"Köşeler" NATO ve Türkiye’yi tartışıyor

Milliyet’ten Kohen, Radikal’den Berkan,Tarhanlı ve Alkan, Yeni Şafak’tan Karaalioğlu ve Koru ile Sabah’tan Şafak Fransa, Almanya ve Belçika’nın yaklaşımıyla, ABD ve Türkiye’nin durumunu tartışıyor.

BİA (İstanbul) - 11 Şubat 2003 gazetelerinden “NATO” konusuna ayrılan köşelerden bölümler:

Sami Kohen (Milliyet): Bu nasıl ittifak?

Fransa - Almanya - Belçika üçlüsü, Irak sorununun gerçekten barışçı yollardan çözümlenebileceği inancını koruyabilir, ABD’nin Irak’a karşı bir savaş macerasına girişmesini haksız ve yanlış görebilir, bunun engellenmesi gerektiğini de savunabilir. Aslında uluslararası camiada onlar gibi düşünen çok ülke vardır. Türkiye de, bu krizin "savaşsız" atlatılması için elinden geleni yapıyor. (Ortadoğu ülkeleri nezdindeki yeni girişimler, bunun son örneği)...

Ama bu üç müttefikimiz, Türkiye’yi hem kendileri ile, hem NATO ile karşı karşıya getirecek bir davranış içine girmemeli idi. İki nedenle:

(1) NATO’dan istenen karar, Türkiye’nin her ihtimale karşı, savunma sisteminin takviyesine yönelik. Sözü geçen modern silahlar, "savunma" (saldırıcı değil) sistemi ile ilgili...

(2) Bu üç ülkenin yetkilileri, Türkiye’ye bir saldırı olduğu takdirde, 5’inci madde uyarınca derhal yardıma koşacağını söylüyorlar. O kadar üstünde durdukları "zamanlama" açısından bu Türkiye için çok geç olmaz mı?..

Avrupa üçlüsünün Atlantik’in öbür kıyısındaki Süper Devletin tek yanlı davranışlarını ve hele tehlikeli olabilecek bir saldırısını önlemek için çaba harcaması yerindedir. Son 48 saat içinde bazı yeni diplomatik girişimler için Rusya’nın da onlara destek vermesi, cesaret vericidir. Sonunda bu çabalar sonuç verir veya vermez, bu ayrı konu. Bush yönetimi, şu anda hala Irak’ı vurmakta çok kararlı görünüyor...

Ne var ki bu çabaların platformu BM ve özellikle Fransa’nın veto hakkına sahip olduğu Güvenlik Konseyi olmalı. İttifakı bölen, Türkiye’yi de kendi haline terk eden NATO Konseyi değil...

İsmet Berkan (Radikal): Nato mermer nato kafa

Geçmişteki büyük sıkıntılara bakıldığında, üye ülkelerin doğrudan güvenliğini ilgilendiren konularda çelişkiye düşüldüğünü görüyoruz. Mesela Yunanistan, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında ittifaka kızıp askeri kanattan ayrılmıştı.

Atina, NATO'nun Türkiye'ye karşı Yunanistan'ın güvenliğini sağlamamasından rahatsız olmuştu.

Son AGSP sıkıntısında Türkiye, AB'nin NATO imkânlarını sınırsız kullanmasını istememişti. Buradaki kaygı da Kıbrıs ya da Ege'de düzenlenecek bir AB operasyonuydu.

Oysa şimdi durum çok farklı. İki NATO üyesi ülkenin güvenlik çıkarları çatışmıyor bu son krizde. Çıkması muhtemel bir savaşta dışarıdan bir NATO üyesine saldırılması ihtimali var. Ve Türkiye, bu ihtimali göz önüne alarak NATO'dan korunma istiyor. Üç NATO üyesi ise 'Hayır' diyor, 'sizin tehdit altında olduğunuzu daha şimdiden kabul edecek olursak, Amerika'nın BM'den ikinci bir karar almadan Irak'ta savaşa girmesini de dolaylı olarak desteklemiş oluruz.'

Görüldüğü gibi bu basit, herhangi bir anlaşmazlık değil. Almanya-Fransa ekseni ile Amerika ciddi biçimde çatışıyorlar. Türkiye burada tarafını seçti, Amerika'nın yanında.

Peki bu bölünme gelecekte daha ileri gider mi? Aslına bakacak olursanız gider. Eğer Almanya ve Fransa güvenlik harcamalarını artırmayı göze alır, Avrupa kıtasını Amerika'nın desteği olmaksızın korumaya karar verirlerse gider.

