Apoletli “NGO”lar

MGK’nun Avrupa’daki faaliyetleri ve Avrupa’daki Türk derneklerinin tavırları üzerine

Murat Çakır

Hani derler ya “bir geldi, pir geldi” diye, MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç’ın Avrupa’da çeşitli kentlerde yaptığı toplantılar da buna benziyor. Elçiliklerin ve konsoloslukların mutlak talimatlarına rağmen toplantılarda konuşulanlar kamuoyuna sızınca bir gürültüdür koptu. Müthiş ekonomi bilgisini “bulurum boyayı, basarım parayı” gibisinden incilerle kanıtlayan(!) sert paşamızın söylediklerinden bazıları günlük gazetelerin puntolarından düşmedi.Bir taraftan Almanya Türk Toplumu, Alevi Dernekleri, Veliler Dernekleri, İşadamları Dernekleri gibi sayısız “sivil” kuruluşun katıldığı toplantılarda, paşanın şeriatçıları nasıl azarladığı tartışılırken, diğer taraftan Orgeneral Kılınç’ın MGK Genel Sekreteri sıfatıyla toplantılar düzenlemesine şaşıranlar oldu.

Oysa bunda pek şaşılacak bir durum yok. Çünkü MGK Genel Sekreteri yıllardan beri Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve diğer yasal düzenlemelerin verdiği “görev ve salâhiyetle” her ay Avrupa’ya gelerek direktifler yağdırmakta ve “faaliyetleri” yönlendirmektedir.

“Huzur Operasyonu”

Konuyu anlaşılır kılabilmek için tarihe bir bakmakta yarar var. Özellikle 12 eylül 1980 cuntasının iktidara el koymasından itibaren Türkiye’deki çeşitli devlet birimleri, önceleri muhalif sol çevreleri daha yakından izleyebilmek ve ASALA örgütüne darbe vurabilmek amacıyla, başta Federal Almanya olmak üzere Türkiyeli göçmenlerin yoğun olarak yaşadıkları Avrupa ülkelerinde örgütlenmeye başladılar.

Her ne kadar resmî söylemde Avrupa’da yürütülen operasyonların (ki, bu operasyonların nasıl yürütüldüğü ‘Susurluk’ olayı ile ilgili belgelerde açık bir şekilde anlatılmaktadır) ASALA örgütüne karşı yoğunlaştığı savunulsa da, asıl amaç Kenan Evren cuntasına ve cuntanın ülkede giriştiği katliama karşı Avrupa’da başarılı bir kamuoyu çalışması yürüten muhalif örgütlerin etkisinin ve Türkiye’nin Avrupa’daki izolasyonunun kırılmak istenmesiydi. Bu nedenle islamist ve faşizan Türk örgütlerde el altından destekleniyordu.

Dönemin Millî Güvenlik Konseyi kontrolünde başlatılan ve devlet birimlerince “Huzur Operasyonu” olarak adlandırılan bu çalışmanın hedefi iki ana noktada yoğunlaşıyordu: 1.) “Devlet düşmanı” muhalif sol örgütlerin Avrupa kamuoyundaki tartışmasız etkilerini kırmak ve 2.) Avrupa’da yaşayan Türkiyeli göçmenlerin kuracağı ve devlet kontrolünde tutulacak kuruluşlarla “lobicilik” yapmak.

Başlangıçta sivil bürokrasi tarafından yürütülen bu operasyon, doksanlı yıllardan itibaren “askerin denetimi” altına geçti. Adı yolsuzluklara karışan TBMM eski başkanı Mustafa Kalemli döneminde TBMM Genel Sekreteri olan ve belirli bir süre operasyonu bizzat yöneten Necdet Basa konuyla ilgili olarak “Sivillerin beceriksizliğinden dolayı asker olaya el koydu.” diyordu.

Sonuçta “Huzur Operasyonu” hayli başarılı oldu. Son on yıllık zaman dilimi içerisinde “DİTİB”, “Koordinasyon Kurulları”, “Atatürkçü Düşünce Dernekleri”, “Avrupa Türk Akademisyenler Birliği” gibi sayısız “yarı resmî” dernekler Avrupa’da mantar gibi bitiverdiler. Ama bunlara sonra değinelim.

