|
‘Alamancılar’ kime oy verecek?
Yücel Özdemir'in Avrupa Evrensel Gazetesinde 19.Eylül 2002 tarihinde yayınlanan makalesi
Federal Seçim Dairesi’nin verilerine göre, önümüzdeki pazar günü yapılacak genel seçim için, seçme ve seçilme hakkına sahip toplam 61.2 milyon insan sandık başına çağrılmış. Bu seçmenlerin 900 bini Alman vatandaşlığını sonradan alan “yabancılar”. En büyük grubu, yaklaşık 500 bin ile Türkiye kökenli seçmenler, ya da Türkiye’deki bildik isimleriyle ‘Alamancılar’ oluşturuyor.
1998’deki genel seçimlerde sandık başına giden Türkiye kökenli seçmenlerin sayısının 155 bin olduğu göz önünde bulundurulduğunda, dört yıl içinde bu sayını 500 bine yaklaşması elbette dikkate değer bir gelişme. Federal Hükümet Yabancılar Danışmanlığı’nın açıkladığı son rapora göre, ülkede 1.93 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yaşıyor. Bu rakama vatandaşlığa geçenler de eklendiğinde ortaya yaklaşık 2.5 milyon gibi bir sayı çıkıyor. Buradan yola çıkarsak, şu anda her beş Türkiye kökenliden birisi Alman vatandaşı.
500 bin Türkiye kökenli seçmenin bütün seçmenler içindeki yeri ancak yüzde 0.8 iken, Avrupa’da yayın yapan Doğan ve Ihlas grubuna ait gazeteler aylardır “Alman seçimlerinde Türk damgası” içerikli haberler yapıp duruyorlar. Haberlerin içeriği ve tarzına bakılırsa, 22 Eylül akşamı Schröder’in mi yoksa Stoiber’in mi sandıktan galip çıkacağını, yüzde 0.8’lik Türkiye kökenli seçmenlerin oyları belirleyecek! Gerçek şu ki; bu oranın seçimleri etkileme olasığı olsa olsa yüzde 0.8’dir. Ama buna rağmen, onlar bu matamatiksel gerçeği bir yana bırakarak, seçimlerde “Türk ağırlığı” üzerinden şu veya bu partinin propagandasını yapıyorlar. Bunu yaparken asıl olarak da Türkiye kökenlilerin artık bu ülkede ‘kilit konuma’ geldikleri söylenerek; içe kapanık bir şekilde yaşamaya devam etmeleri, “Türkiye lehine” politika yapan partileri desteklemeleri isteniyor.
Çeşitli araştırmalara göre, 40 yıldan fazla bir süredir Almanya’da yaşayan Türkiye kökenli emekçilerin birinci tercihleri; oy kullanma hakkına sahip olsun ya da olmasınlar, “yabancı dostu” pozlarına bürünen iktidarın büyük ortağı SPD. Türkiye’de MHP, SP, ANAP, DYP gibi “sağ” partileri destekleyen “muhafazakâr” seçmenlerin çoğunun Almanya’daki tercihi “solcu” olabiliyor. Bunda, elbette SPD’nin, muhafazakâr CDU/CSU’ya oranla “yabancı dostu” görünmesinin önemli bir payı var. Önemli bir paydan ziyade, asıl belirleyen bunun ta kendisi.
Ancak, son yıllarda tercihlerde de bir değişiklik yaşanıyor. Çeşitli araştırmalara göre, Türkiye kökenli seçmenlerin bir bölümü yabancılara karşı sert politikalar izleyen, yer yer işi yabancı düşmanlığına kadar da vardıran muhafazakâr CDU/CSU’ya ya da liberal FDP’ye oy verebiliyor. Veya; yabancılar ve ırkçılıkla mücadele konusunda SPD ve Yeşiller’e oranla daha tutarlı bir söylemi olan “sosyalist” PDS’e (Demokratik Sosyalizm Partisi) de verilen oyların sayısı her geçen seçimde artıyor.
Seçmenlerdeki bu eğilim ve değişim, Türkiye kökenli milletvekili adaylarda da kendisini gösteriyor. Pazar günü 22 Türkiye kökenli milletvekili adayı da yarışacak. Bunların 11’i PDS, 7’si Yeşiller, 2’si CDU/CSU, biri de SPD listesinden aday. Hannover’den bir kişi de bağımsız aday oldu. Bu adaylardan ikisi ya da üçünün seçilmesine kesin gözüyle bakılıyor. Partilerin, Türkiye kökenli adaylara gösterdiği ilginin nedenlerinden birisi elbette, sözü edilen 500 bin oyun bir kısmını almak. Yeşiller ve SPD, bu kez Türkiyeli seçmenlere özgün kampanyalar da sürdürüyorlar. Türkiyelilerin yoğun yaşadığı Berlin-Kreuzberg’de Türkçe seçim afişleri, bildiriler bile dağıtılıyor. Bunda, Türkiyeli seçmenlerin sayısal artışını kullanarak, politika basamaklarından tırmanmak isteyen uyanık Türkiye kökenli politikacıların da elbette önemli bir rolü var.
Geçmiş dönem seçimlerinde daha çok bu ülkede yaşayan “yabancı” işçilerin neden seçme ve seçilme hakkı bulunmadığı tartışılır, bu konuda partilerden taleplerde bulunulurken, bu yıl oy hakkı olanların oylarının renginin ne olacağı tartışılıyor. Kalıcılaşma eğilimin güçlenmesiyle birlikte, doğal olarak, yaşamının merkezine Almanya’yı koyan, geleceğini bu ülkede görenlerin karşı karşıya bulundukları hukuksal ayrımcılıktan kurtulmak için tercih ettikleri bu kestirme yol önemli; ancak bu, diğer alanlarda yaşanan eşitsizliklere karşı “eşit haklar” mücadelesinin güçlendirilmesi gerektiği gerçeğinin üstünü örtmemelidir.
Çünkü Alman vatandaşlığına geçiş hiçbir zaman işsizlikten, yoksuluktan kurtuluş anlamına gelmiyor. Dolayısıyla, pazar günü kullanılacak oyun rengi, bu ülkenin sosyal sorunlarından bağımsız, sadece “yabancılık” kıstas alınarak kullanılmamalı. Yerli ve yabancı emekçilerin karşı karşıya bulunduğu işsizlik, yoksulluk ve sosyal kısıtlamalar gibi ekonomik ve sosyal sorunlara çözüm getirmeyen, yerli ve yabancılar arasındaki önyargıları körükleyen sermaye partilerine bir tek oy bile verilmemeli. Örneğin; artan işsizliğe çözüm getirmeyen, tersine işsizlik parasının düşürülmesini planlayan, sosyal yardımı yok etmek isteyen CDU/CSU, FDP, SPD ve Yeşiller’e verilecek her oy, bu sorunların önümüzdeki dört yıl içinde katlanarak büyümesi anlamına geliyor.
Stoiber gelirse şöyle olur, Schröder gelirse böyle olur ikilemine kapılmadan, bütün emekçilerin çıkarı neredeyse oylar ona göre kullanılırsa, o zaman yerli ve yabancı emekçilerin ortak yaşam ve mücadelesinin olanakları da güçlenecek.
|
|