Medyaya Özeleştiri, Devlete Yargı...

Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin gizli yönetmeliğinin Radikal'de yayımlanmasından sonra, hem devletin hem de medyanın yapması gereken çok önemli iki görev var: Devlet yargı yolunu açmalı medya ise özeleştiriye başlamalı.

Ragıp Duran

Radikal gazetesinin 27 Ağustos’da başlayıp Pazar günü de manşetten sürdürdüğü Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreterliğinin gizli yönetmeliği hakkındaki haberler, aslında devlet-toplum ilişkileri açısından tarihi, siyasi ve medyatik öneme haiz ve ülke gündemini altüst etmeye aday haberler...

Ne yazık ki, Radikal’in ısrarlı yayınlarına rağmen Türk medyasında bu konuya, Ali Bayramoğlu, Fehmi Koru ve Çetin Altan ile Zaman ve Yeni Şafak’da yayınlanan bir kaç küçük haber dışında gereken önemi gösteren olmadı. Internet sitelerinde de konuya ilişkin kayda değer herhangi bir yazıya rastlayamadım. Milliyet’ten Fikret Bila, Pazar günü, kontratak mantığıyla bir paşanın “ilginç” görüşlerini başlığa çıkarmış: Türkiye’de demokrasi Türk Silahlı Kuvvetleri sayesinde mevcut!(muş). Radikal ise Barolar ve hukukçulardan tepki toplayarak yayınını sürdürmeye çalışıyor.

Yakalandı tercümanlar!

Bu yazıda ben işin esas olarak medyayı ilgilendiren kısmını irdelemeye çalışacağım. Ama öncelikle MGK Genel Sekreterliğinin bu gizli yönetmelikle kurduğu devasa mekanizmanın 1982’nin askeri Anayasa’sıyla bile çeliştiğini hatırlatmakta yarar var. Ne var ki, konuya bugün eğilirken, esas sorumluyu hala “12 Eylül Hukuku” olarak göstermek, Türkiye siyasal yaşamının aslında 1923’den beri askeri vesayet altında olduğunu gizlemek anlamına geliyor. Cumhuriyet kurulduğundan bu yana, tüm muhaliflerin, yani gerçek solcuların, İslamcıların özellikle de 80’lerden sonra Kürtlerin, sık sık vurguladığı üzere, siyasi iktidarın esas olarak askerler tarafından oluşturulup yönlendirildiği gerçeği bu gizli yönetmelikle bir kez daha kanıtlanıyor.

Gizli yönetmelik konusunda Radikal’in eline geçen belgeleri aktarması, İsmet Berkan ve Murat Yetkin’in yorumdan çok haberi açmaya çalışan yazılarının (Papier eclaircissement) yanı sıra önemli bir eksiklik göze çarpıyor:

Meraklısı benzeri yönetmeliklerin Washington kaynaklı olduğunu bilir. Geçmişte de bu tür metin ve uygulamaların İspanyolca’ya, Portekizce’ye, Farsça ve Arapça’ya tercüme edilmiş olup 1960’lı yıllardan itibaren Latin Amerika ülkelerinde ve Orta Doğu’da bazı devletlerde, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki (ABD) West Point Askeri Akademisi ya da School of Americas’da eğitim gören üçüncü dünya ülkeleri üst düzey askeri yetkililerince hayata geçirildiğini hatırlar. Noam Chomsky’nin “İnsan Haklarının Ekonomi Politiği” başlıklı eseri ile www.soaw.org sitesinde bu konuda ayrıntılı bilgiler var.

Aslında bu gizli yönetmeliği biz daha önce esas olarak edebiyat yapıtlarında okumuştuk. George Orwell’in “1984” ile onun farklı bir öncüsü olan Aldous Huxley’in “Cesur Dünya”sında, toplumu cendere hatta fiziki ve fikri kelepçe altında tutmak isteyen faşist yönetimlerin uyguladığı çeşitli baskı, sindirme ve psikolojik harekat yöntemlerini öğrenmiştik. MGK gizli yönetmeliği ile işler edebiyat dünyasından hakiki dünyaya, siyaset ve günlük hayata aktarıldı.

Önermeler artık belgelendi

Türk devletinin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin siyasi ve ideolojik yapısını ve amaçlarını bilenleri şaşırtmayan bu gizli yönetmelik, muhaliflerin belki 80 yıllık itirazlarını artık belgeli bir şekilde meşru hale getirdi. “Türkiye’yi hükümet ya da Meclis değil, MGK yönetiyor” diyen Kürt aydınları da, jakoben-laik Kemalizmin darbesini yemiş İslamcı yazarlar da artık bu önermelerini somut bir şekilde gizli yönetmelikle kanıtlayabilecek duruma geldi.

Şimdi yeni yönetmeliğin hazırlık aşamasında bazı hukukçular bu eski yönetmeliğin ve tüm istihbarat rapor ve dosyalarının imha edilmesinden söz ediyorlar da 23 yıllık uygulamayı yargılamayı önerene rastlamadım.

A’dan Z’ye her şeyi ile yasadışı ve gayrı meşru olan bu yönetmelik, bu süre içinde yüzlerce yurttaşın ölümüne neden oldu, binlercesini de mağdur etti. Böyle bir durumda, yönetmeliği kaleme alanlardan her aşamadaki uygulama sorumlularına kadar herkesin yargı önüne çıkarılıp hesap vermesini talep etmek kadar doğal bir hak yok.

