“Yılanın ağzındaki kuş gibi çığırıyoruz”
Bergamalı Direnişçi Köylü Kadının Feryadı 1980’ li yılların başında, emperyalist sermayeler arasında yaşanan çatışmalarda öne çıkan bir eğilim ve buna uygun olarak oluşan yönelimin adı Yeni Dünya Düzeni projesi olarak tanımlanmıştır. Özelikle Uruguay Raundu sonrası süreçle birlikte eğilim egemen güç haline gelmiş, yönelim ise yapısal inşaya dönüşmüştür. Bu dönem “KÜRESELLEŞME” diye tanımlanmaktadır. Yeni bir yoğunlaşma ve merkezileşme süreci, emperyalist egemenler arasında yeni bir yapılanma ve dünyanın paylaşımında yeni bir düzeni de zorunlu kılmaktaydı. Serbest bölgeler, ikili ve bölgesel yatırım anlaşmaları, yatırımların, finans piyasalarının, uluslararası ticaretin önündeki kısıtlamaların kaldırılması özelleştirmeler, teknolojide yaşanan gelişmeler, üretim, çalışma ve istihdam koşullarında esnekleşme vb gelişmeler, eğilim olan gücün egemen olan güç haline gelmesinde belirleyici faktörler olmuştur. Bu bağlamda öncelikle küreselleşmeye yüklediğim içeriği belirlemek istiyorum. Küreselleşmeyi, emperyalist-kapitalizmin yerine yeni bir toplumsal formasyonu tanımlamada ikame bir kavram olarak kullanmıyorum. Küreselleşmeyi, tek başına, kapitalizmin dünyaya yayılması sürecine de indirgemiyorum. Küreselleşmeyi, yine, dünyanın durumunu gizleyen, gerçeklikleri çarpıtan salt ideolojik içerik olarak da görmüyorum. Küreselleşmeyi bir olgu olarak, emperyalizmin karşısına (ya da tersi) konularak oluşturulan zeminde tartışılmasının da sağlikli olmadığını düşünüyorum. Bu gün salt sömürgeciliğe indirgenmiş bir emperyalizm tahlili, ya da onun yerine ikame edilen yeni bir toplumsal formasyon olarak “küreselleşme” tanımı dünyayı anlamada ve dönüştürmede, temel belirleyen olan sınıf mücadelesinin üzerini örtmüştür. Emperyalizm, salt sömürgeciliğe ve blok olarak hareket eden homojen bir güce indirgenemez. Emperyalizm, sermayeler arasındaki uzlaşmaz çelişkilerin neden olduğu çatışmaların, dünya bağlamında çözülmeye çalışıldığı ekonomik bir olgudur. O nun sömürgeci karakterini belirleyen temel zeminde budur. Sermayeler arası çatışmaların hangi araçlarla, hangi şiddette ve hangi güçlerle yürütüldüğü, emek sermaye temel çelişkisinin hangi güçler ve dengeler üzerinde yaşandığı ile doğrudan (belirleyen) bağlantılıdır. Mevcut tarihsel uzlaşmaz çelişkiler, bu belirleyenler üzerinde oluşan güçlerin ekonomik, politik, ideolojik, örgütsel düzeyleri ve etkinlikleri ile, dönemsel-özgün süreçler olarak kendilerini ortaya koyarlar. Küreselleşmede, bu özgün süreçlerden biridir Küreselleşmeyi nasıl tanımladığımı belirledikten sonra, “Küreselleşme Karşıtı Hareketler” i de bu bağlamda, emek cephesi içinden ama eleştirel bir yaklaşımla irdeleyecegim.
Küreselleşme Karşıtı Hareketin Şekillenişi
30 Kasım 1999’ da Seattle’ da gerçekleştirilen büyük gösteri, “Küreselleşme Karşıtı Eylemlilikler” diye gelenekselleşen özgün bir muhalefetin simgesel çıkışı oldu. 1990 yılların başından itibaren, uygulanan yeni liberal politikaların, ekonomik, sosyal, siyasal sonuçları bir çok ülkede özgün muhalefetler yaratmış ve giderek küresel bir tepkinin olusmasını sağlayacak mücadeleye evirilmiştir. En genel ifadeyle, dünya halklarının küresel barbarlığa karşı gösterdiği tepkilerin kendiliğinden ortaklaşması bu olguyu yaratmıştır. Zapatistaların (Ulusal Kurtulus Ordusu-EZLN)1994 yılbaşında, Chiapas eyaletini silahlı olarak işgal etmeleriyle başlayan süreç, küresellesme karşıtı eylemliliklerin oluşmasında ilk adımdır diyebiliriz. Özellikle 1989’ da Berlin duvarının yıkılmasıyla sınıf mücadelesinin iyice derinleşen bunalımının neden olduğu hayattan çekilmişlik, emperyalist-kapitalizmi kendisini bağlayan tarihsel “zincirlerinden” kurtarmış ve varlığı sonuçları açısından daha da vahşileşmistir. Bu bozgun koşullarında, Meksikalı yerlilerin isyanı, yeni bir karşı çıkışın hala olanaklı oldugunu göstermiştir. Zapatistalar, NAFTA anlaşmasının yürürlülüğe gireceği gün başlattıkları isyanla, hem emperyalist-kapitalizmin saldırının karakterini teşhir edebilmişler, hem de eylemliliklerini enternasyonal bir zemine taşıma kararlılıkları ile bu saldırıya enternasyonal bir mücadele ile karşı çıkılacaği perspektifini ortaya koymuşlardır. Nitekim 1996 yılında Zapatistaların dünyaya yaptığı çağrı karşılığını bulmuş, dünyanın bir çok ülkesinden, işçi, köylü, anti nükleerci, radikal ekolojist, anarşist, hareketler ve birçok siyasi parti bu toplantıya (6000 kişi) katılmıs, ortak bir örgütlenme ve eylemlilik kararı çıkmıştır. Bu karar doğrultusunda bir yıl sonra İspanya’ da yapılan toplantı ardından, PGA-Halkların Küresel Hareketi fikri düzeyde olusturulmuş, 1998 Şubatında ise hareketin doğuşu gerçekleşmiş ve 71 ayrı ülkeden hareket bu yapı içine yer almıştır. Ve hemen ardından dünya çapında eylemlilikler yaratılmaya başlanmıştır. En önemlileri:
*16-17 Mayıs 1998 yılında İngiltere-Birmingham’ da yapılan G8 zirvesini ve 19-20 Mayıs 1998 tarihinde yapılan WTO 2. Bakanlar Zirvesini protesto ve engelleme eylemleri. Eylem hem toplantının yapıldığı merkezlerde, hem de eş anlı olarak bir çok ülkede gerçekleştirildi. (Hindistan-Haydarabat’ da 200 bin köylü, Brezilya’ da 50 bin topraksız köylü, ve 30 ayrı ülkede “WTO’ ya ölüm” diyen eylemler gerçekleşti) Bu eylem biçimleri, son üç yılda tanik olduğumuz eylem geleneğinin ilk örnekleriydi.
**Diğer önemli eylem, Küresel Eylem Günü olarak ilan edilen ve G8 zirvesinin yapıldığı tarih olan 18 Haziran 1999’ da 72 ayrı ülkede eş anlı olarak gerçekleştirilen kitlesel protestolardır. Londra borsasının bir süre kapatılması bu eylemi popüler kıldı.
