İstanbul Film Festivali’nin ardından

22. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde iki yönetmen: Nuri Bilge Ceylan ve Kadir Sözen

TUNCAY KULAOĞLU

22. Uluslararası İstanbul Film Festivali kulaklara küpe olacak, birisi iyi diğeri kötü iki olayla kapandı. İyi olanı, Ulusal Yarışma’da “Uzak” ile “En İyi Film” ve “En İyi Yönetmen” ödüllerini kazanan ve sinema eleştirmenleri ödülü FIPRESCI’ye de layık görülen Nuri Bilge Ceylan’ın 30 milyar TL tutarındaki ödülü Ankaralı iki genç sinemacıyla paylaşacağını açıklamasıydı.

“Kasaba” ve “Mayıs Sıkıntısı” filmleriyle Türkiye sinemasına yeni bir soluk getiren, bağımsız Türkiye sinemasının öncülerinden Ceylan’ın son filmi “Uzak”, bilindiği gibi, uzun yıllardan sonra Türkiye’yi Cannes Film Festivali’nde de temsil ediyor. Filmlerindeki evrensel sinema diliyle sayısız uluslararası festivale katılan, dünya çapında gerek sinemaseverlerden gerekse eleştirmenlerden tam not alan Nuri Bilge Ceylan’ın açıklaması iki açıdan büyük önem taşıyor.

Genelde film yapımcılarına ve yönetmenlerine giden para ödüllerinin bu şekilde genç yeteneklere de aktarılabileceği, festival yönetmeliklerinin altının oyulabileceği, imece ruhunun şu veya bu şekilde canlandırılabileceği görüldü. Diğer yandan bağımsız sinemanın geliştirilebilmesi için sınırların son derece açık olduğu da bilinçlere taşındı.

Nuri Bilge Ceylan, umut bağladığı iki genç sinemacıyı desteklerken, teşvik ve ödül mekanizmalarının asıl nasıl işlemesi gerektiğine de bir gönderme yaptı. Sadece gönderme yapmadı, pratikte de gösterdi. Kuşkusuz söz konusu para, sinema sanayinin boyutları göz önünde bulundurulduğunda pek bir anlam taşımıyor. Diğer bir deyişle, bu parayla kimse uzun metrajlı bir film çekemez. Belki de çekilebilir. Nuri Bilge Ceylan, minimalist sinema anlayışıyla bunun olabileceğini kanıtladı. En azından yeni deneyler, cesur ve korkusuz yaklaşımlar bu düşük miktarlarla geliştirilebilir. Kaldı ki Ceylan’ın bu açıklamasının manevi değeri parayla ölçülemeyecek kadar yüksek.

Kötü haber ise yönetmenliğini Ravin Asaf’ın yaptığı, yapımcılığını Kölnlü yönetmen Kadir Sözen’in (“Winterblume”, “Gott ist tot”) üstlendiği “Sarı Günler” filminin başına gelenler. Devrilen Irak rejiminin Kuzey Irak’taki baskısını bir çocuğun gözünden anlatan film yasaklandı. Teknik gerekçe filme işletme belgesinin verilmemesi. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde gösterilen filmlerin aslında işletme belgesine gereksinimi yok. Tek istisna Türkiye yapımı filmler.

Geçen yıl da aynı durum Handan İpekçi’nin “Büyük Adam Küçük Aşk” adlı filminin başına gelmişti. Tabii işletme belgesi kelimenin tam anlamıyla bir “işletme”, çünkü “bürokrasi” gazabına uğrayan iki film de Kürtleri konu alıyor. “Büyük Adam Küçük Aşk” aylarca sinemalarda gösterildikten sonra yasaklanmış, festivalin uluslararası boyutu sayesinde verilen kararın saçmalığı ayyuka çıkınca geri adım atılmıştı. “Sarı Günler” ise, Türkiye’deki maddi ve manevi derin devletin hala nasıl kusursuz işlediğinin bir göstergesi. Denetleme Kurulu, sansür nedeni olarak filmdeki bazı diyalogları öne sürmüş. Mesela şu tümceyi: “Türkiye’nin silahlanmaya harcadığı para, bütün Ortadoğu ülkelerinin eğitim bütçelerine denk düşüyor.”

Doğruluğu ya da yanlışlığı bir yana, filmin bir sahnesinde söylenen bu sözün Denetleme Kurulu üyelerinin kafalarında ne gibi sonuçlara yol açtığını, hangi kemikleşmiş refleksleri harekete geçirdiğini tahmin etmek güç değil. Bir başka sahnede ise söyle bir tümce var: “Ordu köye saldırırsa, karşı koyacağız.” Diğer bir sahnede de “Köylülerin gerillaları kendi akrabalarını, köye gelirlerse de öldürmesi isteniyor, birçok aile buna yanaşmıyor. Başka seçenekleri yok” deniyor.

Filmin Kuzey Irak’ta geçtiği, öykünün, Halepçe katliamının sorumlularının ipliğini pazara çıkardığı düşünülürse (üstelik artık yönetimde bile değiller) o zaman insanın aklına tek şey geliyor: “Biz bu filmi daha önce görmüştük!” Tabii bu pencereden bakılınca Denetleme Kurulu’nu anlamamak elde değil. İyi de küçük bir ayrıntı var. “Sarı Günler” geçtiğimiz ekim ayında Altın Portakal Film Festivali’nde yarışmıştı. Nasıl oldu bu? Simdi Antalya valisini, Emniyet Genel Müdürü’nü merkeze mi çekmek gerekiyor? Yoksa “Sarı Günler” Antalya’da başka, İstanbul’da başka bir kurguyla mı gösterildi? Filmin yapımcısı Kadir Sözen, işin mahkemeye düştüğünü belirtiyor. Parlamentodan gecen uyum yasalarını düşünürsek, davanın sonucunu şimdiden kestirmek mümkün. İyi de, her seferinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidilecekse nerede kaldı yargının bağımsızlığı? Durum onu gösteriyor ki bazı şeyler burunlar sürtüle sürtüle içselleştirilecek. Ya da en kötü durumda dişler gıcırdatılarak bazı şeylere katlanılacak.

2 Mayıs 2003, C.HAFTA