Türkiye Avrupalıdır

Eski Kültür Bakanı Fikri Sağlar’a göre, Amerika’yla stratejik ortaklık değil, Avrupa’yla birlikte olmak önemli.

ÖMER AKTAŞ

ANKARA - Amerika Birleşik Devletleri’nin Ortadoğu’ya yerleşme politikası karşısında Türkiye’nin bölgedeki önemini koruyabilmesi için Avrupa Birliği’ne tam üye olmasının mutlaka gerektiği ileri sürüldü. Eski Kültür Bakanı Fikri Sağlar, “Avrupa Birliği, Avrupa içerisindeki birlikteliğini tamamladı, buradan ‘Avrupa Birleşik Devletleri’ne doğru gidebilir, ama korkarım ki, ‘Fransa-Almanya İmparatorluğu’ altında birleşen bir noktaya da gelebilir” dedi. Halen Sosyal Demokrat Halk Partisi Genel Sekreterliği görevini yürüten Fikri Sağlar, Türkiye’nin Avrupa Birliği normlarına hazırlanmak için 80 yıl gibi yeterli sayılabilecek bir süreye sahip olduğunu anımsatırken, “50 yıldır kötü yönetildiği için Türkiye’nin şu an bu gücü gösteremiyor” dedi. Genç politikacı, Cumhuriyet Hafta’nın konuyla ilgili sorularını yanıtladı.

- Türkiye’nin bir an önce AB’ye uyum yasalarını çıkarması gerektiğini vurguluyorsunuz. Peki, AKP hükümetinin buna gücü var mı?

- Türkiye’nin buna hazır olması gerekiyordu. 80 yıllık bir cumhuriyet tarihinin de, cumhuriyeti kuran Atatürk ve arkadaşlarının da hedefi “çağdaş uygarlığın üzerine çıkmak”tı. Hedeflediğimiz uygarlık yaşantısının bulunduğu yer Avrupa Birliği’dir. Türkiye’nin 80 yıl boyunca buraya hazırlık yapması gerekiyordu. Türkiye bunu, AB için değil, elbette kendi halkının çağdaş bir standarda ulaşabilmesi için yapmalı.

Türkiye’nin son 50 yılına baktığımızda, 50 yıldır iktidara gelen sağ zihniyetler, Türkiye’nin uygarlaşması, çağdaşlaşması, Türkiye’nin insan haklarına, hukuka sahip ekonomik güç, kültürel gelişme gibi kavramlarla hiç uzaktan yakından ilgili olmadıklarından biz yapılması gerekenleri yapamadık ve dolayısıyla bugün AB’ye hazır değiliz gibi görünüyor.

Oysa Türkiye Cumhuriyeti’nin yönü, kurgusu, yapısı, çağdaş uygarlığın, yani Avrupa’nın içerisinde yer almasını da içeriyor. Bu yapıyı harekete geçirmek lazım. Bu yapı bugüne kadar sağ iktidarlar tarafından harekete geçirilmediği için yapının içerisinde derin, güçlü engeller oluşmuştur; 'derin devlet' dediğimiz anlayış oluşmuştur. Hukuk devleti olmaktan çıkıldı. Ekonomik gelişmeyi sağlayacak yatırımlar düşünülmedi, başkalarına bağımlı bir ekonomik yapı oluşturulmaya çalışıldı. Küreselleşme de bunun üzerine gelince, globalleşmenin getirdiği bütün ağırlıklar ayakta duramayan Türkiye’nin sırtına binince Türkiye yere oturdu.

Buradan kalkabilir, onu kaldırabilecek güç vardır. Ancak bunun hedefini iyi tayin edebilen ve uygulayabilen cesur, kararlı ve gecesini gündüzüne katacak olan güçlü iradeler o hedefe Türkiye’yi götürür.

İş başındaki hükümete baktığımızda, hükümetin gerçek yüzünün “batıya” değil “doğuya” dönük olduğunu görürüz. Bir AB’de yer almak değil, “fundamentalist” anlayışı doğuyla bütünleştiren bir 'İslam Cumhuriyeti' anlayışına dönük, dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkelerini yok sayan bir yapıdadır. İşbaşına geldiği günden itibaren, dünya insanlarının çok yakından takip ettiği bir dizi olay karşısında da gerçek yüzünü bir türlü ortaya koyamamıştır. Ciddi bir kadrolaşma söz konusu. Şimdi yavaş yavaş, Irak’ın işgali toz dumanının yatışmasıyla gerçek yüzü ortaya çıkacak.

