Sinemanın birleştirici gücü

Dünyanın farklı yörelerinde yaşayan Kürt yönetmenlerin yapıtları Berlin’de izlendi

Tuncay KULAOĞLU

BERLİN - 2. Kürt Film Festivali 13 - 22 Haziran 2003 tarihleri arasında Berlin’de Belediye Başkanı Klaus Wowereit’ın himayesi altında gerçekleştirildi. Türkiye, İran, Irak, Federal Almanya, İsviçre, İngiltere, Hollanda, Fransa, Kanada ve Filistin’de yaşayan Kürt yönetmenlerin 50’den fazla kurmaca, belgesel, kısa ve canlandırma filmi 10 gün boyunca sinemaseverlerle buluştu.

Festival, bu yıl Almanya’yı Cannes’da temsil eden Yüksel Yavuz’un “Kleine Freiheit” (Bir Yudum Özgürlük) adlı filmiyle açıldı. Hamburg’da yaşayan Yavuz’un Kürt ve Afrikalı iki kaçak gencin aynı kentteki yaşamlarını anlatan filmi, ilk kez bu yılın başında Saarbrücken Film Festivali’nde dikkatleri üzerine çekmişti. Festivalin konukları arasında İran sinemasının önemli temsilcilerinden Bahman Ghobadi de bulunuyordu. “Verloren im Irak” (Irak’ta Kaybolmak) adlı filmi festival kapsamında gösterilen Ghobadi’nin son filmi “Def” ise festivalin son gününde dünya prömiyerini yaptı. Türkiye’den Handan İpekçi’nin “Büyük Adam Küçük Aşk” ve Ümit Elçi’nin “Mem u Zin” adlı filmleri, geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirilen Diyarbakır Kültür Festivali’nde de gösterilen bir dizi kısa ve belgesel filmle birlikte seyirciyle buluştu.

İran sinemasının etkileri

Dünyanın farklı yörelerinde yaşayan Kürt yönetmenlerin eserlerini topluca izleme ve son Irak savaşıyla gündeme daha yoğun bir şekilde giren Kürt gerçekliğinin farklı boyutlarını irdeleme açısından kuşkusuz çok önemli bir işleve sahip olan festivalin bu bağlamda bir eşinin olmadığını söylemek abartı olmasa gerek. Irak ve İran’da üretilen kısa ve belgesel filmler, sinemaseverlere, güncel olaylar dolayısıyla medyada boy gösteren resimlerin ötesinde bir tablo sundular. Sansür baskısını, anlattığı rafine öyküler ve amatör oyuncuların profesyonel performanslarıyla bütünleştiren İran sinemasının dünya çapındaki başarısı, bu ülkede yaşayan Kürt yönetmenleri de etkiliyor. Abbas Kiorastami, Majid Majidi, Samira Makhmalbaf gibi uluslararası festivallerde sayısız ödül kazanan bir sinemanın genç kuşağı da, geliştirilen yeni sinema dilinin izinde gidiyor.

Irak yapımı filmler ise, bir sinema geleneği olmayan, ilk filmin 1954 yılında çekildiği, 35 mm. sinema filmlerinin üretilemediği bir ülkenin kanayan yaralarını gündeme getiriyor. Bahman Ghobadi’nin deyimiyle İran’da “ortalığı virüs gibi saran sinema aşkı”, Irak’ta da, video tekniğinin getirdiği kolaylıklar sayesinde yeni yetenekleri uluslararası sahneye taşıyacağa benziyor.

Farklı ülkelerde yaşayan Kürt yönetmenlerin, içinde bulundukları yaşam koşullarını beyazperdeye aktarması da en az söz konusu ülkelerin gerçeklikleri kadar renkli. Bu bağlamda örneğin İran yapımı kısa filmler, daha çok Türkiye’den de yakından tanıdığımız kırsal yaşama bir ayna tutarken, aynı zamanda İran toplumunun da bir anatomisini çıkarıyorlar. Londra’da yaşayan Sevim Metin’in “Displaced Voices” (Yurtsuz Sesler) adlı deneysel yapımı ise sahip olduğu derin lirik estetiğiyle çok farklı bir metropol penceresi açıyordu.

Geçen yıl Cannes Film Festivali’nde gösterilmesiyle bir anda Türkiye’nin de gündemine oturan Atom Egoyan’ın “Ararat”ı festivalde “konuk film” olarak yer aldı.

Birbiri ardına çıkarılan uyum paketleriyle Avrupa yolunda hızlı adımlar atan Türkiye’de, yılların biriktirdiği tabular kamuoyunda hararetli tartışmalara yol açarken, “Ararat” filminin etkinlik kapsamında gösterilmesini festival yöneticisi Mehmet Aktaş, sanatın birleştirici gücüne gönderme yaparak “umudumuz, filmin Kürtler, Türkler ve Ermeniler arasında bir hoşgörü ortamının yaratılmasına katkıda bulunması” sözleriyle gerekçelendiriyor.

Festival broşüründe de değinildiği gibi etkinliğin sadece başkentteki çok kültürlü yaşama bir katkı yapmakla kalmadığı rahatlıkla söylenebilir.

Cumhuriyet Hafta, 27 Haziran 2003

Tüm yazı ve çeviriler kullanılabilir. Dergimizin kaynak olarak gösterilmesi rica olunur.
Alle Beiträge und Übersetzungen können übernommen werden. Hinweis auf unsere Seite wird gebeten.