakanlıklar düzeyinde kadın temsilcilerin yanı sıra, kadınların statüsünü geliştirmek, cinsiyet temelli sorunlarla ilgilenmek üzere çeşitli komisyonlar ve araştırma birimleri de var.
Kadınlar Günü kutlamalarında kadın bakanlar da yer almıştı tabi ki. Bakanların konuşmaları Zulu şarkılarıyla kesiliyor, konuşmacı salondan gelen şarkıya anında ayak uydurup hem eşlik etmeye hem dansetmeye başlıyor, yer yerinden oynuyor, yüzlerce kişinin hep bir ağızdan söylediği şarkının ritmi hiçbir noktada bozulmuyor.
Ve aynı şekilde konuşmacıya sözünü geri verircesine pat diye kesiliyor, herkes yerlerine oturuyor. Aynı günün akşamında bir parti var, afişinde 'rahat elbiseler ve ayakkabılar giyin' diye not düşmüşlerdi...
Apartheid kalesi Natal
Apartheid dönemi Güney Afrikası'nda sosyal hayata baktığınızda Beyazlar, Siyahlar, Renkliler ve Hintliler birbirlerinden uzak, kendilerine ayrılmış bölgelerde yaşamaya hapsedilirken Beyazların 'Beyaz olmayan'larla iletişimi günlük hayatın her noktasında sistematik olarak kesilmiş. Örneğin şu anda öğrencisi olduğumuz Natal Üniversitesi Apartheid'ın 'Beyaz Kale'lerinden biriymiş. Beyaz olmayanlar için dersler bu pek şık kampuste değil, tamamen başka bir yerde ve akşamüstü yapılıyormuş.
Tabi genellikle Durban'ın okula en yakın ve merkezi yerleri Beyaz olduğundan ve Beyaz olmayanlar şehrin dışında bir yerlerde oturmak zorunda kaldıklarından okuma imkanları kısıtlanmış. Sadece okullar değil tabi ayrı olan, otobüs durakları Beyazlar için, otobüsün alt katı Beyazlar üst katı Beyaz olmayanlar için, bir sahil şehri olan Durban'nın plajları bile Hintlilere ayrı, Beyazlara ayrı, Renklilere ayrı, Siyahlara ayrı...
Direniş örgütü sendikalar
Güney Afrika'da kadın hareketi bağımsızlık mücadelesinden ayrı olarak düşünülemez. Ülkede yükselen ırkçılık ve yasaklar direnişi körüklemiş ve bu direniş ne sıkıyönetimlerle, ne öldürülen, ne ortadan yok edilen insanlarla, ne de tutuklamalarla durdurulabilmişti.
Örgütlü topluma olan inançla tüm yasaklamalardan sonra 70'lerin sonunda tekrar hareketlenen halk ırkçılığa, eşitsizliğe ve sömürüye karşı birleşerek demokratik esaslara dayanan örgütlenmeler oluşturmuştu. Bunlar arasında Güney Afrika Kadın Federasyonu, ANC Kadın Birliği, Natal Kadın Organizasyonu gibi pek çok kadın örgütü olmakla birlikte, ülkede direnişin temel örgütlenme odağı sendikalardı.
COSATU ve FOSATU sendikal örgütlenmelerin çatısını oluşturmuş ve kadınlar bu sendikaların gündemlerine kendi sorunlarını getirmeyi başarmıştı. Apartheid hükümeti sendikalara müdahale etmeye pek yanaşmamıştı, çünkü dünyada yükselen Apartheid karşıtı seslere karşı ne kadar demokratik olduklarını kanıtlamanın bir yoluydu sendikaların varlığı. Oy dahi verilemeyen 'bembeyaz' bir demokrasi! Yine de bu sendika üyelerinin öyle rahat rahat çalıştıkları anlamına gelmiyordu tabi ki.
Çeşit çeşit darbeler ...
Öte yandan Türkiye tarihine baktığınızda aynen bugün olduğu gibi demokratik bir ulus devlet içinde, meşhur askerin demokrasiyi koruma tezi dahilinde mesela 1960'ların sonuna doğru aydınların başına inecek balyozdan bahseden bir başbakan, muhtıralar, darbeler, asılan, öldürülen, tutuklanan, bir ülkenin geleceği ve çökertilen muhalefet.
