Kötünün iyisini seçmek
Pazar günü Almanya’da yapılan genel seçimler, şimdiden dünyanın en “ilginç” seçimleri arasında yer almaya hak kazanmış bulunuyor. Ülkenin en büyük iki partisi SPD ve CDU/CSU, geçerli sayılan 47 milyon 980 bin 308 oyun yüzde 38,5’ini oransal olarak eşit bir şekilde almayı başardılar. Bu oransal eşitliği SPD lehine değiştiren sadece 8864 oy oldu. Ne tesadüftür ki; birinci ve ikinci olan partiler arasındaki bu sayısal “küçük fark”, aynı zamanda politik farklılıkların da çok küçük olduğunu gösteriyor. SPD ile CDU/CSU arasında son ana kadar başa baş geçen yarışta ilk gülen Hıristiyan Demokratlar, son gülen ise Sosyal Demokratlar oldu. Sınırlı sayıdaki sandığın verilerinden toplanarak ekranlara yansıtılan rakamlardan hareket eden muhafazakârların başbakan adayı Edmund Stoiber, bu kadar oy bile almayı beklemediğinden olsa gerek, özenle ‘zafer gecesi’ için hazırlanan sahneye fırladı ve kameraların karşısına geçerek, “Biz kazandık” diyerek zaferini ilan etti. Ancak saatlerin ilerlemesiyle bu erken ilan edilmiş zaferin boşuna olduğu görüldü. SPD’nin ‘kılpayı’ farkıyla öne geçmesi, Yeşiller’in oylarını artırması ve hükümet kanadının parlamentodaki salt çoğunluğu sağlaması dolayısıyla, son gülen Başbakan Gerhard Schröder oldu. Eski 68’li Dışişleri Bakanı Joschka Fischer’in popülaritesini ve kazandığı devlet tecrübesini kullanarak Yeşiller’e puan kazandırması sayesinde Yeşiller seçimlerden kârlı çıkan tek parti oldu. SPD ve PDS oy kaybetmenin, CDU/CSU ve FDP ise hükümet olamamanın yenilgisini yaşadılar. Seçimlerden uzunca bir süre önce yapılan anketlerde iktidar partisi SPD’nin halk nezdinde önemli derecede itibar kaybettiği tespit edilirken, bu partinin Irak’a yönelik muhtemel bir saldırıya karşı çıkması ve sel felaketi sırasında kesenin ağzını açarak gerekli yardımları yapması, toparlanmasına yol açtı. Başbakan Schröder ve Dışişleri Bakanı Fischer’in Irak’a olası bir saldırıya açıktan tutum alması, hatta bazen işin “ölçüsünü” bile kaçırması, seçimlerde önemli bir rol oynadı. Elbette, Schröder-Fischher ikilisinin ABD’nin Irak’a saldırı planına karşı çıkmasının arkasında tek başına seçimde oy toplamak hedeflenmiyordu, ancak seçim öncesine denk gelen saldırı hazırlığına karşı çıkmak, aynı zamanda savaşlardan büyük acılar çekmiş Alman halkının isteğini de ifade etmekteydi. Dolayısıyla, bundan birkaç ay önce devrileceği varsayılan SPD-Yeşiller hükümetinin, “ikinci bir şans” elde ederek, bir dört yıl daha ülkeyi yönetmeye devam etmesinde “Irak faktörü” önemli bir rol oynadı. Çünkü, uzunca bir süre hükümeti işsizlik ve ekonomi politikalarıyla vurmayı planlayan Stoiber’in bu taktiğinin pek inandırıcı ve samimi olmadığı ortadaydı. SPD-Yeşiller hükümeti işsizliğin ve yoksulluğun düşürülmesi konusunda dört yıl içinde ciddi sayılabilecek çalışmalar yapmamıştı, ancak bütün bu sorunların Kohl’ün liderliğini yaptığı muhafazakâr hükümetten devralındığı da biliniyordu. Ayrıca, CDU/CSU’nun son bir hafta içinde ülkedeki göçmenlere karşı başlattığı düşmanca kampanyanın da Alman haklı içerisinde itibar görmediği, korku ve panik üzerinden seçimi kazanma girişimlerinin sonuçsuz kaldığı, ‘kılpayı’yla da olsa anlaşılmış bulunuyor. Ülke nüfusunun yüzde 8.9’u göçmen olduğu halde çıkıp, “Biz göçmen ülkesi değiliz, olmayacağız” denilmesine artık çocuklar bile gülüp geçiyor. En büyük yenilgiyi alan PDS’nin durumu, anlaşılan o ki, uzun bir süre tartışılacak. Doğu ve Batı Almanya’nın birleştiği 1990’da kurulan PDS, o günden bu yana, genel seçimlerde hep oylarını artırdı. 