***Yine aynı yılın Mayıs ayında “Kıtalararası Karavan Eylemi” başlatıldı. Asya, Avrupa, G. Amerika ve en son Seattle’ da sona eren yürüyüşe, ağırlıklı olarak Hindistan, Banglades ve G. Amerika’dan köylü hareketleri katıldı. Özellikle Avrupa’ da çeşitli sermaye örgütlerinin merkezleri önünde kitlesel gösteriler düzenlendi. Aynı dönemlerde OECD içinde gizlice görüşülen ve bölgesel bir anlaşma olan NAFTA’ nın daha ağır hükümlerle genelleştirilmesini amaçlayan MAI (Çok Taraflı Yatırım Anlaşması)’nın içeriğinin yaygın bir şekilde teşhiri ardından, tüm dünya da, işçilerden, çevrecilere, köylülerden, insan hakları savunucularına kadar geniş yelpazede bir muhalefet dinamiği ortaya çıktı. Bu tepkinin ortaklaştırılması amacıyla “Dünya MAI Karşıtı Koalisyonu” adı ile bir iletişim ve bilgilenme ağı oluşturuldu. Dünya çapında 600’ ü aşkın, ağırlıklı olarak DKÖ’ leri bu oluşum içinde yer almıştır. Koalisyon öncelikli olarak, ulusötesi şirketlerin küresel stratejilerinin denetiminde gerçekleştirmek istedikleri uluslararası anlaşmaların bilgisini dünya emekçilerine aktarmayı amaç edindi. Bu yapıda, Türkiye MAI ve Küreselleşme Karşıtı Çalışma Grubu’ da yer almaktadır. Koalisyon elde edilen veriler ve gelişmeler ışığında periyodu belli olmayan Strateji Belirleme Toplantıları yaparak, bilgilendirme ve eylemlerin yoğunlaşması gereken konu ve alanların tespitini yapmaktadır. Bir eylem grubu olmamasına rağmen, iki önemli eylem de gerçekleştirmiştir. Birincisi; Mayıs 1998’ de Paris’ te yapılan MAI Karşıtı kitlesel bir yürüyüş ve Ekim 1998’ de Uluslararası Ticaret Odasi(ICC)’ nin genel merkezinin işgalidir. Bu oluşumun içinde kapitalizm karşıtlığı zemininde; sosyalist, anarşist, ekolojist, feminist, vb geniş bir yelpazeye içinde bir çok örgüt ve platformlar yer almaktadır. Tüm bu oluşumlar ve eylemlilikler, WTO’ nun 30 Kasım 1999’ da Seatle’ da toplanan 3. Bakanlar Zirvesinin engellenmesine neden olan büyük bir gösterinin zemini olmuş ve bu güne kadar süren bir eylemlilik geleneğini yaratmıştır. Bu eylemliliklerin önemli bir boyutu da, Türkiye dahil 100’ ün üzerinde ülkede eş zamanlı kitlesel eylemliliklerle birlikte yapılmaya çalışılmasıdır. Sermayenin tüm uluslararası toplantiları takip edilmekte ve engellenmeye çalışılmaktadır. Washington, Melbörn, Okinova, Davos, Qubec, Prag, Nice, Götheborg ve en son ölümle sonuçlanan Cenova, ve Barselona eylemleri bunlara örnektir.
Küreselleşme Karşıtı Hareket Bir Olgudur
“Küresellesme Karşıtı Hareketler” i bir olgu haline getiren, iki özel tespiti özellikle öne çıkarmak gerekiyor. Birincisi; kısa dönemde yarattığı sonuçlardır. İkincisi; küreselleşme karşıtlığı şemsiyesi altında, yüzlerce çeşitlilikteki muhalefet dinamiğinin bir aradalığı ve ortak hareketliliğidir. Birinci tespiti yani bu eylemliliklerin yarattığı sonuçları özet olarak açarsak; bunlar:
1-Ulusötesi sermayenin gizli örgütlerinde planlanan politikaların, ekonomik-sosyal-siyasi ve askeri programlar haline getirildiği “resmi” organların etkin teşhiri gerçeklestirildi. Böylece bu “resmi” örgütlerin meşruiyeti ciddi biçimde tartışılır hale geldi. Bu teşhirin gerçekleşmesinde uluslararası zeminde yaşanan duyarlılık, bilgilenme, örgütlenme ve eylemlilik çabası ise özgün bir deneyim olarak ortaya çıkmıştır.
2-1970’ li yıllardan itibaren etkin ve dönem dönem sistemi sorgulayan ve zorlayan “yeni sosyal hareketler” (kadın-çevre, etnik, cinsel kimlik vs.), anti-kapitalist muhalefet zeminini işgal eden reel sosyalist ideolojik formasyonların öznel açmazları yüzünden kapsanamamış, program önerilememiş ve kapitalizme karşı mücadelenin eksenine çekilememiştir. Birbirinden kopuk, dağınık, dönemsel, kendiliğinden tepkilerle kendini ortaya koyan bu dinamikler, özgün, bağımsız, sürekliliği olan bir muhalefet olamamıştır. Özellikle 1990 yıllarla birlikte sermaye fonlamalarıyla desteklen STK projeleri ile giderek sistemin ideolojik yeniden üretimi anlamında ideolojik bozunmanın zeminleri haline gelmiş ve sosyal yanılsamanın araçları olmuştur. Bu kuşatmanın dışında kalmaya çalışanlar ise giderek marjinalleşmişlerdir. İçinde bulunulan yeni süreç, hayatı tehdit eden küçük-sıradan-basit-gündelik vb. sorunlar için bile gerçekleştirilen tartışma, arayış ve çabaların, sorunun öznelerini doğrudan kapitalizmin varlığıyla karşı karşıya getirmektedir. Bu nesnellik sermayenin bu alandaki kuşatmasını kendiliğinden çözmekte, özgün sosyal mücadele dinamiklerinin STK’ laştırılması operasyonu giderek işlevsiz kalmaktadır. Nitekim, son iki yil içinde yaşanan gelişmeler göstermektedir ki; şiddet, kapitalizm tarafından, eskisinden daha yoğun, küresel bağlamda, biricik egemenlik aracı olarak yeniden tanımlanmakta, örgütlenmekte, uygulanmaktadır. Kapitalizmin karakteristiği olan “barbarlık” artık gizlenemez hale gelmiştir. Gündelik hayatın yeniden üretimi, bağlamlarından kopartılmış “terörizme” karşı mücadele adı altında, şiddetin yeniden üretimi haline gelmiştir.
3-Diger önemli sonuç ise, tanık olduğumuz küreselleşme karşıtı eylemliliklerin, tüm alanlarda geleneksel örgütsel yapıların, mücadele anlayış ve tarzlarının aşılması eylemi olarak da yaşanmasıdır. Bu eylemlilikler, kendiliğindende olsa, mevcut-geleneksel siyasi partiler, sendikalar ve tüm kitle örgütlerinin etkinlik sınırlarını aşan alanlardan ve onların örgüt sistematikleri dışından, özgün örgütlenme ve pratikler üzerinden gerçekleşmiştir. İkinci tespitimizin baglamını kapitalizmin küreselleşme olarak tanımlanan süreçte, merkez, çevre ülke ayrımı gözetmeksizin yürüttüğü ekonomik politikaların açığa çıkardığı muhalefet zeminleri ve dinamiklerinin zorunlu yakınlaşması oluşturuyor demiştik. Şöyle ki:
*Merkez ve çevre ülkelerde uygulanan yeni liberal politikalarla, işçilerin ve emekçilerin ekonomik durumlarının katlanılmaz boyutlarda kötüleşmesi ve mevcut hakların ellerinden alınmasına karşı olusan muhalefet.
*Yine aynı politikalarin en önemli araçlarından biri olan özelleştirmelerin, sağlık, eğitim, sosyal güvenlik ve tüm hizmet alanlarında ortaya çıkardığı sonuçlara karşı muhalefet.
*İşsizliğin artışı ve çalışma standartlarının ve koşullarının kötüleşmesine karşı oluşan muhalefet.
*Kadın ve çocuk emeğinin yogun sömürüsünün ve aşırı çalışmanın ölümlere yol açan sınırlara dayanmasına karşı oluşan muhalefet.