Turgut Tarhanlı (Radikal): ABD ve Avrupa’nın ötesi

Türkiye'nin Avrupa ile arasındaki ilişkilerde, Fransa Savunma Bakanı'nın açıklıkla vurguladığı gibi, Türkiye'nin sunduğu bilgilere dayanan bir gerçeğin Avrupa tarafından kabulü ya da belli bir konuda karar vermek için yetersiz bulunduğu söylenebilir. Buna paralel seyreden Türkiye-ABD ilişkilerindeyse, bugünlerde gene yüzleştiğimiz gibi, 'ABD'nin gerçekleri' ve buna bağlı bir hareket tarzı, Türkiye'yi kuşatıyor.

Avrupa'nın değişik örgütlerine kısa bir süre önce katılan veya katılacak olan Avrupa ülkelerinin, Avrupa-Amerika geriliminin kendini güçlü bir biçimde gösterdiği bu zeminde, ya güçlü bir ABD müttefiki ya da koyu bir Avrupalı rolüyle yer alacakları şaşırtıcı olmamalıdır. Bu durum, Türkiye'nin bir AB üyesi olmaması halinde değişik çıkarlarının etkilendiği ölçüde, üstünde hareket etmek zorunda kalacağı gerilimli bir zemini de gitgide güçlendirecektir.

Bu koşullar geçerli olduğu sürece, Türkiye'nin, 'ABD gerçekleri' ile Transatlantik siyasi manevraları arasında sıkışması kaçınılmaz görünüyor.

Türkiye için, bu parametrelerin tamamen dışında bir girişimin anlamı gitgide önem kazanmakla birlikte ve hükümetin, örneğin bu bağlamda bir barış söylemine anlam kazandırma çabaları kayda değer olmakla birlikte, artık farklı bir anlayışın da kuvvetle vurgulanmasını ve görünür kılınmasını gerektiriyor. Bu, uluslararası bir düşünme tarzının dış ilişkilerde etkili kılınmasıdır.

Bunun anlamı ve etkisi, asıl, öyle bir yaklaşımın sadece Türkiye'nin çıkarlarıyla ilgili konularla sınırlı tutulmadığı ölçüde görünür olmaya başlayacaktır.

Türker Alkan (Radikal): Belalı arkadaş

Almanya, Fransa ve Belçika'nın NATO imkânlarının Türkiye için kullanılmasına karşı çıkmasını kabul etmesek bile anlayabiliriz: NATO, Doğu Bloku'nun dağılmasıyla birlikte amaçsız bir kuruluşa dönüştü. NATO'nun uluslararası bir barış gücü gibi algılanması ve teröre karşı kullanılması isteği de, üyelerinin farklı çıkarlar taşıması nedeniyle uygulamada güçlüklerle karşılaşıyor.

Görünen o ki, mesele sadece Saddam veya kitle imha silahları değildir. ABD, 11 Eylül sonrasında dünyayı (özellikle de Ortadoğu'yu) yeniden biçimlendirmeyi kafasına koymuşa benziyor. Fransa ve Almanya gibi Avrupa devletlerinin Irak savaşına karşı çıkmasının ardında yatan en önemli neden de bu olmalı. Sorunun, sadece Irak'la ve Saddam'la sınırlı olmadığını, şu andaki gelişmelerin, nerede biteceği belli olmayan geniş çaplı bir planın parçaları olduğunu görüyor ve kendilerini 'dünya imparatorluğu' gibi algılamadıkları için böyle bir maceradan uzak durmayı tercih ediyorlar.

Türkiye bu büyük satranç oyununda nereye kadar gidebileceğini çok iyi hesaplamalı. Belki de Amerika'ya 'stratejik müttefik' olarak bakmaktan vazgeçmenin zamanı artık gelmiştir. Dünyanın her tarafında çıkarları olan, ikide bir savaşlara giren belalı bir müttefik, sonunda bizim de başımızı sıkıntıya sokabilir.

Fransa ve Almanya'dan daha fazla 'dünya devleti' olduğumuzu sanmıyorum doğrusu.

Mustafa Karaalioğlu (Yeni Şafak): ABD-Avrupa dişlileri arasında ezilen Türkiye

Şu halde, ABD ile Avrupa arasındaki çatışma bağlamında Türkiye'nin bulunduğu pozisyonu, iki odağın güç gösterisine aracılık etmekten başka bir ifadeyle tanımlamak mümkün görünmüyor. Önemli olan, dünya sistemi mekanizmasının büyük dişlisi ABD ile, küçük dişli Avrupa arasında ezilen, ezildikçe hacim kaybeden Türkiye'nin; dişlilerin gıcırmadası kesildiği anda hangi tarafta kalacağı değil, mekanizmanın nerede duracağıdır.

