Haydut Devletler
Jacques Derrida
Filozof, yazar, EHESS’de (Ecole des hautes études en sciences sociales) profesör. Bu metin, yazarın Galilée (Paris) Yayınları'ndan Ocak 2003’de çıkacak olan Voyous adlı kitabından alınmıştır.
Erkin kötüye kullanımı egemenlik kavramının yapısal bileşenidir.
Artık Haydut Devletler’den başka Devlet yok ve artık Haydut Devlet yok. Bu kavram, ait olduğu çağda hiç görülmemiş ölçüde korkutucu bir sınıra ve sona ulaşmış olacaktır. Bu son, başından itibaren hep yakındı. Rogue State (Haydut Devletler)(1) söz konusu olduğunda, söylenmek istenen nedir? Şu ya da bu rogue State’in sorumlu olduğu iddia edilen adaletsizlikleri, hukuğu yok sayma, saptırma ve yolundan çıkarma durumlarını ifşa etme durumundaki Amerika Birleşik Devletleri; uluslararası hukukun garantörü olduğunu söyleyen ve gerekli güce sahip olduğu için polis veya barışı sağlama operasyonları ve hatta savaş kararı hakkında söz sahibi olduğunu düşünen Amerika Birleşik Devletleri ve müttefiki Devletler, işte bu Devletlerin kendileri, egemenlik gereği en önde gelen rogue State’tirler.
Bu durum; Chomsky veya Blum’un suçlamalarına dayanak teşkil edecek dosyaların oluşturulmasına gerek olmaksızın ve de Rogue States başlığı taşıyan kitapların yazılmasından önce de aynı şekildeydi (bu demek değildir ki adı geçen dosyalar gerekli veya aydınlatıcı değildir). Bunu ifade ederken, söz konusu cesur çalışmaları küçümsediğimiz anlaşılmasın; ancak özellikle egemenlik kavramının tarihi ve yapısı ve de söz konusu kavramın “mantığı” ile ilişkili kapsamlı bir siyasi düşüncenin yokluğundan üzüntü duyduğumuzu dile getirmek istiyoruz. Böyle bir “mantık” ortaya konduğunda; rogue State’lerle savaş durumunda olan Devletler’in kendilerinin, önsel olarak, en meşru egemenlikleri içinde, kendi erklerini kötüye kullanan birer rogue State olduğu gözler önüne serilecektir. Egemenliğin var olmasıyla birlikte, erkin kötüye kullanımı, ve rogue State de söz konusudur. Kötüye kullanım kullanmanın yasasıdır; paylaşmaksızın hükümran olabilen bir egemenliğin yasası, “mantığı” da bu şekilde işler. Daha açık olarak şöyle dile getirilebilir: Bu mantık, hükümran olmayan ancak çok kritik, kırılgan, stabil olmayan bir çizgi üzerinde başarabildiği içindir ki, sınırlı bir süre için bile olsa, paylaşmaksızın hükümran olmaya yönelir. Egemenlik sadece emperyal bir hegemonya yönelimi içinde olabilir. Bu süreyi kullanmak, zaten kötüye kullanmak anlamına gelmektedir; aynı burada benim de bir haydut gibi davrandığım şekilde. Dolayısıyla sadece Haydut Devletler var; ya gizilgüç olarak ya da fiilen. Devlet hayduttur. Her zaman, sanıldığından daha fazla Haydut Devlet söz konusudur. Daha fazla Haydut Devlet, kulağa nasıl geliyor?