*Özellikle bağımlı ülkelerde yeni liberal politikaların sonucu mülksüzleşmenin artışı ve mülksüzleşen bu yığınların kentlerin varoşlarında yoksulluk içinde yasamalarından doğan hoşnutsuzluk. Açlık, işsizlik, sağlık, eğitim, konut sorunu ve en önemlisi de kimliksizlik bu yığınları önemli bir muhalefet odağı haline getirmiştir.
*Yine özellikle bağımlı ülkelerde yaşanan, dini, etnik ve ulusal parçalanmaların ortaya çıkardığı baskılara karşı muhalefet. Söz konusu ülkelerde yasanan etnik, dini vb. iç savaşların ortaya çıkardığı barış istemli muhalefet. Bu bağlamda Avrupa metropollerinde göçmen ve yabancı düsmanlığına karşı olusan muhalefette önemlidir.
*Yeni liberal politikalarin bağımlı ülkelerde yarattığı en önemli sonuçlarından biri de demokrasi ve insan hakları sorununun yakıcı bir sorun olarak yaşanmasıdır. Özellikle çesitli sınıf ve kesimlerden aydın, yazar, bilim insanı, sanatçı, siyasetçi, örgütlü ve örgütsüz yapıların etkinliğinde gelişen demokrasi ve insan hakları mücadelesi önemli bir muhalefet zeminidir.
*Kadın emeği üzerindeki aşırı sömürünün ve kadın olmaktan kaynaklanan sorunların giderek ağırlaşması ile olusan, etkin ve geniş kesimleri içine alan bir kadın muhalefeti.
*Yine kapitalizmin küreselleşme ile artan saldırısının, eko-sistem üzerinde yarattığı tehlikelerin karşısında oluşan kitlesel ve yaygın bir çevreci muhalefet.
*Özellikle bağımlı ülkelerde uygulanan liberal politikalarla, tarımın yıkıma sürüklenmesi ile açığa çıkan topraksızlaşan köylülüğün muhalefeti.
*Yoksulluğun ve açlığın artık dünya nüfusunun neredeyse yarısının yaşamı haline gelmesi karşısında, özellikle merkez ülke odaklı oluşan yoksulluk karşıtı sosyal muhalefetler.
*Ayrıca eğitim sisteminin, yeni liberal politikalardan direkt etkilenmesinin tüm olumsuz sonuçlarına karşı, ciddi ve yaygın bir ögrenci-gençlik muhalefeti.
Daha da ayrıntılandırılabilecek bu muhalefet zeminleri, aynı ülke, bölge ve çeşitli ülkelerindeki muhalefet dinamiklerini, hiçbir merkezi organizasyona bağlı olmadan, benzer tarz ve mücadele yöntemleriyle yaratılan kendilğinden eylemliliklerle ortak bir pratik hatta birleştirebildi. Bu ortak pratik hat, içindeki zengin çeşitlilikteki örgütlerin varlığı düşünüldüğünde önemli ve değerlidir. Bu öznellik, bileşenlerin perspektifleri, küreselleşme olgusuna yaklasımları, ifade ettikleri muhalefet zemininin dinamikleri açısından ciddi belirsizlikleri de içermektedir. Bu yüzden küresellesme karşıtiıhareketin rotası henüz belli değildir, hatta yoktur diyebiliriz. Rota, bileşenlerin sürecin iradesi olma yönündeki kendi iç netleşme, ayrışma ve mücadeleleri ile doğrudan bağlantılıdır.
Küreselleşme karşıtı hareket içindeki başlıca örgütsel organizasyonlar şunlardır:
1-Emek hareketleri: Emek hareketi iki ayrı eksende muhalefetini gerçekleştirmektedir. Birinci eksende, geleneksel sendikal örgütler, ulusal federasyonlar, uluslararası(Avrupa ve dünya)üst örgütleri üzerinden yürütülen muhalefetler. Örgütlenme ağı ve nicelikleri ile önemli bir etkinliğe sahip, ETUC (Avrupa Sendikalar Konfederasyonu) ve ICFTU(Dünya Hür İşçi Sendikalar Konfederasyonu) bu ekseni temsil etmektedir. Merkez ve çevre ülkeler işçi sınıflarının kısmi ve dar haklarının korunmasına kilitlenmis, yeni liberal politikaların üretim süreçlerinde yaratmış olduğu yeni yapılanmalarla örgütlenme zeminlerini kaybeden, hantal, bürokratik yapılarıyla bu sendikal yapılar bugün ne yazık ki, küreselleşme karşıtı hareketliliğin en uzağındaki bileşendir. Gaye Yılmaz’ arkadaşımızın tebliğinde bu yapıların küreselleşme karşıtlığı içindeki yeri ayrıntılı bir biçimde irdelenmektir. “Sosyal adaletin küreselleşmesi” politikaları, yeni liberal süreçte, giderek azalan sayıda örgütlü işçi kitlesinin ayrıcalıklı çıkarlarının savunusu üzerinden, bürokratik varlıklarının sürdürülebilmesine indirgenmiş talepleri ifade etmektedir. Dünya ve Avrupa işçi sınıfı üzerinde hala etkin olan bu yapıların küreselleşme karşıtı mücadele içindeki yerini belirleyende bu taleplerin faydacı, parçalayıcı ve uzlaşmacı içerikleri olmaktadır.
İkinci eksende ise, yukarda tanımladığımız geleneksel yapılara bir tepki olarak doğmuş, oluştuğu ülkenin, tüm muhalefet dinamiklerini kapsayabilen, toplumsal muhalefetin özgün örgütsel formları olabilen, yeni sendikal örgütlenme deneyimleri bulunmaktadır. Bu örgütsel deneyimler, küreselleşme karşıtlığı diye tanımladığımız özgün sürecin öncesinden, 1980 yılların ikinci yarısından sonra ortaya çıkan deneyimler olmasına rağmen, küreselleşme karşıtı hareketin oluşmasında ve gelişmesinde önemli katkılar sunmuştur.
En önemli örnekleri: Güney Kore’de KCTU (Güney Kore Sendikalar Konfederasyonu), Güney Afrika’da COSATU (Güney Afrika Sendikalar Konfederasyonu), Brezilya’ da CUT, Filipinler’de 1 Mayıs Hareketi, Hindistan’ da kadın işçilerin( özellikle evde iş yapan) geniş örgütlenmesini başarmış, “Daglar ve Ormanlar Hareketi”, Arjantin’de İşsizler hareketi ve özellikle diğer Orta ve Güney Amerika ülkelerinde çok kısa ömürlü olsa da defalarca oluşturulabilen kitle seferberlik hareketleri. Tüm bu özgün örgütsel deneyimler, salt işçi ve emekçilerin örgütlenmesini amaçlayan değil, ülkenin özgün sorunları çevresinde doğan tüm muhalefet dinamiklerini içinde taşıyan, daha esnek, örgüt içi demokrasinin görece daha doğrudan yaşanabildiği, söz konusu ülkelerin yasal sınırları içinde meşruiyet aramayan, eylem ve etkinlikleri ile fiili bir meşruiyet kazanan hareketlerdir. Örneğin KCTU “yasadışı” bir örgüt olarak, işyerlerinde, yasam alanlarında, beyaz yakalı -mavi yakalı ayrımını fiilen ortadan kaldırarak, önemli bir muhalefet dinamiği olan öğrenci gençlik muhalefetiyle organik ilişki oluşturarak yürüttüğü mücadelelerle, Güney Kore’ de demokrasi mücadelesinin önderliğini yapabilmiştir.
