StuSie’den mektup var!

Kartlı yaşam serisi –1

Talin Sucuyan

Stusie, ‘Studenten Siedlung’ öğrenci yerleşimi kelimelerinin kısaltılıp birleştirilmesinden oluşan yeni adresim. Anlaşılacağı üzere şu öğrencilik denen şey tam bitti diyecekken yeniden başladı.

StuSie; parklar, bahçeler içinde yeşili bol bir öğrenci yerleşim yeri...Göl kıyısında yürüyüş parkurları, spor sahaları, öğrenci barı ile StuSie biz gelişmemiş ülke öğrencilerinin ‘yurt’ anlayışının çok dışında.

Ne var ki bu yazının amacı StuSie’nin doğal güzelliklerini anlatmak değil, insanı canından bezdiren gelişmemiş ülke bürokrasisinin, gelişmiş hatta zengin ülke bürokrasileriyle pek bir farkı olmadığına dair küçük bir parantez açmak.


En azından bizde herkesin bildiği ve tüm devlet daireleri için geçerli olan kurallar işler. Sabah 9:00 ile akşam 17:00 arasında bir saat öğle tatili olmak şartıyla, öyle veya böyle çalışıldığına ilişkin bir genel kanı ya da kural olması gibi. Almanya durumunda ise bir memurun haftanın beş günü 7-8 saat çalıştığını düşünmek ancak safdillik olur. Yani en azından sizin ihtiyacınızı karşılayacak durumda olması bunca gün ve saat imkansız! Mesela bir haftadır yüzünü görmek için çırpındığım yurt sorumlusunu haftanın sadece iki günü toplam bir saat yurtta kalanlarla ilgilenirken bulabilirmişim. Ya da yurt idaresinden biriyle görüşmek, telefonumu aramaya açtırmak için de haftanın iki günü toplam 6 saat kadar bir vaktim olabilirmiş..

Yine de ‘sen de biraz medeniyet öğren de, adamların kapıya astıkları saatlere uy, o saatlerde işini hallet’ diyebilirsiniz. El mecbur öyle yapıyorum zaten. Ama işin asıl sinir bozucu tarafı kartlar ve numaralar.


İlk numaramı daha memleketteyken edindim. StuSie’deki oda numaramdı bu. Pek de çaba sarf etmeden aldığım bir numara olduğunu söyleyebilirim. Toplam 4 ayrı numaradan oluşuyor. Baştaki numara kimsenin işine yaramıyor sanırım, kayıtçıbaşıdan başka. Diğer üç numara ise mutlaka bilinmeli. Başta epey bir sorun oldu. Çünkü safi numaradan oluşan bir adresi akılda tutmak epey zor.

Nereden bilecektim aldığım bu ilk numaranın diğer numaraların ebesi olacağını.. Başladım bu numaraları başka numaralar almak için dağıtmaya. Malum numara alacaksınız öyle kolay değil, numarayı elden vermek hiç güvenli değil. Aynı zamanda yanınızda para taşımak, peşin ödemek falan da güvenli değil. Gerçi Almanya’nın güneybatısındaki bu küçük sınır kenti oldukça sakin gözüküyor ama kurt insanların içinde artık...Bu durumda ne yapacaksınız? Banka hesabı açtıracaksınız. Örneğin banka hesap numarası yoksa, sigorta numarası da yok . Çünkü sigorta peşin ödemeleri tehlikeli olduğu gerekçesiyle kabul etmiyor. Ödeme miktarı da 50 Euro yanlış anlaşılmasın öyle milyar milyar ödemeyeceksiniz. Neyse, baktım hesap numarası olmadan sigorta numarası alınamıyor gidip bir de bilmemkaç haneli hesap numaramı aldım. Bankadaki memur, bir hafta içinde kartımın adresime postalanacağını, ondan bir hafta sonra da kartımın şifresinin geleceğini müjdeledi. Gözlerim yollarda kaldı diyemeyeceğim...