Görünüşe bakılacak olursa, bu büyük dolayımın ardından, başlıkta sorulmuş olan soruya, “Güçlünün (h)aklı(lığı) (Haydut Devletler var mı?)” sorusuna “evet” yanıtı verme eğilimi ortaya çıkacaktır. Var değil mi? Evet varlar; ancak düşünüldüğünden ve dile getirildiğinden daha fazlalar, ve daima daha fazla olacaklar. İşte burada ilk beklenmedik dönüş karşımıza çıkıyor.(2)
Ama işte son tersine dönüş; en sonuncusu. Bir çark edişin, bir devrimin ya da bir revolving door’un en sonuncusu. Nasıl bir süreç bu? Başlangıçta bu yönde bir eğilim içinde olunacaktır, ama meşru olduğu kadar da kolay olan bu eğilime karşı direneceğim: Bütün Devletler’in Haydut Devletler olduğu yerde, eşkiya hakimiyetinin devletçi egemenliğin hükümranlığının ta kendisi olduğu yerde, artık sadece haydutların olduğu bir yerde, artık haydut yoktur düşüncesi.(3) Haydut yoktur.(4) Söylendiğinden veya ikna edilmeye çalışılandan daha fazla haydutun olduğu yerde, artık haydut yoktur. Ancak, ne kadar fazla haydut söz konusu ise o kadar az haydut olması, ve de “haydut yok” veya “haydut Devlet yok” deyimlerinin birbirinin karşıtı iki anlamı taşıması ile birlikte, “haydut” sözcüğünün anlam ve erimini bir bakıma kullanım dışı bırakan bu içrek zorunluluğun ötesinde, bir başka zorunluluk karşımıza çıkmaktadır: Sözcüğe yapılan göndermeye bir son verme, tanımladığı dönemin sınırlarını belirleme ve Amerika Birleşik Devletleri ve müttefiklerinden bazılarının bu sözcüğe sık ve yinelemeli olarak yapmış oldukları başvuruyu sınırlama zorunluluğu
Varsayımım şudur: Bu çağ, Güvenlik Konseyi’nin kurucu ve sürekli üyesi olan, aşırı silahlanmış iki süper gücün dünyada düzeni, nükleer ve devletlerarası bir terör dengesi ile hakim kılabileceklerine inandıkları ve adına soğuk savaş denilen bir savaşın sona ermesiyle başlamıştır; öte yandan Haydut Devletler deyimi sağda solda hâlâ kullanılmaya devam etse de, 11 Eylül günü, söz konusu deyimin geçersizliği ifade edilmekten öte, teatral, hatta medyatik-teatral bir şekilde onaylanmıştır (hiçbir kavramın karşılık gelmediği bir olaya kısa yoldan göndermede bulunmak için bu tarihi gerekli buluyorum; zaten bu olay iki tarafta da şu güçlü medyatik tiyatrolaştırma ile, yapısı itibariyle kamusal ve siyasi bir olay olarak; dolayısıyla yalnızca sınırsız bir merhamet ile eğilebileceğimiz kurbanların tüm trajedilerinin dışında kurgulanmıştır).
World Trade Center’ın iki kulesiyle birlikte, nihayetinde güven telkin edici olan Haydut Devletler suçlamasını gerekli ve anlamlı kılan bütün bir mantıksal, anlambilimsel, retorik, hukuki siyasi kurgulama da gözle görülür şekilde yıkılmış oldu. Sovyetler Birliği’nin çöküşü üzerinden çok geçmeden (“çöküş” diyoruz, çünkü bu çöküşte iki kulenin çöküşünün ilk öncülleri, ilk merhaleleri bulunmaktadır), 1993 tarihinde iktidara gelir gelmez Clinton, Birleşmiş Milletler’e, ülkesinin bu durumlarda uygun gördüğü istisnai 51. maddeyi işleteceğini, ve -alıntılıyorum- Amerika Birleşik Devletleri’nin “mümkün olduğunda çoktaraflı, ama gereklilik durumunda tektaraflı olarak” hareket edeceğini bildirerek, Haydut Devletler’e karşı baskı ve yaptırım politikasını başlatmış oluyordu.
Bu bildiri, Birleşmiş Milletler nezdindeki elçiliği sırasında Madeleine Albright, ve savunma işleri sekreteri William Cohen tarafından birçok kere yinelendi ve onaylandı. Cohen, ABD’nin hayati çıkarları (bu hayati çıkarlardan şunu anlıyordu -alıntıyorum- “ensuring inhibited acces to key marlets, energy supplies, and strategic resources” ve de bir “domestic juridiction” tarafından hayati çıkar olarak belirlenmiş olan her şey) söz konusu olduğunda Haydut Devletler’e karşı tektaraflı olarak askeri müdahaleye (dolayısıyla BM’in veya Güvenlik Konseyi’nin önceden bir mutabakatı olmaksızın) hazır olduklarını bildiriyordu. Demek ki ABD’nin; çıkarları ile çelişen her Devlet’e saldırmak, onu sarsmak veya yıkmak için iyi bir nedene sahip olabilmesi ve haklı sayılabilmesi açısından, Amerikalıların ABD içerisinde ve kimseye danışmaksızın, bu durumu “hayati çıkarları”nın gerekliliği olarak değerlendirmeleri yeterli olacaktır.