G. Afrika’ da COSATU, ırkçı rejime karşı verilen mücadele ile, işçi-emekçi muhalefetinin ortaklaştırılmasında ve ırkçı rejimin çökertilmesinde önemli işlevler yüklenmiştir. Brezilya’ da ise CUT, bürokratik geleneksel sendikal egemenlikleri aşarak, işçi sinifini tüm bileşenlerini ortak bir örgütsel yapı içinde bir araya getirerek, yoksul mahallelerin örgütlenmesini sağlayarak, topraksız köylü hareketi ile organik ilişkiyi kurarak, toplumsal muhalefetin en büyük gücü haline gelmiştir. Nitekim Brezilya İşçi partisi bu örgütlenme içinden çıkmış ve bu gün iktidara gelmeyi hedefleyen siyasi bir güç haline gelmiştir. Dünya Sosyal Forumu’nun oluşturulmasında etkin olarak yer almış, bu deneyimin enternasyonal bir eylemliliğe ulaştırılmaya çalışmıştır. Benzer özgünlükteki diğer deneyim de Filipinler’ de 1 Mayıs Hareketidir. Hindistan’ da, a-tipik üretim örgütlenmesi ile, sosyal güvenlikten yoksun, sınırsız çalışma saatleri ve çok düşük ücret koşulları, en önemlisi de çocuk ve kadın emeğinin yogun sömürüsü üzerine dayanan ev işçiliğinin sonuçlarına karşı olusan muhalefetin örgütlenme deneyimi bir başka örnek. Bu örgütlenme modeli tüm bölgede yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Ayrıca bölgedeki güçlü kadın hareketinin önemli bir dinamiği olmuştur.
Özellikle yaz aylarında patlayan krizle gündeme giren Arjantin’de özgün bir örgütlenme deneyimi yaşanmaktadır. İşsizlerin örgütlenmesi. Bu örgütlenme, salt işsizlerin değil, sanayi ve hizmet işçilerinin, yoksul mahallelerin, tarım işçilerinin, topraksız köylülerin muhalefetleriyle ortaklaşabilen bir deneyimdir. Arjantin’ de yürütülen muhalefetin dinamiğini oluşturmaktadır. Türkiye’ de de benzer örgütlenme deneyimine tanık olduk. Özellikle 1989 Bahar Eylemlilikleri ile ivme kazanan kamu çalışanlarının sendikal hak mücadelesi, 1996 yılına kadar Türkiye’de ki toplumsal muhalefetin temsiliyetini üstlendi. Gerek örgütlenme ve gerekse mücadele tarzları, geleneksel örgütlenme araç ve işleyişlerin dışında, “fiili ve meşru mücadele” perspektifiyle 12 Eylül sonrası yürütülen demokrasi mücadelesinde bir düzey sıçraması yaşatmıştır.Türkiye örneği aslında, bu özgün hareketlerin karşı karşıya kaldıkları tehlikenin de belirlenmesinde önemli bir örnek. Militan, meşru ve fiili mücadelelerle, geniş kesimleri kapsayan örgütsel formlarıyla bu özgün deneyimler, ne yazık ki, kendilerini var eden koşulların değişmesiyle, bürokratik bir kastlaşmaya uğramakta, özellikle yasallaştırma programlarıyla fiili ve meşru militan hattan uzaklaştırılmaktadır.
Güney Kore’ de 1997 yılında yasanan krizde, artık yasal hale gelmiş KCTU yıkım politikalarını engelleyememistir. G.Afrika’ da ırkçı rejime karşı işçi sınıfının mücadelesini etkin olarak kullanan COSATU, ırkçı olmayan yönetimin, liberal politikalarıyla yıkıma sürüklenen daha da yoksullaşan işçi sınıfının muhalefetini bu yeni sürece taşıyamamıştır. Nitekim son üç yil içinde, Türkiye’ de yaşanan, işçi ve emekçi kesimlerin ciddi hak kayıplarına ve yoksullaşmalarına neden olan sürecin karşısında başta kamu çalışanları hareketi olmak üzere, tüm emek örgütleri direnemediler. Hatta uygulanan yapılanma programının sosyal kurumları işlevini görür hale geldiler. Arjantin’ de yaşanan kriz, yine kriz sinyalleri verilen Brezilya’ da yaşanan ve yaşanacak süreç bu bağlamda, bu ülkelerdeki örgütsel deneyimlerin geleceğini de belirleyecektir. Fakat verili düzeyin tüm olumsuzluklarına ragmen, bu örgütler küreselleşme karşıtı mücadeleye önemli katkılar sunmaktadır.
2-Topraksiz köylü hareketleri: Küreselleşme karşıtı hareket içinde, en etkin, en kitlesel muhalefeti topraksız köylü hareketleri oluşturmaktadır. Özellikle Zapatistaların isyanı, PGA oluşumu güçlü ve etkin bir muhalefeti oluşturdu. En ilkel düzeyde dahi yaşamın artık sürdürülemez hale gelmesinin neden olduğu kontrol edilemez öfke bu muhalefetin nesnel zeminini oluşturmuştur. Küreselleşme olarak tanımlanan yeni sürecin en ayırd edici yanı, tarım, orman ve ekolojik değerler üzerinde onarılamaz, ağır tahribatıdır. Maden, enerji, askeri-sinai yatırımlar, nükleer ve diğer kirli sanayi yatırımları ve en önemlisi yeni tarım yöntem ve politikaları ile, dünya tarım topraklarının neredeyse yarısından fazlası kirletilmiş, kullanılamaz hale gelmiştir. Ayrıca tarımda yeni liberal politikalarla tarım toprakları üzerindeki mülkiyet ulus ötesi şirketlerin elinde yoğunlaşmış, mülksüzleşme-topraksızlaşma yoğunlaşmıştır. Önemli sayıda nüfusu barındıran kırsal hayatın yıkımı, önemli bir yaşam sorununu ortaya çıkarmıştır. Bu gün açlık, beslenme ve sağlık sorunları, temiz su kaynaklarının yetersizliği, çevre kirliliği, göç vb sorunların ulaştığı boyutlar, dünyanın fiziki varlığının ciddi bir tehdit altında olduğunu göstermektedir. Özellikle Latin Amerika ülkelerinde, adil toprak reformu talepleri üzerinden bazı yerelliklerde sonuç alıcı, bazı yerelliklerde toprak işgalleriyle fiili çözümlere ulaşan, yine bazı yerelliklerde liberal politikaların terk edilmesini sağlayan güçlü köylü hareketlerine tanık olmaktayız. Meksika’da Zapatistalar ve Kolombiya’ da FARC gibi gerilla hareketleri bölgesel denetimler sağlayarak, kendi tarım programlarını uygular hale gelmişlerdir.
Bu hareketlerin en özgün yanlarından biri, kendi muhalefet sınırları kalmaksızın, ülkenin diğer muhalefet odaklarıyla ortak mücadele araçlarını yaratmayı başarabilmeleridir. Demokratik, etnik, kültürel, ekonomik, siyasal tüm taleplerin elde edilmesine dönük mücadeleyi, kendi talepleriyle ilişkilendirebilmektedir. Küreselleşme karşıtı hareketin içinde etkin olarak yer alarak, özellikle Amerika, Afrika, Asya ve Avrupa’yı da içine alan bir mücadele hattı ve ortak örgütlenme yaratma çabalarını yoğunlaştırmaktadırlar. Zapatistaların yeni enternasyonal deneyimleri, PGA deneyimi, 1997 yılında Brezilya’da toplanan 2. Latin Amerika Kırsal Örgütler Kongresi, başta Hindistan, Bangladeş olmak üzere Asya’da ki köylü hareketlerinin ortak örgüt ve eylemliliklerle, tüm uluslararası küreselleşme karşıtı organizasyonlar içinde mutlaka var olmaları bu iradeyi göstermektedir.
Başlıca güçlü ulusal köylü hareketleri şunlardır:
Meksika Zapatistalar olarak bilinen köylü gerilla (EZLN) hareketi, Kolombiya’ da köylü gerilla(FARC) hareketi, Brezilya’ da “Topraksız İşçiler Hareketi”(MST), Ekvator’da Köylü ve Yerli ortak hareketi(FENOC), Peru’ da bağımsız “Peru Köylü Konfederasyonu”(CCP), ve yine Avrupa’ dan Jose Bove önderliğindeki Köylü Konfederasyonu.
