Almanya Hep Koalisyonlarla Yönetildi
Sosyal demokratlar, Hristiyan Birlik, Yeşiller, Liberaller, Sosyalistler seçim sonuçlarını değerlendiriyor. Partilerin kuruluşlarından bugüne başarıları, başarısızlıkları, Türkiye ve Türkiye kökenli seçmenlerine bakışı... Almanya koalisyonlarının tarihi.
Gürsel KÖKSAL
BİA (Frankfurt) - 2002 seçimlerine katılan 24 partiden beklendiği gibi 6'sı meclise girdi. Aralarında çok sayıda aşırı sağcı partinin bulunduğu diğer partiler ise seçimde tahmin edildiği gibi bir varlık gösteremedi. Sonuçların belirmesinden sonra, SPD Genel Başkanı Schröder, "Çoğunluk çoğunluktur"; CDU/CSU'nun oluşturduğu sağ blokun başbakan adayı Edmund Stoiber, aceleyle "Seçimi biz kazandık" dediler.
Yeşiller, sonucu Dışişleri Bakanı Joschka Fischer'in kişisel başarısı olarak gördü. Liberal FDP'nin Başkanı Guido Westerwelle "kapasitelerinin altında bir oy oranına ulaşabildiklerini" açıkladı. PDS ise tarihinin en büyük yenilgisini yaşıyor.
Schröder: "Çoğunluk çoğunluktur"
İktidardaki koalisyon hükümetinin büyük ortağı Almanya Sosyal Demokrasi Partisi (SPD) Genel Başkanı ve Federal Başbakan Gerhard Schröder, "Çoğunluk çoğunluktur" diyerek, kendileri için önemli olanın yitirdikleri oylar olmadığını gösterdi. Dört yıllık iktidarı boyunca işsizlik sorununun büyümesine engel olamayan, yarıda kalan reform hazırlıkları ve kendi parti örgütlerinin karıştığı bağış yolsuzlukları nedeniyle son zamanlarda hızla prestij kaybeden SPD'nin imdadına ülkenin doğusundaki sel felaketleri yetişmiş, parti kamuoyu yoklamalarında öne çıkmaya başlamıştı. Daha sonra da "savaşa hayır!" tavrı da öne çıkınca SPD-Yeşiller koalisyonu, küçük farklarla sağ-liberal ortaklığın önüne geçti ve bu durum seçim gününe kadar böyle kaldı.
Bu arada sosyal demokrat Adalet Bakanı'nın Bush'u Hitler'e benzettiği yolundaki iddialar nedeniyle başlatılan tartışma ortamında ülke içinden ve dışından ağır protestolarla karşı karşıya kalan SPD, bu nedenle büyük oy kaybı yaşamadı.
Eyaletlerde uzlaşma arayışı
Resmi olmayan sonuçlara göre oyların yüzde 38.5'ini alan SPD, bir önceki seçimlere göre yüzde 2,4 oy kaybetti ancak, meclisteki en güçlü parti olmayı başardı. Tüm Almanya'da 718 bin üyesi olan SPD iktidarda kaldı, ancak "Eyaletler Meclisi"nde sağ ve liberal partiler önde olmaya devam ettiği için, yasa çıkarırken eskisi gibi zorlanacak, Hıristiyan demokratlarla uzlaşma yolunu bulmak zorunda kalacak.
Bu arada Yeşillerin koalisyon içindeki ağırlığının artması nedeniyle zorunlu askerlik sisteminin kaldırılması, çevre vergisi gibi SPD'yle anlaşamadıkları konularda eskisinden daha ısrarlı davranabileceklerine işaret ediliyor. Hatta yeni hükümetteki yeşil bakanların sayısının 3'ten 4'e çıkarılması için taleplerin gündeme gelmesi söz konusu.
CDU/CSU: Muhalefete devam
Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) ve Hıristiyan Sosyal Birlik'in (CSU) oluşturduğu sağ blokun başbakan adayı Edmund Stoiber, ilk seçim sonuçlarına dayanarak acele etti, "Seçimi biz kazandık" dedi ama sonra gerçeği kabul etmek zorunda kaldı. CDU ve CSU, resmi olmayan sonuçlara göre oylarını bir önceki seçimlere göre yüzde 3,5 oranında artırıp, tıpkı SPD gibi toplam oyların yüzde 38.5'ini aldı, ancak buna rağmen meclis aritmetiğinde SPD'nin gerisinde kalmaktan kurtulamadı. Schröder hükümetinin "işsizlikle mücadeledeki başarısızlığı"nı gündeme getirerek, uzun süre seçim kampanyasını önde götüren CDU/CSU, son haftalardaki "Irak'a saldırı" tartışmasında, seçmenlerin beklediği açık tavrı göstermediği ve tereddütte kaldığı için kamuoyu araştırmalardaki avantajlı durumunu yitirmişti. Her şeye rağmen sonuçları kendileri için büyük bir başarı olarak gören Hıristiyan Birlik partileri, Eyaletler Meclisi'nde FDP'yle birlikte çoğunluğu oluşturarak, Schröder hükümetinin çıkaracağı yasaların kaderini belirlemeye devam edecek görünüyorlar. CDU/CSU'nun federal başbakan adayı Stoiber Münih'te kalıp, uzun süredir yürüttüğü Bavyera başbakanlığını sürdürecek.