ABD'nin Söylediği
Bu egemen tektaraflılığı, egemenliğin bu paylaşılmazlığını, normal ve demokratik bir kurum olarak kabul edilen Birleşmiş Milletler'in bu şekilde ayaklar altına alınmasını meşru kılmak, bu en güçlünün h(aklı)lığına hak vermek için gerekli olan şey, demek, saldırgan veya tehditkâr olarak görülen bir Devlet’in Haydut Devlet olarak hareket ettiğini ilan etmektir. Robert S. Litwak şöyle ifade ediyordu: “A rogue State, is whoever The United States says it is” [“Bir Haydut Devlet, ABD’nin öyle olduğunu söylediği Devlet’tir”]. ABD, kendisinin tektaraflı hareket edeceğini ilan ettiğinde, kendisini bir Haydut Devlet olarak tanımlıyordu. ABD bu şekilde hareket etme serbestliğini, yani kendisini korumak amacıyla “uluslararası terörizm” olarak adlandırılan duruma karşı dünya çapında gerekli gördüğü tüm önlemleri alma iznini BM'den resmi olarak 11 Eylül’de kazanmış oldu.
Ancak 11 Eylül’de gerçekleşen veya açığa çıkan, onaylanan tam olarak ne idi? Az çok haklı olarak, bu olay üzerine söylenmişlerin (bunlar üzerine yeniden dönmeyeceğim) ötesinde, o gün aydınlığa kavuşmuş olan ve iddia edildiği kadar öngörülemez olmayan neydi? Şu kaba gerçek zaten çok açıktı: Soğuk Savaş sonrası, mutlak tehdit artık bir Devlet biçiminde ortaya çıkmayacaktı. Soğuk Savaş sırasında, terör içinde bir dengelenmeyle, bu tehdit iki süper gücün denetimi altında iken, ABD ve onun müttefiki ülkeler dışında nükleer potansiyelin dağılımı artık hiçbir Devlet tarafından denetlenebilir değildi. Etkileri sınırlandırılmaya çalışılsa da; 11 Eylül’de ABD’de ve dünyada bir travma yaşanmış ise, bir çok belirtinin açıkça gösterdiği gibi, bu travma geleneksel olarak travma nedeni sanılan şeyden, yani geçmişte fiili olarak olmuş bir olayın ortaya çıkardığı bir yaralanma etkisinden ibaret değildi; fakat bu olay şimdiki zamanda gerçekleşiyor, daha korkunç ve gelmesi muhtemel olan bir tehdidin yadsınamaz kavrayışı içinde her an bir kez daha yinelenme tehlikesi taşıyordu.
Travma gelecekten geldiği için sürekli yaralayıcıdır ve şifası yoktur. Sanal olan da yaralar. Travma, henüz fiili bir şekilde gerçekleşmemiş, kendini haber verişinin işareti dışında henüz meydana gelmemiş bir yaralanmanın olduğu yerde meydana gelmiştir. Travmanın zamansallığı gelecek’ten kopup gelir. Oysa gelecek, sadece başka kulelerin veya benzer yapıların olası çöküşü, veya bakteriyolojik, kimyasal veya “bilişimsel”, vb. bir saldırı olasılığından ibaret değildir. Tabii bütün bunlar da asla gözardı edilmemelidir. Ancak gelebilecek olan en kötü şey; ABD’nin, yani egemenliği aşikâr olsa da yine de kırılgan, bunalımdaki bir demokratik Devlet’in, diğer normal ve egemen Devletler’in dünya düzeninin tek ve nihai bekçisi, garantörü olarak varsayılan bir Devlet’in devlet mekanizmasını yıkma tehdidinde bulunacak bir nükleer saldırıdır. Bu olası nükleer saldırı, diğer kimyasal, bakteriyolojik, bilişimsel saldırıları dışlamaz ve diğerleri de ona eşlik edebilir.
Oysa bu tür saldırılar, rogue State deyiminin ortaya çıkmasından sonra, çok erken bir tarihten itibaren göz önünde bulundurulmaya başlanmıştı. Ne var ki bunlar, kökenleri itibariyle, hep devlet yapılarıyla ve dolayısıyla örgütlü, durağan, yerleşik, saptanabilir, yeri tayin edilebilir, yeri yurdu olan güçlerle özdeşleştirilmiş, ve de bu güçlerin intihar eğilimli olamayacağı sebebiyle veya böyle varsayıldıkları için, bunların caydırıcı silahlara karşı duyarlı olacakları düşünülmüştür. 1998’de, Beyaz Saray sözcüsü Newt Gingric; erkin SSCB’de bürokratik ve kolektif bir şekilde, dolayısıyla intihar eğilimli olmayan bir tarzda kullanılması nedeniyle, Devlet’in caydırıcı politikalara duyarlı olması sonucu, SSCB’nin güven verici olduğunu büyük bir açıksözlülükle dile getiriyordu. Ancak hemen ardından, günümüzde aynı şeyin, dünyadaki birkaç rejim için söylenemeyeceğini ekliyordu. Oysa şunu da ifade etmeliydi: Bu güçler artık, bir Devlet veya bir rejim tarzında değildir ve bir millete veya bir toprağa bağlı yerleşik örgütlenme biçimine de sahip değildir.