Türkiye var olan bütün potansiyelini çağdaşlaşma yönünde kullanmalıdır, başardığı takdirde de AB içerisinde yer alır. Türkiye’nin, önümüzdeki on yıllar içerisinde oluşacak olan yeni bir dünya düzeninde hak ettiği yeri alabilmesinin yolu Avrupa Birliği’nden geçiyor.

Amerika, Asya’ya yerleşiyor, dolar etkisinin yerini euro alıyor. Euroya karşı ekonomik mücadelesi, önüne çıkacak olan Çin ve “Avrupa Birleşik Devletleri” dünyadaki egemenliğini sürdüremeyeceğini bildiğinden, “Bin Ladin” ve “Saddam” bahanesiyle Asya’ya yerleşiyor. Asya’nın da yeraltı zenginliklerinin üzerine yerleşiyor. Bu harekatın ikinci adımında, Türkiye böyle “güçsüz” devam ederse, ABD, Anadolu’nun üzerine yerleşip bor madenlerini de el atmaya niyetlenecektir. ABD, ekonomik anlamdaki gücünü genişletip, Avrupa Birleşik Devletleri ve Çin’e karşı mücadelesini bu kıtadan da destekleyecektir. Bu bilinen bir senaryo, bu senaryoya karşı Türkiye’nin güçlü durabilmesi için bir yerlere ulaşması gerekiyor.

Tabii ki Türkiye’nin müttefiki Amerika değildir, olamaz. Türkiye Tanzimat’tan, hatta iki Viyana Kuşatması’ndan önce de hedefi hep Avrupa içerisinde yer almaktır. Türkiye kendini bir Avrupalı olarak görmektedir. Buraya gidebilmenin yolu da Amerika’yla stratejik ortaklıktan değil, Avrupa’yla birlikte olmaktan geçer.

Türkiye eğer kendi standardını yükseltmezse, önümüzdeki on yıllarda oluşacak olan yeni dünya düzeninde güçsüz kalacaktır.

Bir taraftan da korkarım ki, Avrupa Birliği de arzulandığı noktadan bir başka noktaya hareket edebilir; Avrupa Birliği, Avrupa içerisindeki birlikteliğini tamamladı, buradan Avrupa Birleşik Devletleri’ne doğru gidebilir, ama korkarım, “Fransa-Almanya İmparatorluğu” altında birleşir noktaya gelebilir.

Türkiye’nin çıkarları karşısında kendi iradesiyle karar verebilme hakkı yoktur. Bu nedenle Türkiye Avrupa Birliği’nin içinde yer almalıdır.

Amerika emperyalist bir anlayışla, işgalci, yayılmacı bir anlayışı sürdürmektedir. Olası bir Avrupa Birleşik Devletleri’ne dönüşecek olan, Avrupa Birliği ise işgalci, sömürgeci, yayılmacı bir anlayışı yok. O sadece, gönül birliği içerisinde kendi iradeleriyle, tamamen özgür iradeleriyle bir oluşum gerçekleştirmeye çalışıyor. Bu önemli bir fark. Dolayısıyla Avrupa Birliği içerisinde yer almamız gerekiyor. Bu hedefi gerçekleştirecek potansiyelimiz olduğuna da inanıyorum.

- Ancak Avrupa’da da ‘AB, Türkiye’yi, şartları yerine getirse bile içine almaz’ yorumlarına çok sık rastlanıyor!..

-Bunlar doğrudur. AB’nin bir “Hıristiyan Birliği”, olduğu söylenebilir, bir “Zenginler Kulübü” olduğu söylenebilir, bunların hepsi doğrudur. Bu niyetler vardır. AB’yi oluşturan 25 ülkenin ayrı ayrı beklentisi vardır bundan. Ama hepsinin standartları birbirine denk hale getirilmek zorundadır. Türkiye bu yaşam standardına ulaşacak olursa, AB, bırakın “Türkiye’yi içime almam” demeyi, Türkiye’yi kazanmak için bizzat çaba harcayacaktır.