3-Yoksulluk Karşıtı Hareketler: Merkezi Londra’da bulunan ve dünyanın çeşitli ülkelerinde varolan örgütlenmeleri bünyesinde barındıran Oxfam en önde gelen örneklerdendir. "Yoksulluğa ve adaletsizliğe karşı çıkmak için hükümet dışı örgütlerin olusturduğu uluslararası bir konfederasyon" olarak yapılanmıştır. Uluslararası yardım örgütü gibi çalışmaktadır. Oxfam küreselleşmenin kendisine karşı değildir. Küreselleşmenin mevcut biçimine karşı çıkmakta, yoksullukla mücadele stratejisini yeni liberal ideolojinin eleştirisine dayandırmaktadır. Bu bağlamda küreselleşme karşıtı hareket içinde özgün bir yere sahiptir. Faaliyetlerini, sağlık-ilaç, savaş karşıtlığı, borçların iptali, eğitim ve G8 ülkelerinin yoksul ülkelere yatırım yapmaları doğrultusunda kampanyalar biçiminde yürütmektedir. Oxfam’ın mevcut örgütlülüğü "Kuzey" ülkeleri ile sınırlıdır. 2004’e kadar üye tabanını genişletmeyi ve Japonya, Hindistan, Brezilya, Meksika, Güney Afrika ve Fransa gibi stratejik ülkelerde örgütlenmeyi hedeflemektedir.
Diğer bir örgütlenme de son yıllarda hızla genişleyerek örgütlenen Fransa kökenli ATTAC(Finansal Piyasaların ve Kurumların Demokratik Denetimi için Uluslar arası Hareket-"Association pour la Taxation des Transactions Financières pour l'Aide aux Citoyens") hareketidir. ATTAC önce, kuralsız mali sermaye hareketlerinin dünyadaki gelir adaletsizliğinin ve yoksullaşmanın başlıca nedenlerinden biri olduğu düşüncesinden hareketle, kısa vadeli mali sermaye hareketlerinin denetlenmesi ve vergilendirilmesi talebi etrafında kurulan bir Fransiz derneği olarak sahneye çıktı. Ancak bu hareket kısa sürede Fransa dışına taşarak uluslararası bir niteliğe büründü. Ağırlıklı olarak Avrupa ülkelerinde örgütlü olan ATTAC son iki yıl içinde Asya, Latin Amerika ve Afrika’ da örgütlenme çabası içine girdi. Merkezi-hiyerarşik bir yapıdan çok, örgütlendiği ülkenin özgül sorunlarının şekillendirdiği farklılığı ve zenginliği kapsayan bir çatı, koalisyon tarzı örgütlenmeye sahiptir. Son iki yıl içinde Dünya Sosyal Forumunun oluşturulmasında, gelistirilmesinde ve yaygınlaştırılmasında belirleyici olmuş, küreselleşme karşıtı hareket içinde, kitlesel ve etkin katılımla yer almaktadır. Üçüncü Dünya Aği (Third Word Network), finansal sermayenin denetlenmesi ve yoksul ülkelerin borçlarının iptali talepleri üzerinden, bir eylemlilik hareketinden çok, iletişim-bilgilenme aği biçiminde örgütlenmiştir. Faaliyetleri, bu alanda etkinlik gösteren örgütler arasında uluslararası dayanışma ve işbirliğini oluşturmak, araştırmalar, raporlar hazırlamak, alternatif politikalar oluşturmak, oluşturulan politikaların politik platformlarda tartışma gündemlerine sokmak şeklinde özetlenebilir. Bir başka oluşumda, borçların iptali talebi ile oluşturulan Jubile 2000 kampanyasının kurucu örgütlerinden olan Dünya Kalkınma Hareketi The Word Development Movement- dir. Fakat borçların iptali üzerinden yürütülen kampanyanın, görece gerçekliği olmayan ya da G8 ülkelerinin manüple ettiği bir talep haline gelmesi ile birlikte(ki bu talep son iki G8 zirvesinin gerçek gündemlerini gizlemede araç olabilmiştir) bu oluşum bu gün etkinliğini yitirmiştir.
4-Çevre, kadın, etnik, cins ayrımcılığı sorunları üzerinden yürüyen muhalefetler: Küreselleşme karşıtı hareket içinde, en militan, en renkli ve en kitlesel bileşeni oluşturmaktadır. Özellikle 1970’ li yılların ikinci yarısında ortaya çıkan, 1980 li yıllarla birlikte gelişen, çeşitlenen ve kitleselleşen, “Yeni Sosyal Hareketler” küreselleşme karşıtlığının gerçekleşmesinde maya işlevini görmüştür diyebiliriz. Genellikle, “küçük”, “elit”, “azınlık” hareketi olarak tanımlan ve küçümsenen, kadın, çevre, cins ayrımcılığına karşı yürütülen muhalefet, bu gün çok geniş kitleleri bir araya getirebilmekte, seferber edebilmektedir. Bu muhalefet içinde, anarşist, otonom, sosyalist, feminist, ekolojist, köylü vb. çok çesitli oluşumlar yer alabilmekte, ortaklaşabilmektedir. Küreselleşme karşıtı hareket içine taşıdığı sorunlar, kattığı özgünlükler, yarattığı ilişkilerle, deneyimlerle bu muhalefet, sürecin en zengin dinamiğini oluşturmaktadır. Tüm bu muhalefetlerin dışında son iki yilda yeni bir deneyime tanık oluyoruz; Dünya Sosyal Forumu.Tüm küreselleşme karşıtlarının katıldığı ve Davos’ a alternatif, Brezilya-Porto Allegre’ de toplanan Dünya Sosyal Forumu Küreselleşme Karşıtlığına yeni ve güçlü bir özgün deneyim olarak eklenmiştir. Ulusal ayakları olusturularak düzenlenmek istenen Avrupa Sosyal Forumu da 2002 sonbaharında düzenlenecektir. DSF küreselleşme karşıtı hareketliliğin, özellikle 11 Eylül saldırısı arkasından gelişen yeni sürecin dengeleri, ilişkileri, sorunları üzerinden, niteliksel bir sıçramanın ve rota ihtiyacının karşılanmasına dönük çabalardan biri olarak da görülmelidir.
Küreselleşme Karşıtı Hareketlerde Yeni Dönem ve Gelecekteki Rotası
1999 Seattle eylemliliği sonrasında gerçekleşen Prag 2000, Nice 2001 ve Cenova eylemliliklerinin sonuçları, küreselleşme karşıtlığının bileşimi ve yönelimi ile ilgili önemli sorunların tartışılması ihtiyacını ortaya çıkardı. Küreselleşme karşıtı eylemliliğin, kapitalizme karşı enternasyonal bir mücadelenin dinamiği haline getirilmesine dönük eğilimler ve küreselleşmenin “insanileştirilmesi” talebi üzerinden sistem içi muhalif eğilimler bu tartışmanın taraflarını oluşturmaktadır. Tartışma Küreselleşme Karşıtı Hareketlerin pratiğinin de gerilimli, giderek daha parçalı -kopuk yaşanmasına dolayisiyla etkisinin azalmasına neden olmakta. Hareketin geleceği bu sorunların tartışılması ve aşılmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu sorunları kabaca belirtmek gerekirse: -Küreselleşme karşıtlığının kendiliğinden, anlık ve sermayenin pratik gündemlerine sıkışan muhalefet zemini aşılamamış, kendiliğindenci harekete tapınma, sürecin karakteri olmuştur. -Küresel eylemlerin, küreselleşmenin ulusal zeminlerde ortaya çıkardığı sorunlar üzerinden örgütlenmesi savsaklanmış ve merkezi eylemlere endeksli kampanyalar yerel eylemliliğin içini boşaltmıştır.