Yeşiller: Seçimin asıl galibi Fischer
Alman Yeşilleri seçime üç ana hedefle girdi ve üçünde de başarılı oldu. Oylarını artırdı, 1998'deki genel seçimde oyların yüzde 6.7'sini alabilen Yeşiller yüzde 2'e yakın bir artışla yüzde 8,6'yı buldu. Yeşillerin ikinci hedefi Federal Meclis'teki üçüncü politik güç olarak kalmak, diğer ana hedefi de sosyal demokrat-yeşil iktidarın devamıydı. Son yıllarda girdikleri irili ufaklı tüm seçimlerde büyük yenilgiler, gerilemeler yaşayan Yeşiller, bu kez büyük başarı gösterip, öne çıktı. Bu sıçrama ağırlıkla Dışişleri Bakanı Joschka Fischer'in kişisel başarısı olarak görülüyor.
En çok sevilen politikacı
Nitekim kamuoyu yoklamalarında sık sık cumhuriyetin en çok sevilen politikacısı seçilen Fischer, son haftalarda gündemi belirleyen "Irak'a Amerikan saldırısı" tartışmasındaki rolü nedeniyle Yeşillerin son yıllarda hızla yitirdiği "pasifist" oylardan büyük kısmını geri almayı başardı. 22 yıl önce solculardan çevrecilere, barışçılardan feministlere o döneme kadar parlamento dışında kalan irili ufaklı birçok muhalif örgüt ve partinin birleşmesiyle kurulan Yeşiller, şimdiye kadarki en başarılı federal seçim sonucunu aldılar. Yeşiller, federal düzeyde girdikleri ilk seçimde oyların yüzde 1,5'ini almış (1983) ancak dört yıl sonra barajı aşıp (yüzde 5.6) Federal Meclis'e girmeyi başarmış ve bu "başarı"yı sonraki tüm federal seçimlerde tekrarlamışlardı.
Kreuzberg'de Türkiyelilerden destek
Özellikle son dört yıllık iktidar ortaklığı döneminde, Yeşil hareketin temel ilke ve hedefleriyle çelişen birçok kararda imzası bulunan partinin önümüzdeki dönem de SPD'yle birlikte sürdüreceği hükümetin başta Irak'a ABD müdahalesi olmak üzere önemli konularda seçimden sonraki tavrının nasıl olacağı merakla bekleniyor. Bu arada Yeşillerden, aday listeleri belirlenirken yapılan seçimlerde diskalifiye edilen parti kurucularından Christian Ströbele'nin en zoru başararak, Berlin'in Türkiyelilerin de yoğun olarak yaşadığı Kreuzberg seçim bölgesinde doğrudan aday olarak seçildiği öğrenildi. Yeşiller içindeki sol, savaş karşıtı eğilimin en büyük temsilcisi olan ve halkın doğrudan verdiği oylarla seçilen Ströbele, seçimden iki gün önce sokakta bir Nazinin saldırısına uğramış ve başından yaralanmıştı.
FDP: Ölmüyor, ama bir şey de olmuyor
Bir partinin siyaset sahnesinde ne kadar gerekli olduğuna anlaşılan seçmen bile karar veremiyor. Sadece Alman siyasetinin değil, kuruluş yılı olan 1948'den bu yana neredeyse Alman hükümet yaşamının ayrılmaz bir parçası olan Hür Demokrat Parti'nin (FDP) içinden çıktığı süreç buna bir örnek. 2002 seçimlerine yüzde 18 hedefi ve kendi başbakan adayı ile girdi. Seçim kampanyası sırasında iki büyük partinin başbakan adayları arasındaki televizyon düellolarında yer almak istedi, ama geri çevrildi. Seçim sonuçları açıklanınca, FDP Başkanı Guido Westerwelle, ilk açıklanan rakamlara göre yüzde 7.5 düzeyiyle "kapasitelerinin altında bir oy oranına ulaşabildiklerini" söyledi. Bir belirsizliği ifade ettiğinin farkındaydı.
