İnsanı ararken, bulduklarımız

Almanya’da bahar yaza dönüyor ve kitapçı vitrinlerinden üzerimize bazen insan kadar derin ve şaşırtıcı sürprizler sıçrıyor

HÜSEYİN MOR

KÖLN- Bugünlerde: Savaş ağalarından, Pentagon kaynaklı beyin yıkama makinesi medyadan, Bağdat’a ilk bomba düştüğünde sevinçten göbek atan ağzı salyalı borsacılardan, savaşın bir hafta mı dört hafta mı süreceğini büyük bir hararetle tartışan ve insandan hiç söz etmeyen akıl fukarası stratejistlerden, özgürleştirdiği halkın üzerine bomba yağdıran petrol mafyasının “temiz savaşından”, işgalcilere “Hoş geldin!” diyen gönüllü uşaklardan, yağmacı ordu ile ülkesini talan eden çapulcu takımından, televizyonları işgal eden eli cetvelli emekli generallerden, bir kadavraya saldıran leş kargaları gibi, yakılan, yıkılan Irak’ın imarında bir kırıntıya razı tüccar politikacılardan sıkıldıysanız, bahar aylarında kitapçı raflarını dolduran binlerce yeni kitap arasında bir okuma ve yeni yazarlar keşfetme macerasına çıkabilirsiniz. Almanya’da satışta bulunan bir milyon başlık kitaba her yıl 100 bin yeni kitap ekleniyor. Bahar mevsimi ise bu yeni kitapların okurlarla buluştuğu en önemli yayın dönemidir. Kitapçıların vitrinleri ve rafları bu yeni kitaplarla süslenmiş durumda.

90’lı yıllarda egemenliğini ilan eden yeni Alman edebiyatının tahtına Ildika von Kürthy oturdu. “Freizeichen” kitabı ile, çok satan kitaplar listesinin ilk sırasına yerleşti. Ildika von Kürthy daha önce yazdığı “Mondscheintarif” ve “Herzsprung” kitapları ile de kendi kuşağı arasında öne çıkmıştı. Freizeichen ile 1.5 milyon tiraja ulaşan Ildika von Kürthy, Almanya’nın Helen Fielding’i sayılabilir. Ya da Türkiye’nin İpek Ongun’u. Kahramanları Helen Fielding’in Bridget Jones adındaki alık kahramanın bir kopyası olan Ildika von Kürthy, “Freizeichen” kitabında 31 yaşında yıllarca aynı erkek ve saç modeli ile yaşayan Annabel’i anlatıyor. Annabel, hayatını değiştirmek için 7 günlüğüne Mallorca’ya tatile çıkar. Romanın sonuna doğru da aşık olduğu erkeği, kendisinden daha zayıf ama “süper seksi” bir başka kadına kaptırır. Ancak sonunda istediği yeni sac modeline de kavuşmuştur.

Helen Fielding olsun, Ildika von Kürthy olsun, hitap ettikleri kitle, 90’lı yılların her renkten ve apolitik bir MTV kuşağıdır. Bu yazarların hiçbir derinliği yok. Kilolar, kaloriler ve sivilceleri dünyanın enbüyük sorunu olarak gören 90’lı yılların snob gençliğinin yeni star yazarları edebiyat dışı bir fenomen olarak yayın dünyasını meşgul etmeye devam edecek gibi görünüyor.