-Her eylem koordinasyonu belirli grupların denetim yarışına zemin olmakta. Bu ise hazırlıklarda ve alanlarda fiili bölünmelere neden olmaktadır.
-Küreselleşme karşıtı ilk eylemlerde göstericilere yönelik şiddetin karşılanması ve şiddetin teşhiri zemininde ortaya çıkan karşı koyuş, özellikle son eylemlerde bu meşru zemini ortadan kaldıran hedefi belirsiz, kör bir şiddetin kutsanmasına yönelmiş, eylem fetişizmi öne çıkmıştır.
-Nice ve Cenova’ da sendikal bürokrasiye terk edilen organizasyonlarda, özellikle polisin saldırması muhtemel örgüt ve gruplar alanlarda korunamamış ve kapsanamamıştır. Sermayenin şiddet yaratan provokasyonuna zemin hazırlanmış ve tüm kitle bu şiddete maruz kalmıştır.
Bu sorunlar yaşanırken, sorunların aşılmasına dönük arayışlarda sürdürülmekte. Nitekim, Dünya Sosyal Forumu, propagandif içeriğinden arındırılarak, tüm muhalefet dinamiklerini kapsamaya çalışan, enternasyonal bir hareketin yaratılmasına dönük bir irade olarak yeniden örgütlenmeye çalışılmakta. Ulusal ayaklar üzerinde yükselen, Bölgesel Forumlar oluşturulma çalışmaları yürütülmektedir. Bu forumun, mevcut sorunlarında tartışılacağı bir boyuta sahip kılınması, küreselleşme karşıtı hareket için artık bir zorunluluk haline gelmiş düzey sıçramasını sağlayacak olanakları açığa çıkaracaktır.
Merkez ve Çevre Ülkelerde Küreselleşme Karşıtlarının Politik Yapılanmaları
Kapitalist merkez ülkelerde küreselleşme karşıtı muhalefet ağırlıklı olarak “yoksullukçu” ve “çevreci” bir eksende gelişti ve yürüdü. Çok taraflı yatırım ve ticaretin, dünyanin ekolojik dengesini ciddi bir biçimde tahrip etmesi ve özellikle “güney” ülkelerinde kitlesel ölüm sınırında yaşanan yoksulluğun sonuçları üzerinden şekillenen sivil toplum hareketleri bu muhalefetin temel aktörleri olmuştur. Bu muhalefet merkez ülke işçi sınıfı ile bütünleşememiştir. Bunun iki nedeni var; birincisi, işçi sınıfını kuşatan güçlü bürokratik sendikal ve siyasal yapıların varlığı. Ikincisi de, liberal siyasal kuşatmanın yarattığı likidasyondur. Bu siyasal zemini parçalayacak işçi sınıfı içinden de, örgütlü siyasal bir faaliyet, öznel unsurlarının dağınıklığı yüzünden örülememiş ve bu siyasal dağınıklık daha da derinleşmiştir. Mevcut sol(-sosyal demokrat-sosyalist-komünist)siyasal oluşumlar ise, yeni sürecin siyasal koşullarına uyumlanan politik yönelimleri ile işçi sınıfı muhalefetini sistemin sınırları içinde etkisizleştirme görevini yerine getirmektedir. Bu yüzden işçi sınıfı küreselleşme karşıtı hareket içinde kitlesel ve etkin olarak yer alamamıştır.
Yine bu yüzden merkez ülkelerde yükselen küreselleşme karşıtı muhalefetin temel talebi, çevre, yoksulluk, göçmen ve yabancı işçi düşmanlığına karşıtlık zemininde, küreselleşmenin insanileştirilmesi ile sınırlı kalmıştır. Muhalefet bu sınırı aşacak dinamikleri kapsayamamıştır. Anarşist ve otonom örgütlerin soyut anti-iktidar, anti-kapitalist anlayışı üzerinden yükselttikleri muhalefet bu etkinliğin kırılmasında dinamik olamamıştır. Özellikle son eylemliliklerde yaşanan şiddet bu oluşumların küreselleşme karşıtları içindeki yerlerinin de tartışılmasına neden olmuştur. Çok önemli bir gelişmeyi vurgulamak gerekli. Küresel saldırının özellikle Avrupa ülkelerinde ortaya çıkardığı işsizlik, esnek çalışma ve esnek üretim uygulamaları, ücret ve sosyal haklarda yaşanan gerileme, işçi sınıfının geleneksel tüm ilişkilerini alt-üst etmiştir. Sendikal yapıların aşınması ve siyasal önderlik krizinin derinleşmesi, Avrupa ülkelerinde son yıllarda yaşanan milliyetçi siyasal yükselişin işçi sınıfı içinden de kitle tabanı bulabilmesine zemin olmuştur. İşçi sınıfının çok büyük bir kesimi kendi ülkelerindeki küreselleşme karşıtı hareketlere yukarda anlattığımız nedenlerden ötürü hep uzak kalmışlardır. Bu oluşumlara katılmadığı gibi yer yer karşı bir tutum içinde olmuştur. Özellikle ICFTU ve ETUC’un son bir yıl içinde, küreselleşme politikalarşna karşı, dar-kısmi emek haklarının korunmasına dönük, sınıfsal temeli iğdiş edilmiş taleplerle geliştirdikleri politikalar bu tutumu desteklemiştir. Bürokratik sendikal varlıklarını koruma kaygısıyla, sermayenin politikalarına uyumlanan bu örgütler, denetimi altında tuttukları işçi kitlesini, mevcut konumlarının kaybedileceği tehdidini kullanarak bu politikaları için yönlendirebilmektedir. Böylece, merkez ülkeler işçi sınıfının bu küresel saldırıyla, çevre ülkeler işçi sınıfı ile ayni sonu paylaşacağı gerçeğinin görülmesini dönemsel olarak engelleyebilmektedir.
Sonuç olarak, “Avrupa Merkezci” küreselleşme karşıtlığı içinde, işçi sınıfını örgütlü bir kitlesellikle görememekteyiz. “Küreselleşme Karşıtlığı” ile “Alternatif Küreselleşme” tartışması, küreselleşme karşıtı muhalefet içinde politik zeminde yeni bir parçalanmaya neden olmaktadır. Bu liberal müdahale, sınıfsal ilişkilerin muğlaklaştığı, “küreselleşme”, Güney-Kuzey ayrımı ve çatışması argümanlari ile yürütülmektedir. Bu tartışmada marksist sınıf mücadelesi perspektifinin bütünlüklü, örgütlü müdahalesinden ne yazik ki söz edemiyoruz. Bu ise küreselleşme karşıtı muhalefeti, kapitalizme karşı enternasyonal mücadelenin dinamikleri olarak dönüştürecek iradenin de yaratılmasını ertelemektedir.
Çevre ülkelerde ortaya çıkan küreselleşme karşıtlarının bileşimi:
Çevre ülkelerde ise, küreselleşme karşıtlığı ve yandaşlığı özgün bir yapılanış sergilemektedir. Küreselleşme yandaşları; küreselleşmenin, demokrasi, insan hakları ve refah açısından uluslara özellikle “gelişmekte olan” uluslara geniş olanaklar sunacağı propagandası ile etkindirler. Bu güçlü liberal etkinlik, sermayenin küreselleşme ile içine girdiği yeni yapılanma ve sömürgecilik ilişkileri ile, ulus devletlerin yeniden yapılanmasının sonuçlarından kaynaklanmaktadır. Yeni yapılanma, eski, ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkilerin tasfiyesini zorunlu kılmaktadır. Küresellelme yandaşlarının demokrasici söylemleri, eski siyasal ve ekonomik ilişkilerin altinda ezilen yığınları yedekleyebilmekte büyük olanaklar sağlamaktadır. Özellikle daralan siyasal alanda kendine alan açamayan sol, politika yapma adına liberalize olarak bu yönlendirmenin en önemli taşeronu olmuştur. Bu kuşatılmışlığın dışında kalmak ancak ciddi ağır bedelleri göze alınarak başarılabilmektedir. Bu ise marjinalliğin nesnel koşullarını oluşturmaktadır.