Bizzat kendim, New York’ta, 11 Eylül'ü izleyen günlerde, Kongre üyelerinin Beyaz Saray'a yapılacak bir saldırının Devlet mekanizmasını ve hukuk devletini temsil eden her şeyi birkaç saniye içinde yok etmemesi için alınmış olan gerekli teknik önlemleri sıraladıklarını televizyonda gördüm: Hiçbir şekilde, örneğin Birlik'in durumu üzerine yapılan başkanlık bildirgesi gününde olduğu gibi, başkan, başkan yardımcısı ve Kongre’nin tamamının aynı yerde aynı zamanda bulunmamaları gerekmekteydi. Bu mutlak tehdidin üstesinden, Soğuk Savaş döneminde benimsenen iki strateji teorisiyle gelmek mümkündü. Ama artık olası tehdidin, kurulu bir Devlet’ten, hatta Haydut Devlet olarak bile tanımlanamayacak potansiyel bir Devlet’ten gelmediği bir noktada, bu tehdidi denetim altına almak olanaksızdı. Bu olgu, savaş sözcüğünü kullanmayı, ve “uluslararası terörizme karşı savaş”ın, terörizme finansal, lojistik destek veya korunaklı bir liman (orada denildiği gibi, teröristlere sponsor veya liman olmak) sağlayan belirli Devlet’leri hedeflemesi gerektiği durumunu meşru kılmak için girişilen bütün retorik sarfiyatı (askeri harcamalardan söz bile etmiyorum) boş ve gereksiz kılıyordu.
Haydut Devletler'i Saptamak
“Terörist” Devlet'leri veya Haydut Devletler'i saptamak için girişilen bütün bu çabalar; mutlak tehdidin herhangi bir Devlet’ten, ne çeşit olursa olsun herhangi bir devletsel yapılanmadan kaynaklanmadığı veya bunların denetimi altında olmadığı gerçeği karşısında duyulan mutlak kaygı, panik veya terör duygusunu yadsımaya yönelik “aklîleştirmeler”dir.(5) Bu özdeşleştirici yansıtma yoluyla; nükleer güçlerin veya kitlesel imhâ silahlarının gizli bir şekilde üretildiğini, bunların hiçbir Devlet’e -hatta hiçbir Haydut Devlet’e bile- bağlı olmayan birtakım yerlerde ulaşılabilir olduğunu gizlemeleri, her şeyden önce de kendilerinden gizlemeleri gerekiyordu. Umutsuz bir şekilde Haydut Devletler’i teşhis etmeye çalışarak, tıpkı savaş (eski, yaşlı Avrupa hukukunda yeri olan bir kavram) ve terörizm gibi can çekişmekte olan bütün bu kavramları yaşatmaya yönelik bütün bu çabalar gibi, bu çırpınışlar, bu “aklîleştirmeler” ve yadsımalar boşu boşuna kendi kendilerini yiyip bitirirler. Burada artık ne klasik anlamda uluslararası bir savaş (çünkü ABD’ye karşı ne bir Devlet savaş ilan etmiştir ne de bir Devlet olarak kalarak böyle bir savaşa girişmiştir), ne bir iç savaş (çünkü artık burada eski haliyle hiçbir Ulus-Devlet mevcut değildir), ne de Schmitt’in şu ilginç kavramı anlamında bir “partizanlar savaşı” söz konusu olacaktır; çünkü burada artık bir toprak işgaline karşı direniş hareketi, devrimci bir savaş veya sömürge haline getirilmiş bir Devlet’i özgürleştirmek ve yeni bir Devlet kurmak için bir kurtuluş savaşı söz konusu değildir. İşte bu benzer nedenlerden dolayı eskiden haklı olarak “devrimci savaşlar”la, “kurtuluş savaşları”yla veya “partizan savaşları”yla, yani esas meselenin, ufkun ve zeminin daima Devlet olduğu bu savaşlarla ilişkilendirilmiş olan bu kavram, tutarlılıktan yoksun bulunacaktır.