90’lı yıllara damgasını vuran yeni Alman edebiyatının önemli temsilcilerinden Frank Goosen’in yeni kitabı “Pokorny lacht” Eichborn Verlag tarafından basıldı. Goosen, daha önce yazdığı “Liegen lernen” kitabıyla edebiyat eleştirmenlerinin dikkatini çekmişti. Bu yazar, yarattığı yeni dil ve insanın traji-komik durumlarına duyarlı hümanist bir tavırla eğiliyor. Yeni kitabı “Pokorny lacht”ta, her akşam sahneye çıkan komedyen Friedrich Pokorny, anlattığı fıkralarla seyircileri güldürürken kendi yalnızlığını kurduğu kalın bir kalenin duvarları arkasında saklar. Seyirciler, anlattıklarına güler ve o da kendi yalnızlığını bu sahte dünyaya gömer. Bu durum, bir gün seyirciler arasında eski okul arkadaşı Thomas ile karşılaşana kadar sürer. Ve ilk aşkı Ellen’in izine rastlaması ile Pokorny’nin dünyası değişmeye başlar. Frank Goosen, yeni kitabı, insanın cenneti çocukluk ve yetişkinlerin dünyası, insanların yaşadığı acılar üzerine kurulu. Goosen’in kıvrak ve sınır tanımayan dilinin de, romanın “Bestseller” listelerine girmesinde özel bir payı olduğu söylenebilir.

Hollandalı yazar Leon de Winter’in yeni kitabı “Malibu” da bahar yayın döneminin önemli romanlarından biri. Leon de Winter, daha önce yazdığı “Leo Kaplan” kitabıyla bir başyapıta imza atmıştı. Yazar, oluşturduğu sadık okuruna Malibu ile bir bahar armağanı sunuyor.

İspanya’dan yazar Almudena Grandes’in yeni romanı “Die wechselnden Winde” ülkenin geçmişi üzerine kurulu bir başyapıt olarak hem okurlar hem de eleştirmenler tarafından kabul görmüş bulunuyor. Almudena Grandes, daha önce yazdığı “Lulu” adlı romanın gölgesinden bir türlü çıkamamıştı. Kadın bir yazar olan Grandes’in ilk kitabı, Lulu, içerdiği cesur cinsellik ile İspanya’yı sarsarken 19 dile çevrilmişti. Grandes bu başarılı kitabıyla “Lulu ve cinsellik” klişesinden kurtulmayı deniyor. Yeni roman büyük duyguların üzerine İspanya İç Savaşı ile yeni zenginleri anlatıyor. İspanya’nın değişen yüzüne büyük bir dipnot düşüyor. Bir de, isterseniz, Türkiye kökenli yazarların Almanca olarak yayınladıkları yeni kitaplara bakalım.

İlk kitap Yade Kara’nın Diogenes Verlag bünyesinde yayımlanan “Selam Berlin”i. Yade Kara, Almanya’da “Kanacke” Türkiye’de “Almancı” olarak anılan göçmenlerin dünyasına eğilen bir roman yazmış. Berlin’de Türklerin kurduğu Kreuzberg gettosu anlatılıyor. Berlin ile İstanbul arasında bir git-gel yaşayan Hasan, sonunda, Berlin duvarının yıkılışıyla birlikte Berlin’e geri dönmeye karar verir. Boğaziçi'nden Spree'ye, Doğu-Batı klişelerini değiştirmeye yönelik bir kitap.

Almanya’nın en çok okunan polisiye yazarlarından Akif Pirinççi’nin Felidae dizisinin yeni kitabı “Duell”, kedilerin kahraman olduğu bir kitap. Kediler muhitinde yine korku ve huzursuzluk hakimdir. Kedi Francis, hemen duruma el koyar ve cinayeti çözüp katili bulana kadar pek çok macera yaşar.

Emine Sevgi Özdamar’ın yeni romanı “Seltsame Sterne starren zur Erde”, çıktı. 70’li yılların Berlin’i ve işçi semti Wedding. 1976’da Berlin’e gelen genç bir kadın oyuncu, Brecht tiyatrosu yapma hayalindedir. Berlin’in üzerine 68 hareketinin rehaveti çökmüştür. Sol fraksiyonlar, öğrenciler, fabrika işçileri... Özdamar, kitabında bu başka Berlin’i yazıyor. Eski “ada şehir” Berlin’i özleyenlere iyi gelebilir.