Küreselleşme karşıtları içinde ise, üç eğilimi tespit edebiliriz. Birincisi, yeni yapılanma süreci ile tasfiye olan sermaye kesimlerinin direnişi üzerinden oluşan karşıtlık. Bu kesim hala içinde yer alabildikleri siyasal zemin, araç ve olanakları provakatif amaçla kullanarak bir karşıtlık sergileyebilmektedirler. İkincisi, ulusal bağımsızlık üzerinden yükselen bir karşıtlıktır. “Ulusal Bağımsızlık” zemininde, belirsizlesen sınıf perspektifi ve anti-kapitalizm bu eğilimin en büyük açmazıdır. Özellikle, ülkemizde özgün bir karakter ve yere sahip asker-sivil bürokrasisinin geleneksel ilişkilerinin yeni sürecin zorunlu kıldıği tasfiyesiyle oluşan muhalefet, ayrıca birinci eğilim içindeki muhalefet bu karşıtlığın bileşenlerindendir. Ayrıca kaba pragmatizmi siyasal manivela olarak kullanan, geleneksel-resmi siyasi, ideolojik argümanları, “ulusal bağımsızlıkçı söylemlerle birleştirerek siyasal bir alan açmak isteyen, sol milliyetçilik(sağ milliyetçilik inandırıcılığını bugün için yitirmiştir) bu eğilimin sesi olmaktadır. Söz konusu küreselleşme karşıtı eğilim, şövenizmin rotasına girmiş durumdadır. Üçüncü eğilim ise, anti-kapitalist zeminde yükselen karşıtlıktır. Bu eğilim, gerek ulusal ve gerekse uluslararası alanda siyasal, örgütsel bütünlükten yoksundur. Güçlü, belirleyici, uluslararası ilişkileri oluşturamayan ve bu yüzden de diğer muhalefet kesimlerini de kapsayan bir programa sahip olamamalarından dolayı küreselleşme karşıtlığı içinde etkin degildir. Bu yüzden, ülkemizden hareketle, liberal politikaların olumsuz sonuçları üzerinden yaşanan muhalefetlerin kendi özgüllüklerini aşarak birleşik bir mücadeleye dönüştürebilmede, müdahale görevlerini yerine getirememektedirler. Nitekim, liberal politikalar ve siyasal oluşumların kuşatması kırılamamakta ve toplum umudunu liberalizme bağlar hale gelmiştir.
Küreselleşme Karşıtı Hareketler ve Şiddet
Son eylemliliklerde yaşanan şiddet, farklı gerekçelerle yoğun olarak tartışma gündemimize girdi. Son eylemliliklerde yaşanan şiddet, ciddi ayrışmalara yol açabilecek, karşılıklı suçlamalarla yürütülen kısır tartışmalara neden olmuştur. Gelinen süreç küreselleşme karşıtlığı ile şiddet olgusu arasındaki ilişkinin tanımlanmasını çok önemli hale getiriyor. İşçi sınıfı mücadelesinin tarihsel deneyimleriyle oluşmuş şu ilkesel tespitler, sağlikli ve sonuç alıcı bir tartışmanın yapılabilmesinde ve doğru tanımlamaya ulaşabilmede belirleyici önemdedir: -Sınıf mücadelesi şiddet içermek zorundadır. Bu zorunluluk, kapitalizmin varlığından kaynaklanmaktadır. Kapitalizmin doğasinda bulunan iktisadi zor, onun yeniden üretimi için siyasi zoru da zorunlu kılar. Bu açıdan kapitalizm aynı zamanda şiddet organizasyonudur.
-Şiddet egemenlik ilişkilerinin en önemli dayanaklarındandır. Bu yüzden kapitalizme karşı mücadele şiddet aygıtına karşı mücadeledir.
-İşçi sınıfının şiddeti kör bir şiddet değildir, kapitalizmin şiddet içeren yanını teşhir etmeye dönük kararlı tavrı içerir. Kapitalizmin şiddetine, aygıtlarına ve yöntemlerine karşı mücadeleyi, benzer şiddet, benzer aygıtlarla ve şiddet yöntemleriyle vermeyi reddeder. Bunun kendi mücadelesini bozguna uğratacağını bilir. Kapitalizm tüm şiddet aygıtlarına ve hayatı terörize eden tüm provakatif araç ve yöntemlerine de egemendir. Bu yüzden işçi sınıfı, mücadelesinin hiçbir aşamasında ve koşulunda, aparata karşı aparat durumuna düşmemelidir. Bu zeminde bir karşı duruş sınıf mücadelesinin hedefinin yitirilmesine neden olacaktır.
Tüm bu tespitler, eylemliliklerde yaşanan şiddetin gerçek sorumlusunun kapitalizm olduğunu göstermektedir. Fakat, küreselleşme karşıtları içinde sermayenin şiddetine, sistemin istediği zeminde ve aparatlarla karşı şiddet örgütlemede ısrar eden gruplar var ve bundan sonra da olacaktır. Bu eğilimler mücadelenin şiddetle boğulmasına neden olacak sonuçları da yaratabilir. Bu yüzden şiddet sorununu tartışırken, çarpışma anındaki refleksleri değil, onun oluşumuna neden olan anlayışı tartışmak gereklidir. Bu tartışmanın gerçekleştirilmesinde öne çıkarılacak argümanlar şunlar olmalıdır:
-Şiddet sınıf mücadelesinin kendiliğindenci seyri içinde ürer. Ona iradi olarak müdahale etmek isteyenler, iradi olarak bu aracı kullanamazlar. Kullandıklarında, müdahaleci özne olma işlevini yitirir, kendiliğindenci mücadelenin, dolayısıyla egemen olanın sorunu kendi istediği şekilde çözmesinin bir unsuru olurlar.
-Şiddet egemenlik ilişkilerine karşı diz çökmemek için gündeme gelebilir, zaman kazandırır. Bu zaman içinde, şiddetsiz varoluşun imkanları yaratılmalı ve hiçbir şekilde şiddetin propagandası yapılmamalıdır.
-Bir varoluş düzeyinden kopmak için şiddet bir araç olamaz. Bu anlamda bir araç olarak kullanıldığında, varoluş, ancak egemenlik ilişkileri içinde mümkündür, yani düzen içidir. Şiddeti öne çıkaran eğilimleri sürecin dışına atmak ve alanlarda yalnız bırakmak çözüm değildir. Yapılmasi gereken, bu eğilimlerin, yukarda belirtilen ilkesel zeminlerde bir ilişki ile kapsanması, mücadelenin dinamikleri haline getirilmesidir.