Türkiye'nin elindeki son koz

Türkiye'nin savaşa karşı tutumu samimi ve barış yanlısı çizgisi gerçekçi ise bu tablo savaşın önlenmesi için yeni bir fırsat sunuyor.

Türkiye'nin önünde şimdi, bu "büyüklerin oyunu"ndan büyük bir hamle çıkarmak şansı bulunmaktadır. Amerika'nın Türkiye'nin güvenliğinden endişe duyarak NATO'yu harekete geçirmesi ve bunda başarılı olamaması bir fırsattır. Demek ki Türkiye'nin güvenlik sorunu vardır ve bu çözümlenememiştir. O halde, sorun çözülene kadar ABD'nin istekte bulunabilmesi ve şu ana kadar aldıklarıyla harekatı sirküle edebilmesi, Türkiye'nin güvenliğini riske etmekten başka bir sonuç doğurmayacaktır. Eğer, ABD'nin ve ardından Türkiye'nin 4. madde konusunda NATO'dan istekleri bir formaliteden ibaret değilse Ankara, bunlar yerine getirilene kadar elini kolunu bağlayarak bekleyebilme hakkına da sahip olmalıdır. Ayrıca ortada, BM Güvenlik Konseyi'nin Irak'a müdahaleye izin veren, yani Türkiye'nin ABD'ye karşı gardını düşürecek bir kararı da bulunmamaktadır.

Fehmi Koru (Yeni Şafak): Genel manzara

Ak Parti ve hükümet sözcülerinin başta ısrarlı oldukları, anayasal bir gereklilik de olan (m. 92) 'uluslararası meşruiyet' için 'yeni bir BM kararı' arayacak mı Türkiye, yoksa Washington ile Londra gibi, "1441 sayılı karar yeter" mi diyecek? "Hemen savaş" mı diyecek, "Barışa bir şans daha verelim" mi? Daha kestirme bir ifadeyle, Türkiye, ABD ile İngiltere'nin mi yanında yer alacak, yoksa Almanya-Fransa'nın mı? Aynı soru şöyle de sorulabilir: Türkiye, AB üyeliğinde ısrarcı mı olacak, yoksa ABD'nin bölgedeki temsilcisi mi?

Erdal Şafak (Sabah): NATO'nun intiharı

Bunun üstüne NATO Genel Sekreteri George Robertson geçen Perşembe ABD taleplerini Türkiye'ye destek önlemleriyle sınırladı ve 4 günlük "sessizlik süreci" ilan etti. Bu süreçte herhangi bir üyeden itiraz gelmezse, Türkiye'nin bir saldırıya karşı korunması önlemleri otomatik olarak kabul edilmiş sayılacaktı.

Ancak Fransa, Almanya ve Belçika bunu da veto etti. Üç ülkenin itirazları dün sabah peşpeşe Brüksel'deki NATO merkezine ulaştı.

Gerekçe yine aynıydı "Türkiye'ye değil, ABD'ye karşı tavır alıyoruz. Yoksa bir saldırı tehlikesi belirdiğinde Türkiye'nin yardımına ilk koşan biz oluruz..."

ABD Savunma Bakanı Rumsfeld'in "Utanç verici. İzleri kolay kolay silinmez" eleştirisi de, Robertson'un "Durum çok ciddi" uyarısı da vetocuları durdurmaya yetmedi.

Ve çıkmazı aşmak için "Türkiye bizzat başvursun" formülü ortaya atıldı. Türkiye de bunu kabul etti ve olağanüstü toplanan NATO Konseyi'nden 4'üncü maddenin işletilmesini istedi. Ankara "Tehdit çok ciddi. En küçük gecikmeye bile tahammül kalmadı" mesajı vermeyi de ihmal etmedi.

NATO Konseyi şimdi bu talebi görüşüyor. 3'lerin direnişi de sürüyor. Robertson, "Eminim ki sonunda bir anlaşmaya varacağız ama zamanını bilemem" demekle yetiniyor.

Ve Türkiye, 52 yıldır kader birliği yaptığı Avrupalı müttefiklerinin ilk ciddi sınavda kendisini yalnız bırakmalarının, hatta sırtından hançerlemelerinin dehşetini yaşıyor.

NATO bundan sonra artık asla güvenilir bir kurum olamayacak. Bu güven bunalımı belki de sonunu getirecek...