1990’da yüzde 2,2 oy ve üç direkt milletvekili ile 17; 1994’te, yüzde 100 bir artışla, yani yüzde 4,4 oyla 30, 1998’de ise yüzde 5,1 oyla 36 milletvekili parlamentoya gönderildi. Şimdi ise, yüzde 4 oy ve kazanılan sadece iki direkt milletvekili var. Bu “ağır yenilgi”nin faturasını genel anlamda sola ya da sosyalizme çıkarmak elbette yanlış olur. PDS’nin son birkaç yıl içinde SPD’nin solunda bir sosyal demokrat kulvara oynadığı, bu konuda epey mesafe katettiğini bilmeyen yok. Bunu fark edenler şimdi bu ülkede SPD dışında başka bir ‘sol sosyal demokrat’ partiye ihtiyaç olup olmadığını sorguluyorlar. İlk elden verilen yanıtlar, SPD’nin kendi soluna yönelik yaptığı her hamlenin bu partiyi erittiğini gösteriyor. Örneğin; PDS savaş karşıtı bir parti olmakla övünürken, SPD’nin Almanya’nın genel çıkarları bağlamında geliştirdiği Irak’a askeri müdahale karşıtı söylem adeta PDS’yi gereksizleştirdi. Bu durumda PDS’nin savaş karşıtı söylemleri de gürültü arasında kaybolup gitti. En önemlisi de PDS kurulduğu günden bu yana sürekli bir “Doğu partisi” olarak tanımlanıyordu. Parti yönetimi ise “bütün ülkenin partisi” olma söylemiyle, Doğu’daki halkın önemli taleplerini ve istemlerini geriye attı. Atmakla da kalmadı, Berlin ve Doğu Almanya’nın bazı eyaletlerinde SPD ile kurulan koalisyon hükümetleri, aslında bu partinin ekonomik ve politik bakımdan SPD’den çok da farklı olmadığını pratik olarak gözler önüne serdi. Ama, bu seçimlerin kaderinin Doğu Almanya’daki seçmenler tarafından belirlendiği, bütün analizlerde açık bir şekilde görülüyor. Batı’da oy kaybeden SPD, Doğu’da PDS’nin oylarını aldı. PDS geldiği nokta itibariyle, “ortanın soluna” yerleşmeye çalıştıkça güç yitirmeye başladı. Bunda elbette, “medya starı” Gregor Gysi’nin bir skandala karışarak bütün görevlerinden istifa etmesinin de önemli payı var. PDS’nin meclis dışı kalması diğer sermaye partilerinin işini kolaylaştırmış bulunuyor. Sağ ve sol olarak ayrılan ikişer parti ve bu partilerin sandalye sayılarının birbirine çok yakın olması, bütün kararların ucu ucuna alınacağı anlamına geliyor. Bu, aynı zamanda milletvekillerinin asker gibi disipline edilmesi gerektiği demek. Çünkü; önümüzdeki dört yıl Almanya’da her bakımdan zorlu olacak. SPD-Yeşiller hükümeti, “Hartz Önerileri” ile formüle edilen saldırı planıyla çalışma yaşamında pek çok şeyi değiştirecek. Sağlık, emeklilik, eğitim gibi konularda da köklü saldırılar gerçekleştirilecek. SPD-Yeşiller hükümetine destek veren sendikalar ise, genel olarak emekçilere yönelik yapılacak bu saldırılar karşısında taban tarafından net tutum almaya zorlanacak. Sağcı Stoiber’in hükümete gelmemesi için, “kötünün iyisi” olarak bilinen Schröder’e ikinci bir şans tanınması, SPD-Yeşiller hükümetinin “sol gösterip sağ vurması”nın önüne geçmeyecek. Bunun için de, önümüzdeki dört yıl, hem emekçiler, hem de sermaye ve onun partileri için zorlu olacak. e-posta: yucel@evrensel.de |
||||||