MGK Genel Sekreterinin görevleri

Uzun lafın kısası “Huzur Operasyonu” başlangıçtaki amaçlarını başarıyla yerine getirdi. Şimdilerde ise Türkiye’deki karar vericinin Avrupa kamuoyunu etkileme ve “yarı resmî” Türk derneklerinin lobicilik (!) çalışmalarını yönlendirmek hedefini gütmektedir. Zaten bu nedenle eski Başbakan Bülent Ecevit 7 Kasım 2002 tarihinde, sivil toplum örgütlerinin ulusal ve uluslararası alanda rolü ve öneminin arttığı gerekçesiyle bir “Sivil Toplum Örgütlerini Geliştirme Kurulu” oluşturma kararını alarak, bu kurulu MGK’na bağladı. Yani sözde sivil toplum örgütlerinin gelişmesi MGK Genel Sekreterinin sorumluluğu altındadır.

Bu sorumluluğun hangi yasal düzenlemeye dayandığını Cumhuriyet gazetesinde yazan Hikmet Çetinkaya’dan okuyalım:

“(...) Peki MGK Genel Sekreterinin görevleri nedir? MGK Genel Sekreteri Millî Güvenlik Kurulu’nun görevleriyle ilgili olarak gerekli her tür çalışma, araştırma, inceleme ve değerlendirmeleri yapar, sonuçlarını teklifleriyle birlikte Cumhurbaşkanı, Başbakan ve MGK’ye sunar!..
MGK Genel Sekreteri’nin görevleri arasında başka neler vardır?
Bakanlar Kurulu’nun millî güvenliğin sağlanması sorumluluğuna ilişkin olarak devletin savunma siyaseti dışında, millî güvenliğini tayin, saptama, uygulama ve gerektiğinde düzeltme, değiştirme görevlerini izler, planlar, bu konudaki uygulamaları yönlendirir, sonuçlarını değerlendirir...
MGK Genel Sekreteri görevlerin yerine getirilmesinde, izlenmesinde ve denetlenmesinde Cumhurbaşkanı, Başbakan ve MGK adına yetkilidir!..
Köşelerinde ilkokul çocukları gibi soru soran, MGK Yasası’ndan haberi olmayan bazı gazeteci arkadaşlarıma bu bilgileri sunuyorum. Orgeneral Kılınç, yurt dışında kendi düşüncelerini anlatmamıştır! Kılınç paşa, MGK Genel Sekreteri’dir! Görev ve yetkileri de yasayla belirlenmiştir!..” (28 Nisan 2003 tarihli Hürriyet gazetesinden aktarma)

Peh, peh! Genel Sekreter değil, başbakan sanki mübarek. Ya ben demokratik ülkelerdeki yasama – yürütme ilişkilerinden bi’haberim, ya da... Neyse, demokrasi bazında Türkiye’deki hükümet – MGK – karar verici mekanizma ilişkilerini başka bir yazıda ele alalım.

“Emret Paşam!” yaklaşımları

Hal böyle olunca – pardon, yasa böyle olunca – Kılınç paşamızın faaliyetlerini yadırgamamak gerekir. O sadece görevini yapıyor. Asıl yadırganması gereken “demokratikliklerine” ve “bağımsızlıklarına” toz kondurmayan ve Kılınç paşanın toplantılarına katılma imtiyazına (!) sahip çoğu dernek yöneticilerinin “emret paşam!” tavırlarıdır. Bunlar NGO olduklarını iddia ediyorlar, ama “NGO”nun kelime anlamından dahi haberdar değiller. Elçilik ve konsolosluk “Sus!”diyor, susuyorlar, “Konuş!” diyor, bağırıyorlar. Sahibinin sesi olmak bu demek herhalde. Yani, Türkiye için uğraş veriyorum diyeceksin, ama yıllardır Susurluk’lara, faili meçhul cinayetlere, kirli savaş, ekonomik yağmalara, antidemokratik uygulamalara ve daha nicesine ses çıkarmayacaksın; bunları dile getirip eleştirenler karşısında şahin kesileceksin ve “şak emret, tak yaparım!” mantığı ile Türk toplumu adına ahkâm keseceksin. Olmaz böyle şey! Buna olsa olsa, apoletli dernekçilik denir, NGO değil.

Şüphesiz bir devletin yurt dışında yaşayan vatandaşları için sosyal ve kültürel hizmetler sunması, sorunlarının çözümü için uğraş vermesi özlenen bir durumdur. Ancak onyıllarca döviz rezervi olarak görülen yaklaşık 3,5 milyonluk bir kitle, aşağılanır, ciddiye alınmaz ve salt karar verici mekanizmayı elinde tutan bir militarist kliğin iç ve dış politik çıkarları uğruna yönlendirilebilecek bir “sürü” muamelesine tabi tutulursa, niyetlerin iyiliğinden şüphe edilir. Hele hele bu yaklaşımı pohpohlayan ve “hazır ol”da bekleyen sözüm ona NGO yöneticilerinin tavırlarından.