Demek oluyor ki, artık Haydut Devletler’den başka Devlet yok ve artık Haydut Devlet yok. Bu kavram, ait olduğu çağda hiç görülmemiş ölçüde korkutucu bir sınıra ve sona ulaşmış olacaktır. Bu son, başından itibaren hep yakındı. Ortaya koyduklarım, bir bakıma kavramsal olan bütün bu işaretlere bir yenisini; başka bir düzenin gelişine dair bir belirtiyi taşıyan şu söylemi eklemeli: Clinton döneminde, bu retorik stratejiyi yoğunlaştırıp hızlandıranlar, ve şeytani rogue State deyimini gereğinden fazla kullananlar, sonunda, 19 Haziran 2000 günü halkın önünde en azından bu sözcükten vazgeçmeye karar verdiklerini ilan etmişlerdir. Madeleine Albright, State Departement’ın bu adlandırmayı artık uygun bir adlandırma olarak görmediğini, ve artık bundan böyle, daha tarafsız ve daha ılımlı bir ifade olan States of concern'in kullanılacağını bildirmiştir.
Peki, tüm ciddiyetinizi koruyarak States of concern deyimini ne şekilde çevirebilirsiniz?(6) Diyelim, “zihnimizi işgal eden Devletler, başımıza dert olan Devletler, ama aynı zamanda durumlarının ciddi bir şekilde bizi kaygılandırması, ilgilendirmesi gereken Devletler.(7) Durumları hem tıbbi hem de hukuki anlamda ele alınması gerekenler.(8) Gerçekte bu adlandırmadan vazgeçilmesi durumu füzesavar savunma sistemi ve bütçesi ile ilişkili gerçek bir krizin habercisidir. Neden sonra, Bush sağda solda bu deyimi güncelleştirmeye kalkıştıysa da, deyim, şüphesiz bir daha kullanılmamak üzere devre dışı kaldı. Bu en azından benim, nihai sebebini -ve de dipsiz dibini- ortaya koymaya çalıştığım kendi varsayımım. “Haydut” sözcüğü terk edildi ve bu terk edişin bir hikayesi ve geçmişi var, rogue sözcüğü gibi o da ebedi değil.
Ancak “eşkıya” ve rogue, gerçekte öncelemiş olacakları “Haydut Devletler”in ve “rogue State”lerin ortadan kaybolmasından sonra bir süre daha varlıklarını sürdürecekler.
(çev. Doç. Dr. Melih Başaran)
(1) “Rogue” veya Fransızca’daki “voyou” deyimini, deyimin günlük siyasi literatüre geçmiş şekliyle “haydut” diye çeviriyoruz. Ancak makalenin içeriği, genel olarak “egemenlik” ve “hükümran olma” sorunuyla ilişkisi bakımından, Anadolu kültüründeki bazı çağrısımlarla da uygunluğu bakımından “eşkıya” deyimi de yerinde olacaktır (“eşkıya hükümran olmaz”,vb.). Ancak “voyou” deyimi, sadece dar bir siyasi içeriğe sahip olmayıp, “serseri”, “yaramaz”, “haylaz”, “kabadayı”, “külhani” anlamlarında, hatta edebiyatta örneğin bir Rimbaud veya bir Verlaine’in konumları için de mecazi olarak kullanılır.(ç.n.)
(2) Derrida, birazdan geri döneceği gibi, New York’un ikiz kulelerini çağrıştıran bu “tour” (kule), “retournement” (ters-yüzedilme; uçak kaçırma), hatta uçuşu (“vol”; ama aynı zamanda “hırsızlık”) çağrıştıran “volte” (volta; ama diyalektiğin evrelerini çağrıştıran “avatar”, “merhale”) ve “révolution” (devrim) sözcükleri arasında bir ağ örüyor. (ç.n.)
(3) Söz konusu “ters-yüz olma”nın ardında, karşıtların birbirine dönüşmesini Fransızca deyimsellikte örnekleyen “plus de voyou” deyimini görüyoruz. Yazılı şekliyle, iki karşıt anlama birden, hem “daha fazla haydut” hem de “artık haydut yok” anlamına gelen deyim okunuş sırasında “plus” sözünün “plü” (yok) veya “plüz” (fazla) şeklinde okunmasına göre ayrışır. (ç.n.)
(4) Metinde italikle, dolayısıyla yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı çevrilemez. (ç.n.)
(5) “Rationalization”: Freud psikanalizinin psişik “savunma mekanizmaları”ndan biri. (ç.n.)
(6) Şüphesiz çeviremez. Bir çeviri denemesinde, bütün sınıf zincirleme kahkahalara boğuluyoruz. İşte gelen çeviri önerilerinden birkaçı: “malûm Devletler”, “ismi lazım değil Devletler”, “onlar kendilerini bilir (Devletler)”… (ç.n.)
(7) Derrida
(8) “Durumu”yla “tıbbi” olarak ilgilenilen Devlet, (ilk) “Körfez Savaşı”nın öteki adının “Cerrahi Operasyon” (opération chirurgicale) olduğu hatırlanırsa açığa kavuşur.
|