Afrika ülkelerinin siyasal tarihlerinde genellikle birden fazla darbe olduğundan dem vuranlar, bu durumun sadece Afrika'ya has olduğunu sananlar, Avrupa kıyısındaki memleketimize bakıverseler ne zengin bir darbe literatürü bulacaklar, beş adet girişim, üç adet aktif, bir adet post - modern, gizli darbe, açık darbe...
Çeşit çeşit, model model darbe size, hem de öyle meşru bir ırkçılık, sömürgecilik falan yokken. Belki de anahtar kelime 'meşru' dur. Meşru olsa, mücadele de meşruiyet kazanır.
Güney Afrika'da direnişin meşruiyeti Apartheid'ın halkı toptan 'Siyah ve Beyaz' olarak ayırmasından doğuyordu. Aslında eğer Apartheid da toplumu Siyah Beyaz ayrımı kadar keskin bir şekilde ikiye değil de daha çok katmanlara bölseydi, belki de en ufak bir direnişle karşılaşmadan sürdürecekti hükmünü.
"Bölme"deki başarı
Bizde sistemin bölme politikasından daha iyi işleyen az politika bulunur. Göğsünü gere gere memleketimin yüzde 99.9'u Türk ve Müslüman deyip dönüp din temelinde bölüyor; Sünniydi Aleviydi diye, derken oradan atlayıp vay sen Rumsun, Ermenisin, Yahudisin, Süryanisin, Keldanisin, Lazsın, onun bunun dölüsün diyerek etnik kimlik ve Müslüman olmayan temelinde bölüyor.
Aç bakayım bacağını, bekaretinin kontrolü lazımdır deyip cinsiyet temelinde bölüyor. Türk gelenek, görenekleri ve ahlak anlayışı diye ne idüğü kendinden menkul savsözle töre temelinde bölüyor, yetmiyor şehir ve kırsal temelinde bölüyor, sınıf temelinde bölüyor...
Ondan sonra elde var'münferit' . Kriminal literatürümüzün 'faili meçhul'den sonra en çok kullanılan postişi 'münferit'. Bu lafı her duyduğunuzda midenize birşey saplanmıyorsa siz de bölünmüşlerdensiniz demektir.
Bütün bunları göz önünde bulundurduğumuzda, Siyah ve Beyaz ayrımına benzer bir bölünmenin son 20 yılda en radikal direnişi sadece Kürt hareketinde yarattığını düşünebiliriz.
11 Resmi dil ve iki başkent
Bugün Güney Afrika'da 11 resmi dil, Siyah, Beyaz, Renkli, Hintli olmak üzere en az dört ırk, tüm yurttaşların aktif katılımıyla oluşturulmuş bir anayasa ve iki başkent var.
Yoksa sen, dünyanın en geri kalmış bölgesini, dünyanın artığı, kül tablası haline gelmiş, kıtlıktan, AIDS'den başka bir şeyle anılmayan o lanetli kıtayı, geçtik üçüncü dünyadan Dördüncü Dünyaya terfi etmiş bir coğrafyayı, ırkçılığın, sömürgeciliğin anavatanı bir ülkeyi, jeopolitik önemi herkesçe bilinen, dillere destan şanlı tarihi ile bağımsızlık mücadelesini vermiş ve 80 yıllık cumhuriyet, yarım yüzyıllık demokrasi deneyimine sahip, üç tarafı denizlerle çevrili cennet memleketimizle mi karşılaştırıyorsun diyorsanız, evet aynen öyle yapıyorum.
Nasıl demokrasi, nasıl otoriteryen
Ve de şaşakalıyorum, dünyanın en dibindeki bu ülkenin ulus devlet akımından, 1960'lardaki özgürlük hareketlerinden, Avrupa'daki sosyal devlet anlayışından bu kadar uzakta, üstelik de içinde bulunduğu koşullarda, nasıl böyle bir demokrasi geleneği oluşturabildiğine ve bizim nasıl hala bu kadar otoriteryen kalmayı becerebildiğimize hayret ediyorum.
'Gökkuşağı Ulusu' uzun yıllar sonra kendi olmayı yaşıyor ve yuvarlak dünyanın batısındaki insanların yüzyıllar önce sahip olduğu hakları ve özgürlükleri çok daha demokratik bir siyasal ortamda sağlayacak bir sosyal sistem kurmak için çalışıyor . Peki ama biz neyi yaşıyoruz?