Konuyu açmak için bir örneği ele alalım: Yanılmıyorsam 1997 yılında Berlin Türk Cemaati içerisinde bir olay olmuştu. Yönetim Kurulu seçimlerinden mağlup çıkan eski Başkan Mustafa Turgut Çakmakoğlu ve Sabri Atak başkanlığındaki yeni yönetim kurulu arasında kamuoyunun da ilgisini çeken sert sürtüşmeler yaşanmıştı. Tabii asıl kavganın Berlin Senatosu’ndan alınan ödeneklerin kontrolü ile ilgili olduğu hiç söylenmedi. Kavga, dönemin MGK Genel Sekreterinin bizzat Berlin’e gelerek el koyması ile çözülmüştü. Düşünebiliyor musunuz? Türkiye’nin en üst karar organlarından birisi hiç üşenmiyor, Ankara’dan kalkıp Berlin’e geliyor ve ufak bir derneğin iç sorunlarını kapalı kapılar ardında çözüyor(!).

Sormak gerekir: hangi “ulvî” amaçla? Nasıl oluyor da, hergün binlercesi kurulan ve kapatılan Almanya’daki sıradan bir dernek sorunu, Türkiye’nin millî güvenlik meselesi haline geliyor? Çetinkaya’nın dediği gibi, MGK Genel Sekreteri kişisel düşünceleriyle hareket etmediğine göre... (Hoş gelişmeleri yakından izleyen Alman devletinin bunlara neden sessiz kaldığı ve hangi amaçlara hizmet ettiği de ilginç bir soru olur ya) Ve bu sözüm ona “NGO”da kalkıyor, sanki hiç önemli bir şey olmamış gibi Berlin Senatosu’ndan ödenek alarak “çalışmalarına” devam ediyor. Öyle zannediyorum ki, şiir yarışmalarına onbinlerce marklık ödüller dağıtan, Türkiye ve K.Kıbrıs’a bedava uçak kaldıran, Atatürkçülüğü kimseye kaptırmayan ve Avrupa’daki Türkiyeli toplum adına asıp – kesen kimi “NGO”ların finansman kaynakları saydamlaşırsa, daha nice apoletliler ortaya çıkacaktır.

Bana kalırsa Türkiye’deki karar verici Avrupa’daki Türk derneklerini “hizaya sokmak” yaklaşımı ile hata ediyor. En azından, niyetlerinin iyi olduğu konusunda inandırıcı değil. Alman vakıflarının Türkiye’deki çalışmaları ile ilintili olarak ortaya atılan iddiaları hatırlıyorsunuzdur. MGK Genel Sekreterinin, vakıf çalışmalarından daha da ileri giden “faaliyetleri” konusunda söylenecek sözlere ne cevap vereceksiniz?

Devlet, aslî görevlerinin temsil ettikleri üyelerinin çıkarlarını korumak olan hükümet ve partilerden bağımsız örgütleri – ki, NGO – Non Government Organisation’ın kelime anlamı budur – kendi siyasî dümen suyuna sokmaya çalışmak yerine, konularında uzman olan ve çıkar temsilciliği yapan örgütlerin uyarı ve önerilerini dikkate alarak, yurtdışındaki vatandaşlarına yönelik politikalarında paradigma değişikliği yapmalıdır. NGO’lar, doğaları gereği devlet ve hükümet kurumlarına karşı her zaman muhalif ve eleştirel bir mesafede dururlar. Demokratik devletler de böylesi NGO’ların görüşlerini, politikaları geliştirme ve yasama süreci içerisinde dikkate alırlar. Normali de budur zaten.

Ama bir devlet, memurlarıyla, hele de bir üst düzey subayı ile “NGO”ların hangi durumlarda nasıl davranmaları gerektiğini belirlemeye çalışırsa, manipülasyon suçlamasına maruz kalır. Bence bu yanlışı ne Türkiye, ne de Avrupa’daki Türkiye kökenli toplum hak ediyor. Zaten bugüne kadar tek merkezden yönlendirilen “yarı resmî” derneklerle yapılan lobiciliğin başarıs olması ve Avrupa kamuoyunda ciddiye alınmaması bu nedenledir. Bilinmelidir ki, devlete eleştirisel yaklaşım salt NGO olmanın değil, yurtsever ve yurttaş olmanın bir gereğidir.

Eh, bu birazcık da onur meselesidir.