Dördüncü parti
Genç parti başkanı Westerwelle işbaşına geldiğinden bu yana, FDP, hiç seçim kaybetmedi. Ama 22 Eylül seçimleri, yüzde 7 sınırının üzerine çıkmasına rağmen, FDP'yi, yüzde 9 civarındaki oy oranıyla Yeşiller'in gerisinde kaldığını somut bir biçimde göstermiş oldu. Artık açık bir biçimde dördüncü partiydi. Halen 65 bin üyesi var ve Almanya'daki 16 eyalet parlamentosunun 8'inde temsil ediliyor. FDP 5 eyalette de hükümet üyesi. Yeterli olup olmayacağını zaman gösterecek. FDP'nin, seçim kampanyası boyunca tek söylediği "Biz vergileri indirmek istiyoruz. Bu sayede ekonomi canlanacak, işsizlik geriletilecek" idi. Bu kadar kolay bir propaganda paketinin etkisi 23 Eylül'den itibaren görülebilecek. Ama sahneden silinmediğine göre, toplumun bir kesimince kabullenildiği ortada. Bu saptama, söz konusu partinin yerini hızla Yeşiller'in aldığını görmek şartıyla doğru. Parti içinde bir sıkıntı unsuru olan Jürgen Mölleman'ın, İsrail-Filistin çatışmasında tüm ağırlığını Arap dünyasından yana koyması ve Şaron'u Ortadoğu çıkmasında esas sorumlu sayan açıklamalarda bulunması, Almanya'daki Musevi lobisinin sert tepkisiyle karşılaştı.
Aşırı sağdan oy toplama iddiası
Partinin sağa kaydığı ve aşırı sağdan oy toplamaya, antisemitizmi kullanmaya çalıştığı iddia edildi. Parti ciddi çatışmalara sahne oldu. Nitekim, seçim günü FDP Başkanı, yardımcılarından Mölleman'ı, bu görevinden ayrılmasını istemesiyle sonuçlandı. FDP içinde bir temizlik bu yasama döneminde yaşanacak gibi görünüyor. Ama 16 yıllık Helmut Kohl hükümetlerinden sonra, FDP'nin sosyal demokratlar ve hatta yeşiller ile birlikte hükümet kombinasyonlarına hazır olduğu yolunda işaretler var. Ama bu kombinasyonlardan kimliğini koruyarak ve gerekliliğini topluma kabul ettirerek çıkıp çıkmayacağı kuşkulu. Almanya'nın bu partiyi ihtiyacı var mı? Şimdilerde, yüzde 7'lerin üzerinde oy oranına rağmen sorulan bu. Siyasette, dışardan yapılan tespitler her zaman tutmuyor.
Yeşiller FDP'nin yerine mi?
Ozan Ceyhun, Yeşiller'i terk ederken, bu partinin hızla FDP'nin yerine geçebileceğini söylemiş ve FDP'nin zamanla gereksizleşeceğine dikkat çekmişti. Gerçekten de Cem Özdemir ve Ekin Deligöz gibi isimlere bakıldığında, bu politikacı tipinin, kavgacı bir yeşil militandan çok, bir dönemin "iyi kazanan yurttaşların partisi" diye alay edilen FDP'ye aktığını söyleyenlere hak vermek gerekebilir. Ama FDP'nin, şu anda gereksizleştiğini gösteren bir eğilim içinde olmadığı açık. Tüm programı gibi, Türkiye karşısındaki konumu da pratik gelişmelerden çıkacak kombinasyonlara bağlı. Avrupa Birliği (AB) içinde bir Türkiye de isteyebilir, tersini de savunabilir. Ekonomik konularda uzmanlık iddiası var ve dışişleri bakanlığı görevini isteyeceği kesin.
PDS: İktidara ortak oldu, zayıfladı
Almanya'nın doğu eyaletlerinde etkin olan sosyalistler, tarihlerinin en büyük yenilgisini yaşıyorlar. Resmi olmayan ilk sonuçlara göre oyların ancak 4.2'sini alan, hatta zaman zaman yüzde 3.8'e kadar düşen Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS), önümüzdeki dönemde mecliste sadece 2 seçim bölgesinden doğrudan seçilebilen adaylarla temsil edilecek. Alman seçim sistemi gereği eğer bu parti doğrudan seçilen aday sayısını 3'e çıkarabilseydi, yüzde 5'lik baraj geçersiz olacak, diğer seçim bölgelerindeki oylar da değerlendirmeye alınacak ve bu parti Federal Meclis'e 1990 ve 1994 seçimlerinde olduğu gibi çok sayıda milletvekili sokabilecekti. Sosyalist Doğu Almanya'daki iktidar partisi SED'nin (Sosyalist Birlik Partisi) devamı olan PDS, son yıllarda Almanya'nın doğusundaki seçimlerde büyük başarılar kazanmış, batısında da oy oranını arttırarak, 1998'deki genel seçimde, doğudaki oyların yüzde 21.6'sını, tüm Almanya genelinde oyların ise yüzde 5.1'ini yakalamıştı.