Seyran Ateş’in otobiyografisi “Grosse Reise ins Feuer” de geçtiğimiz günlerin piyasaya verilen kitaplarından. Özgürlük aşığı bir genç kız Berlin’de, hukuk okumak hayaliyle birçok şeyi terk eder. Çok keskin bir bakışla iki kültür arasında kalmış bir hayatı analiz ederek, kendi kurduğu hayatın zor ve maceralı dönemleri kitapta yer alıyor.

Meraklıları için belirtelim: Nedim Gürsel’in “Resimli Dünya” romanı “Turbane in Venedig” adıyla, Ahmet Altan’ın “Kılıç Yarası Gibi” romanı “Die Duft des Paradieses” adıyla Almanca’da. Orhan Pamuk’un “Kara Kitap', “Yeni Hayat” ve “Benim Adım Kırmızı” romanları da Almanca olarak okunabilir. Gözümüzden kaçanları keşfetmek sizlere kalıyor. Kitaplar arasında gezerken bir sürprizle karşılaşabilirsiniz.

Yeni kitaplar arasında dolaşırken “ortaçağ” üzerine yeni yayınların yoğunluğu dikkat çekiyor. Küreselleşme ile “Pax Americana”nın öncülüğünde bir ortaçağ karanlığına gömülen dünyada, ortaçağ üzerine romanların rağbet görmesi rastlantı mıdır?

Umberto Eco’nun, “Gülün Adı” ile başlattığı bu akım, bugünlerde en yüksek aşamaya ulaştı. İnsanın en çok örselendiği, silindiği ortaçağ dünyası, aynı zamanda Rönesans’ı, Fransız Devrimi’ni ve “aydınlanma” ateşini hazırlayan ve yakan bir zamandır. İnsanın ve aydının yeryüzünden silindiği “yeni ortaçağ”da yeni bir aydınlanma ve yeni bir insanın uç verdiğini küreselleşmeye karşı bir itiraz olarak görüyoruz. Yeni ortaçağın bu aydınlığın hazırlayıcı olduğunu da bilerek, yeni kitaplar arasında okuma ve düşünme eylemine başlayabilir veya devam edebilirsiniz.

Yine de bu kitaplar arasında okuyacak bir şey bulamazsanız Bernhard Schlink’in zamana direnen o büyük yapıtı “Vorleser”i okuyun. İnsanın köşeye sıkıştırıldığı bir dünyaya çok onurlu bir itirazdır. Günübirlik tüketilen sergilerin ve insan ilişkilerinin yerine, yakın tarihiyle ve kendiyle hesaplaşan insanın serüvenini çok zengin bir dil yaratarak anlatan Schlink’in bu kitabıyla kendinize bir edebiyat şöleni armağan etmiş olun.

Önereceğimiz son yazar Sandor Marai. 1900 yılında Kaschau’da doğan Marai, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra Berlin, Paris ve Budapeşte’de yaşadı.

Çok ünlü ve çok okunan bir yazar oldu. Amerika’ya sürgüne gidince unutuldu. 1989 yılında intihar etti. Son yıllarda özellikle “Glut” (Köz) romanı üzerinden sözcüğün tam anlamıyla yeniden keşfedildi. Bu kitap, tüm listeleri altüst ederek kült kitaplar arasındaki yerini aldı. Okurların okuma isteğini ateşledi. Sandor Marai’nin bu dönem yeni basılan kitabı “Wandlungen einer Ehe”, “Yaşlı Avrupa”nın tüm insani değerleri, gerçek, umut, aşk, tutku, sınıf bilinci. Zenginlik, yoksulluk, yalnızlık ve evlilik ihlalleri üzerine bir ağıt gibidir. Romanı iki kadın ve bir erkeğin üç monologundan oluşuyor. Bu üçlü ilişkinin acı sonuna kadar bir evliliğin çöküşü ve insan denen muammanın sırlarını açığa vuruyor. Ve hayatın insanın kendi muammasına bir yolculuk olduğunu yazıyor belki de “son Avrupalı” yazar Sandor Marai.

9 Mayıs 2003, C. HAFTA