11 Eylül 2001 Sonrası ve Küreselleşme Karşıtı Hareketler
En son Cenova gösterilerinde iki ölümle (birisi alanda kurşunlama, diğeri göz altında işkence ile) birlikte, bu eylemlilik geleneği özellikle şiddet zemininde bir tartışma ve sorgulama ile karşı karşıya kaldı. Bu tartışmalar sürerken 11 Eylül günü, Kapitalizmin iki simgesine uçak bombalarla saldırıda bulunuldu. Ardından “terörizme” karşi “Sonsuz Özgürlük Hareketi” adı ile Afganistan’ a saldırı başlatıldı. Küreselleşme karşıtı eylemlilikler ve 11 Eylül saldırısı; ilk bakışta bir birinden bağımsız iki gelişme olarak algılanabilir. Fakat, ulusötesi sermayenin, 11 Eylül saldırısı ardından geliştirdiği pratik, yaşamsal ilişkiyi çok açık olarak gösterdi. Son bir yılda, özellikle de Cenova sonrası ve 11 eylül öncesi “Küreselleşme” ve “Küreselleşme Karşıtlığı” üzerine yapılan tartışmalar, “Yeni” denilebilecek bir sürecin başladığına yönelik tespitler ve bu tespitleri açığa çıkaran birden çok ve çatışmalı eğilimlerin anlaşılması çabasında yoğunlaşmıştı. 1990’li yıllarla birlikte demokrasi, barış, refah vb. söylemlerle propagandası yürütülen “Yeni Dünya Düzeni” nin, artık pratikte yalanlanan bu ideolojik argümanlarla yürümediği ortaydı. Özellikle 90’ li yıllarin ikinci yarısından sonra olusan yeni güç dengelerinin ihtiyaçlari dogrultusunda, askeri, ekonomik ve politik zeminlerde gerçekleşen pratiklerin, yöntem, araç ve kısmi uygulamaları, yeni bir sürecin inşasının ipuçlarıydı. Önce Bosna, sonra Kosova, en son Makedonya ve 11 Eylül sonrası, Afganistan operasyonları, sırasını bekleyen Irak, askeri alanda akla ilk gelen uygulamalar. Bu operasyonlar, Yeni NATO Konsepti ve Avrupa Ordusu oluşumlarının operasyonal örnekleri olarak nitelenebilir. Ekonomik zeminde, MAI, GATS gibi anlaşmalar ve bölgesel olusumlar, politik alanda ise, WTO’ nun çatısı altında oluşturulmaya çalışılan “Küresel Hükümete” bağlı, kabuk ulus devlet yapılanmalarının hızla yeniden inşası, söz konusu pratiğin diğer karşılıklarıdır.
Önce Balkanların, Afganistan üzerinden Asya’ nın ve Gürcistan, Çeçenistan, Rusya üçgeni üzerinden Kafkasya’ nın ve bir ibret tarzında yürütülen operasyonla Ortadogu’nun yeni güç dengelerine ve ihtiyaçlarına göre yapılandırılması geleceğin nasıl yaşanacağına dair somut örneklerdir. Tüm bu operasyonlarda kullanılan iki argüman var; “demokrasi” ve “terörizme karşı mücadele” Burjuva demokrasisi, farklı düzeylerdeki egemenlerin iktidar ve pasta ilişkilerini her boyutta düzenleyen egemenlerin demokrasisidir. Yeni Dünya Düzeni ile yapılmaya çalışılan, eskiyen güçler dengesine göre kurulmuş eski demokrasiyi tüm boyutlarıyla değistirerek, yeni güçler dengesine uygun, yeni ulus ötesi egemenlerin demokrasisini kurmaktır. Tasfiye kaçınılmazdır ve hızlanarak sürecektir. Bu yeni “demokrasi” için tasfiye devletlerin tüm kurum ve ilişkilerinin; orduların, gizli servislerin, güvenlik örgütlerinin, ekonomik-sosyal-siyasal kurumların, öz ve biçimlerini değiştirecektir. Gerek ulus ötesi, gerekse diğer egemenler bu çatışmada dünya halklarını arkalayabilmek için her tür ideolojik, politik manevraları yapıp, ittifaklar yaratmaya çalışacaklardır. Terörizm ve demokrasi şu an en etkin argüman. Emek safları açısından sürecin en önemli yani budur. Ve sermayenin tüm kesimlerinden bağımsızlaşmak, bunun anlayışını, teorisini, felsefesini, örgütlenmelerini, araçlarını yaratmak zorundadır.
Küreselleşme Karşıtı Hareketin Rotası: Emek Sermaye Saflaşmasının Yeniden Yaratılması
Küreselleşme karşıtı hareket içindeki emek güçleri açısından durum, sermayenin çesitli kesimlerine yedeklenmiş olmasına rağmen, umutsuz değildir. Emek saflarını dünya ölçeğinde ele aldığımızda, olgunlaşmış, önemli birikimleri edinmiş, ayakta durabilen ve/veya her defasında ayağa kalkmayı beceren kesimleri içerdiğini görmek mümkündür. Emek safları sınıfsal kimliğini unutmaksızın, ancak, sınıfsal kimliğini aşmayı becererek, emek-sermaye saflaşmasını, gündemin ön planına taşıyabilir ve bu saflaşmanın, tüm bir insanlıkla, bir avuç egemen arasında saflaşma olarak yaşandığını gösterebilir. Bu ise, sermayenin, her şeyiyle yeniden tanımlamayı becerdiği dünyada, emek saflarının da, dünyadaki tüm olgu ve ilişkileri yeniden, değişmiş haliyle ve daha derinlikli tanımlamasını zorunlu kılıyor. Bu ise, soyut politik hedeflerle değil, tüm tarihsel, insansal, kültürel ve ekolojik değerlerin savunusu, yaşanma ısrarı ve sahiplenmesi üzerinden bir mücadele hattının yaratılmasıyla olanaklıdır. Değerler cephesinden baktığımızda, dünya ve insanlık artık yok oluşun sınırlarında dolaşıyor tespitini yapabiliriz.
Küreselleşme karşıtı hareketler, tüm zaaf, eksik ve yanlışlarına rağmen, sözü edilen değerlerin savunulması, sahiplenilmesi ve yaşanması isteğinin ifadesidir. Hayatın tüm zenginliğini, çeşitliliğini ve muhalif dinamiğini taşıyan küreselleşme karşıtı hareket, bu saflaşmanın yaratılmasında en gerçekçi zeminidir.
Kabul edilmelidir ki bu gün, dünyayı anlamada, açıklamada kendi konumunu belirlemede emek safları ciddi kafa karışıklığı içindedir. Tüm bu oluşumlar ve örgütlenmeler, çesitli saflaşmaların, çatışmaların, çelişik birleşikliklerin varlığına işaret etmektedir. Bunların ekonomik, politik, ideolojik düzlemlerde hangi gelişmelere denk düştüğünü açıklamak gerekmektedir. Bunun zengin olanakları bu gerçek içinden bulunacaktır.
Küreselleşme olgusu, emek-sermaye saflaşmasının yeniden örülmesini engelleyen ciddi bir kuşatılmışlığı yaratmıştır. Küreselleşme, bir yandan işçi ve emekçilere siyasal araçların uzağında, sınıfsal aidiyetini kaybetmiş, yoksul ve düşkün bir hayatı dayatırken, diger yandan refah, özgürlük, demokrasi, insan hakları vb. demagojik safsatalar üzerinde siyasal alanı kendince belirlemektedir. Düşkünlügü siyaset olarak tanımlayan, yaşayan ve yeniden üreten sağ-sol liberalizm, siyasal hayatın daraltılmasında işlev görmektedir. Sağ-sol liberalizmin kuşattığı politik zeminin dışı ise, küresel olarak örgütlenmiş şiddetle boğulmaktadır. Tüm sınıfsal dengeler, ideolojik, politik ve örgütsel yapılanışlar sermayenin belirlediği zeminde tanımlanmaya zorlanmaktadır. Küreselleşme karşıtı hareketlilik bu tanımlanmayı, zoraki ezberi bozmakta, en azından zorlaştırmaktadır. Bu yüzden, çok önemli ve değerli bir deneyimdir. Başka bir dünya mümkün inancını, çok güçlü bir şekilde, tekrar dillendirdi. Bu mümkün dünyanın nasıl yaratılacağına dönük yanıtlarin, görevlerin ve araçların yaratması sancılı, zorlu bir süreç olacaktır. Bu güne kadar yinelenen inanç, kararlılık ve süreklilik geleceğe umutla bakmamızı sağlıyor. Üretilecek yanıtın inandırıcılığı ve yaratacağı seferberlikler, dünyayı barbarlığın esaretinden kurtaracaktır.
4 TEMMUZ 2002 ODTÜ Uluslararası İlişkiler Konferansı