Bu arada telefon kartları ile çok ilginç gelişmeler yaşanıyor bu ülkede. Neredeyse bütün ülkeleri aramak için ayrı kartlar var. Türkiye için ayrı, Afrika için ayrı, Kanada için ayrı...Bu kartlar 5, 10, 25 Euroluk olarak değişiyor. İçlerinde kontür yüklü. Sıkı durun şimdi başlıyor. Önce arayacağınız ülke en için en fazla kontürü en az paraya alabileceğiniz bir kart buluyorsunuz ve satın alıyorsunuz, sonra üzerinde yazılı servis numarasını çeviriyorsunuz, sonra kartın üzerinde kazıdığınız şifre numarasını giriyorsunuz ve hat açılıyor. Ondan sonra da arayacağınız telefon numarasını tuşluyorsunuz sonunda.

StuSie’deki telefon olayı ise başka. Odalarda telefon var. Üstlerinde oda numarasıyla hiç alakası olmayan dört haneli bir numara yazıyor. O numaranın önüne özel bir kod koyarak yurt aranabiliyor. Ülke kodu ve şehir kodundan ayrı olarak tabi. Eğer odanızdan telefon etmek istiyorsanız bilin bakalım ne yapacaksınız? Bir kart ve bir numara alacaksınız! Tabi önce o kartla numarayı size verecek görevliyi yakalamanız gerek. Önce bir gidip kapıdan bir dönmeniz lazım ki, işlerin nasıl yürüdüğünü iyice öğrenin. Aynen bizdeki sistem yani. Neyse, doğru saatte geldiniz, doğru adamı buldunuz, telefonunuzu açtıracaksınız. Önce bir kart alacaksınız, bu kart için bir miktar depozit ödeyeceksiniz ve sonra dışarıdaki otomatlardan o karta para yükleyeceksiniz. Otomatlar uzay istasyonu sesleri çıkarınca paranız yüklenmiş demektir. Sesleri duyan telefonunuz, kendisine kontür yüklendiğini çakacak ve kontürünüz bitene kadar konuşabileceksiniz. Kulağa ne hoş geliyor değil mi? Bütün bu işlemleri yaptıktan sonra artık telefonunuzu hak etmiş oluyorsunuz!

Sonra diyelim okulda karnınız acıktı, gidip yemekhanede bir yemek yiyeyim dediniz. Dediniz de kartınız var mı bakalım? Öğrenciyseniz ayrı, değilseniz ayrı fiyata kart almanız, depozito vermeniz ve karta kontür doldurmanız lazım. Siz şaşırmış olabilirsiniz ama ben aç karnımla sinirim tepeme vurmuş şekilde attım kendimi dışarı. Paramı tıkır tıkır sayar dışarıda yerim, kartları da numaraları da depozitoları da onların olsun diyerek bir günlük boykot uyguladım. Bu isyanıma yanıtın yine bir kartla geleceğini öğrenince sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim. Çünkü kayıt sonrasında çok numaralı adresime bir kart gönderilecekmiş onunla depozito ödemeden para yükleyip yemek yiyebilecekmişim.

Bir diğer kart tüm sömestr için geçerli olan toplu taşıma araçları için lazım olan kart. Madem sınır bölgesine çok yakınım atlar oraya giderim, burayı görürüm diyecekseniz o zaman 75 Eurocuk daha bayılarak tren kartı almanız gerekebilir. Ya da fazla açılmayayım ama eyalet içinde tur atayım biraz diyorsanız bu amaca uygun karttan almanız gerekebilir. Okula kayıt olunca alacağınız numaranız ise kütüphane kartına, yemekhane kartına ve daha önünüze çıkacak bilimum forma yazılması gereken bir numara olacak.

3 milyon kitabın bulunduğu pek afilli kütüphaneden kitap seçip fotokopi çektirmek için ayrı, internetten beğendiğiniz bir yazıyı bastırmak için ayrı kartlar alıp kontür doldurmanız gerektiğini söylememe gerek var mı bilmiyorum. Daha çamaşırhane falan da var ama başka bir yazıya kalsın diyemeyeceğim herkesin içine baygınlık gelmiştir herhalde.