65 milyon nüfuslu bir Türkiye’nin, ekonomik çöküntü içerisindeki bir Türkiye’nin AB’ye bir yararı olmayacağı açıktır. Bunu gördükleri için çeşitli nedenler ortaya koyuyorlar. AB, Almanya ve Fransa’nın egemenliği altında kalmaz, hukuka riayet ederse, gelecekte Amerika’nın uyguladığı yayılmacı, emperyalist politikaların karşısına bir duvar olur. Bu seti oluşturmak için şiddetin karşısında bir gücün olması, ayrıca orada bir de “kaba gücün” olmaması gerekiyor. İşte bu anlayışa doğru AB giderse, Türkiye’ye nüfus anlamında büyük ihtiyaç duyacaktır.

O nedenle ben Türkiye’nin, AB ile ilişkileri açısından önümüzdeki yılların sanıldığından daha olumlu geçeceğini düşünüyorum, dünyadaki dengeler ve konjonktürden kaynaklanarak.

Bilindiği gibi Çin son on beş yılda yüzde on altı büyümeyle, dış ödemeler dengesinde, dünyadaki yabancı sermayenin yüzde 65-70’lerini ülkesine çekerek, Amerika Birleşik Devletleri’ni rahatsız eder hale gelmiştir. Afganistan ve Irak’tan sonra Suriye’yi terörist devlet ilan eden Amerika onun hesaplarını yapıyor.

- Siz “Ergenekon”un Almanya bağlantılarını nasıl görüyorsunuz? Böyle bir oluşum var mı?

- Var tabii. “Ergenekon” devletin içerisinde “yasal-gayri resmi örgüt” yani devletin kamu kurumlarının oluşturduğu, bir de devletin kamu görevlilerinin dışında oluşan “ülkücü, mafya, tarikat” üyelerinden oluşan bir yapısı var. Onların en önemli insan ve gelir kaynağı yurtdışındaki ülkücüler. Yurtdışındaki ülkücülerin bu işin içerisinde tetikçi olarak kullanıldıkları açıkça görülüyor. Uyuşturucu ve diğer yeraltı ekonomisinin unsurları olan “fuhuş, silah ve adam kaçırma” gibi işlerin ülkücü mafyanın elinde olduğu biliniyor.

- Ancak Amerika’nın Irak’ı işgali ve Ortadoğu’ya yerleşmesi, bu ‘Ergenekon’u nasıl etkiler?

- Zaten Ergenekon’un kaynağı ve yönlendirilişi CIA merkezlidir. Dolayısıyla Ergenekon, Amerika’nın çıkarları doğrultusunda kullanılmaya çok açık olduğu da bilinmektedir. NATO çerçevesinde oluşturulmuştur.

ABD son otuz yıldır, dünyanın çeşitli yerlerinde 250 darbe yapmıştır. Darbeden kasıt, adam öldürmek, suikast, yönetimi devirmek, kurumların başındaki insanları değiştirmek vs. Amerika bunu sadece bu konuda yetiştirdiği ve örgütlediği güçleriyle değil, o örgütlerin yerel işbirlikçileriyle birlikte yapmış bunları. Irak’ta da görüldüğü gibi, özel kamplarında eğittiği peşmergelerle kuzeye hakim olmak istiyor. Suriye’de, Filistin’de, Lübnan’da, İran’da her yerde yetiştirdiği insanlar var. O mekanizmalara uyum halinde çalışıyor. Birbirlerinin neleri yaptığını biliyorlar, bazen müsamaha ediyorlar, bazen birlikte hareket ediyorlar, bazen de engelliyorlar, kendi işlerine gelenleri yapıyorlar. Şurası bir gerçek ki, hepsinin patronu Amerika.

Ergenekon’un “ülke menfaatlerini korumak adına” kurulduğu bellidir ama, ülke menfaatlerini korumak derken, o menfaatlerin ülkenin menfaati mi, başkasının menfaati mi olduğunun kararını verecek olan merci Amerika’dır.

9 Mayıs 2003, C. HAFTA