Gregor Gysi'nin başarısı
Doğu Almanya'da kapitalizme geçiş sürecinin ürettiği işsizlik, ekonomik gerileme ve diğer sosyal sorunlar nedeniyle büyük bir alternatif güç haline gelen sosyalistlerin yükselişi Berlin'deki eyalet seçimlerine kadar devam etti. Berlin'in doğusunda yüzde 50'ye yakın oy oranıyla en büyük parti haline gelen PDS, Almanya'nın başkentindeki eyalet ve hükümet yönetimi için anahtar güç haline geldi. Önce yeşiller ve liberallerle ortaklık görüşmelerine giren SPD, bundan sonuç alamayınca PDS'le koalisyona girdi ve bu partinin en parlak isimlerinden Gregor Gysi, Berlin'e Hükümet Eden Belediye Başkanı'nın yardımcısı ve Berlin Ekonomi Senatörü oldu. Büyük bir mali krizin peşinden kurulan Berlin eyalet yönetimi, yıllar süren SPD-CDU ortaklığından devraldığı enkazla boğuşurken, sosyalistler muhalefet olmanın avantajını ve seçmen gözündeki çekiciliklerini yitirdiler. İzlediği orta yol nedeniyle siyasi yelpazenin solundaki seçmenleri küstüren PDS, geçen temmuz ayında en büyük darbeyi partinin zirvesinden yedi. Görevli olmadığı halde milletvekillerine tanınan bedava uçuş olanağından yararlandığı ortaya çıkan Gregor Gysi'nin politikadan çekilmesi nedeniyle büyük güç kaybına uğradı.
"Uçak bileti"nin sonuçları
Katıldığı tüm televizyon tartışma programlarının tartışmasız galibi olan Gysi seçim kampanyasından uzak kalınca, PDS'i Almanya'ya tanıtmak, başta Genel Başkan Gabi Zimmer olmak üzere bu partinin tanınmayan ve son derece silik bir kimlik sergileyen yeni kuşak yöneticilerine kaldı. PDS'in onursal başkanı ve Doğu Almanya'nın en son sosyalist başbakanı Hans Modrow, Zimmer'le birlikte seçim kampanyasından yönlendiren 3 parti yöneticisinin başarısızlıktan sorumlu olduğunu ve bunun gereğini yerine getirmeleri çağrısında bulunarak, parti içindeki yeni bir hareketliğin ilk işaretlerini verdi. Bu arada başta Berlin olmak üzere çeşitli bölgelerde sosyal demokratlarla birlikte gerçekleştirdiği koalisyonların PDS'i zayıflattığını ve daha sert sosyalist muhalefet yapılması gerektiğini savunan parti içi sol muhalefetin, örneğin iktidar ortaklıklarına kuşkulu bakan Komünist Platform'un, önümüzdeki günlerde daha da güçlenmesi bekleniyor. PDS, bu seçimde aday listelerine en fazla Türk kökenli parti olarak da öne çıkmıştı. "Kaçak yaşayanlar için af" ya da "Almanya'da yaşayan tüm yabancılara seçme ve seçilme hakkı verilmesi" gibi çarpıcı taleplerin yer aldığı göçmen programıyla, Türk kökenli seçmenlerin de dikkatini çeken PDS, beklenen başarıya ulaşabilseydi, eyalet listelerinde yer alan Türkiye kökenli 11 adaydan, halen Berlin Eyalet Milletvekili olan Evrim Baba'yı büyük bir olasılıkla Federal Meclis'e gönderebilecekti.
Koalisyonların ülkesi
Federal Almanya, doğumundan bu yana koalisyonlarla yönetilen bir demokrasi oldu. 1949-1953'de Başbakan Konrad Adenauer Hristiyan Demokrat Birlik (CDU), Hristıyan Sosyal Birlik (CSU), Hür Demokrat Parti (FDP) ve daha sonra tarihe karışan Deutsche Partei'dan (Alman Parti - DP) oluşan bir koalisyonla modern zamanların siyasal tarihine giriş yapmış oldu. Adenauer mutlak çoğunluğu elde ettiği dönemlerde de koalisyonlar kurmayı önemsedi.
Özellikle 60'lı yıllarda FDP anahtar parti oldu. 1961-1966'da CDU-FDP koalisyonları sürdü. Onu iki büyük kitle partisi Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile CDU'nun büyük koalisyonu izledi. 1969-1982 yılları arasında SPD ile koalisyon hükümetlerini damgalayan liberallerin partisi FDP, daha sonra 1998 yılına kadar Helmut Kohl ile birlikte bir başka muhafazakar projeye imza attı. 1998 sonrasında ise Schröder'in başbakanlığı ve Fischer'in dışişleri bakanlığında SPD-Yeşiller Koalisyonu modern zamanları başlattı.(GK/NM)
|