İstanbul’da kısa aralıklarla gerçekleşen büyük patlamalarla ilgili olarak, şöyle bir değerlendirme yapılabilir inancındayım:
Öncelikle sorulması gereken soru, bu patlamaların gerçekten onları sahiplenenler tarafından mı, yoksa başkaları tarafından mı yapıldığıdır. Bir görüşe göre, Türkiye’deki derin devlet iyice sıkıştığından dolayı, bu eylemleri organize etmiştir.
Bu görüşün ciddiye alınır yanı olduğunu sanmıyorum. Bu tür eylemler, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve Milli Güvenlik Kurulu’na (MGK) birkaç numara büyük gelir. Bu kuruluşların MOSSAD, CIA ve İngiliz Gizli Haberalma Servisi’nden gizli olarak hareket edebileceklerini düşünmek oldukça zordur.
El Kaide örgütünün sadece Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) geniş bir kitleyi hedef alan eylem yaptığı, başka yerlerde yapmayacağı görüşünün de dayanağı yoktur. Kısaca Bali’deki, Suudi Arabistan’daki, Fas’taki patlamaları hatırlayalım.
Bu nedenle, aksini ortaya koyacak güçlü belirtiler ortaya çıkmadıkça, eylemlerin onları sahiplenenlerin imzasını taşıdığı söylenebilir.
Nasıl bir değerlendirme yapılabilir?
“Besle kargayı, oysun gözünü” sözü öncelikle ABD-İslamcılar ilişkisinde geçerliydi. Şimdi aynı durum Türkiye için de söz konusudur.
1980’li yıllarda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni (SSCB) Yeşil Kuşak ile kuşatmayı hedefleyen ABD, hem SSCB içindeki Orta Asya ülkelerinde hem de SSCB’yi çevreleyen ülkelerde İslamiyeti destekledi.
Afganistan’daki Mücahitlere (ki El Kaide’nin önemli doğum kaynaklarından birisidir), Sovyet helikopterlerine karşı kullanılmak üzere Stringer füzelerini ABD verdi. O ülkede yerden hava hedeflerine yönelik roket kullanmada uzmanlaşanlar, şimdi bunu Irak’ta ABD helikopterlerini düşürmekte kullanıyorlar. Aynı mantıkla, İsrail de yıllarca HAMAS’ı El Fetih’e karşı yıllarca destekledi.
Türkiye’de ise, 12 Eylül 1980 darbesinden itibaren okullarda din dersinin zorunlu hale getirildiğini İslamcılığın her çeşidinin sola karşı desteklendiğini biliyoruz. Dahası, Türkiye Hizbullahı PKK’ye karşı da desteklendi ve kullanıldı.
Böylesine verimli bir ortam hazırlandığında, sadece devletin istediği gibi değil, istemediği gibi İslamcıların da ortaya çıkması kaçınılmazdır. Silahlı İslamcıların Çeçenistan ve Bosna’daki savaşlara katılmaları da devlet tarafından hoşgörüyle karşılandı, hatta desteklendi.
Silahlı militan İslamcılığın Türkiye’deki verimli toprağını yıllardan beri bizzat devletin kendisi hazırladı.
İntihar eylemcisi mi, canlı bomba mı?
Türkiye bu eylemlerle birlikte ilk kez “canlı bomba” olgusuyla da tanıştı. (İntihar eylemcileri deyimi bence yanlış, bu nedenle kullanmıyorum) Bu olgu, Türkiye’de yeni, Filistin’de ise yüklü bir geçmişi var. Irak’ta da benzeri eylemler yoğunlaşıyor. Aşağıdaki tahlil, genel bir değerlendirmeyi içerir. Her özel olayın buna ne oranda uyduğu ayrıca ele alınmalıdır.
Birincisi; bu eylemler bir direniş şeklidir. Köyleri yıkılan, toprakları işgal edilen ve karşılarındaki üstün askeri teknolojiyle askeri olarak başa çıkması mümkün olmayan insanların verdiği bir cevaptır. Üstün bir askeri güçle savaşmak ancak onun mantığının, işleyişinin dışına çıkmakla mümkündür. “Canlı bomba” bunu yapmaktadır. Hazırlık ve uygulama zor değildir. Her eylemin en zor yanlarından birisi, eylemi yapanların güvenli şekilde geri çekilmesini ve saklanmasını sağlamaktır. Canlı bombada bu sorun yoktur, çünkü geri dönülmeyecektir.
Canlı bomba, tarihte eşi benzeri görülmemiş askeri ve mali güçleriyle istediklerini yapan devletlere “bu böyle süremez” demenin bir çeşididir. Tabii ki, işin içinde örgüt ve ideolojik motifler de vardır.
İkincisi; canlı bombalara yakından bakıldığında bu durum daha da açık görülebilmektedir. Sanıldığı gibi bu insanların önemli bir bölümü cahil, gelecekten umudu kalmamış kişiler değildir. Örneğin New York’taki eylemi yapanların bir bölümü parlak öğrencilerdi. Kısa süre önce İsrail’de 22 kişinin ölümüyle sonuçlanan eylemi yapan kadın bir avukattı. Bu insanlar kendilerine ülkelerinden ve halklarından ayrı bir gelecek çizmek istemiyorlar. Ülkelerinin ve halklarının ise hiçbir geleceği yok gibi görünüyor.
“Canlı bombalar özellikle aydın kent küçük burjuvazisinden çıkar, ülkelerinin durumu konusunda acı içinde olan elitler canlı bomba olmaya yatkındırlar.”
Bu değerlendirmeyi Almanca’da nerede okuduğumu hatırlamıyorum, ama doğru bulmuştum. Yine canlı bombaları konu alan, onların aileleri, arkadaşlarıyla yapılmış söyleşileri içeren “Mein Leben ist eine Waffe” (Hayatım Silahtır) kitabında da canlı bombaların umutsuzluk içindeki cahil insanlar oldukları görüşüne örneklerle karşı çıkılır. İslamın bir çeşidi, bu insanlara ihtiyaç duydukları dünya görüşünü vermektedir.
Bir nokta daha: Sanıldığı gibi “canlı bomba”nın mucidi İslamcılar değil, anarşistlerdir. Bu eylem tarzını kitlesel bazda komünistler kullanmıştır. 1960’lı yılların ikinci yarısında Saygon’daki ABD Büyükelçiliğine yapılan saldırıyı hatırlayın. Vietkong çok iyi korunan elçiliğin içine kadar girmişti, ama ABD elçisi o sırada binada değildi. Eyleme katılan 300 kadar Vietkonglunun hepsi öldü, ama eylem de ABD ordusunda tam bir şok etkisi yarattı.
Bu eylem, canlı bomba gibi olmasa bile temel noktada aynı özelliğe sahiptir: Eyleme giden geri dönmeyecektir ve o eyleme girenler bunu önceden bilmektedirler. Burada bir kere daha yanlış olarak “intihar eylemi” olarak adlandırılan eylemde amacın intihar etmek olmadığı, ölerek bir görüşün başarısına katkı yapılmak istendiği ortaya çıkmaktadır.
Daha fazla uzatmadan sonuca bağlarsak: Türkiye’deki patlamaları gerçekleştirenler için bu ülkedeki uygun zemini kimlerin nasıl hazırladığına dikkat çekilmeden yapılacak kınama ve protesto eylemleri fazla bir anlam taşımazlar.
Kaynak: Bianet