Yeni dönemde bu tür yönetmelik ve uygulamaların tekrarını önlemek istiyorsak, eski sorumluların bağımsız mahkemeler ya da özel komisyonlarda hesap vermesi mutlaka gereklidir. Böylelikle her devletin doğal hakkı olan mevcut düzeni korurken benimsediği yasal ve yasadışı uygulamalar arasında tefrik yapılabilir. Bu yargılama bu hesap verme işlemi yapılmadan, kaleme alınacak her yeni yönetmelik şaibeli olacak, geçmişin hukuk dışılığının kirli ve kanlı izlerini taşıyacak.

Psikolojik harekat nasıl biter?

Gelelim işin medya yanına.
Öncelikle bu gizli yönetmelik, ki 1980’den beri yürürlükte, neden bugün kamuoyuna ulaşabiliyor? Avrupa Birliği (AB) 7. Uyum Paketi ile yetkileri büyük ölçüde tırpanlanan MGK, eski Genel Sekreterinin de itiraf ettiği üzere “büyük ölçüde etkisizleştirildi hatta işlevsizleştirildi”. Dolayısıyla artık eski defterler açılabilir. Geç de olsa iyi bir gelişme ama psikolojik harekata çoğu zaman bilinçli ve gönüllü bir şekilde destek vermiş olan bir medya grubunun gazetesinde bu belgeleri bugün yayınlamak arşiv taraması yapacak kişiler açısından bir sıkıntı doğuruyor.

1980’den itibaren askeri diktatörlüğe karşı çıkan muhalifler aleyhine haber yaparken, bu belgenin varlığından haberdar olmasanız bile, bir resmi kaynaktan gelen bilgi ya da dosyayı, en basit gazetecilik ilkeleri uyarınca hiç denetlemeden, hiç sorgulamadan manşetlerden yayınladığınız, 20 yıl sonra bu bilgi ve dosyaların aslında psikolojik harekatın ürünleri olduğu ortaya çıkmayacak mıydı?

Doğru gazetecilik, yani mesleği ilke ve kurallarına göre yapmak, her türlü psikolojik harekat ve hedefin en başarılı panzehiridir. Siz o zaman bunu bal gibi biliyordunuz ama siyasi-ideolojik ve ekonomik-mali bağımlılığınız ayrıca belki de askeri odakla gönüllü birlikteliğiniz sizi düzgün gazetecilik yapmaktan alıkoydu... Bugün bu bilgeleri yayınlamak başlı başına olumlu bir tutumdur ama kimseyi de geçmişteki psikolojik harekat yanlısı tutumlardan kurtaramaz.

Bu belgeler Radikal’e nasıl ulaştı? Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan’ın üç yazısında üç değişik ifade kullanılıyor: “Belge sızdı”, “Biz ortaya çıkarttık”, “Muhabirimiz ele geçirdi”. Kelimelerle oynamayalım. Belli ki, bu belge, büyük bir olasılıkla Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti tarafından sızdırılmış. Çünkü AKP de eski uygulamalardan mağdur, ayrıca askeri odakla hala bir çok konuda anlaşmazlık içinde. Dolayısıyla psikolojik harekat bir ölçüde devam ediyor.

Bir süredir başta Doğan grubu olmak üzere, Star dahil, bir tek Cumhuriyet hariç, hiç bir medya organının AKP hükümetine doğrudan muhalefet etmediği (edemediği!) gerçeğini de göz önünde bulundurursak, bu belgenin yayınlanması tabi ki kamuoyunun özgürce haber alma hakkının yanı sıra bu ortamda AKP’nin de işine geliyor.

Siyasi iktidarı eleştirmeden hatta onu kollayarak işlenmiş bu gizli yönetmelik haberi, Radikal’in iki muhabirinin imzasıyla yayınlanıyor. Bunca önemli bir haber konusunda görüşlerine başvurulan tek hükümet yetkilisi Adalet Bakanı, o da haberin sonunda iki satırda yeni yönetmeliğin hazırlanması konusundaki bürokratik süreci anlatıyor. Radikal, umarım önümüzdeki günlerde yapar ama, bu konuda 1980 sonrası tüm MGK Genel Sekreterlerinin, bu kurumda daire başkanlığı yapmış yetkililerin, Genel Kurmay Başkanlarının, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet ve İçişleri Bakanlarının da görüşlerini kamuoyuna sunmalı. Çünkü bu yönetmelikten sorumlu olanlar bu kişiler, bu yönetmeliği uygulayan da aynı yetkililer.

Gizli yönetmelik, belki polisiye olarak değil ama siyasi ve ideolojik olarak bir çok faili meçhul cinayeti aydınlatabilir. Kürtler boş yere bu cinayetlere “faili meşhur” adını takmamışlardı. Radikal, Çetin Emeç, Bahriye Üçok, Turan Dursun’un isimlerini zikrediyor. Kuşkusuz bunlara Musa Anter ile Güneydoğu’da öldürülen 21 meslektaşımızı da eklemek gerek. Yakılan boşaltılan binlerce köy ve mezranın sorumlusu da bu gizli yönetmelikte saklanmıyor mu? Göçertilen milyonlarca Kürdün de sorumlusu aynı metinde.

Eskinin hesabı sorulmadan yeni olmaz!

Gizli yönetmelik, bize bugün esaslı bir basın taraması yapmamıza olanak sağlıyor: Andıç belgesiyle psikolojik harekatın bir somut örneği hakkında bilgi sahibi olmuştuk. Ama bugün yönetmeliği okuyunca 1984’den bu yana Kürt meselesi konusunda egemen medyanın nasıl da bir tek odaktan neredeyse kelimesi kelimesine aynı haber ve fotoğraflarla beslenmiş olduğunu yeniden görmemiz gerekir. Yapılan, gazetecilik, habercilik değildi, yönetmelikte de belirtildiği üzere, istihbarat konusundaki özel kuruluşlar da (yani egemen medya da) koordine edilmişti. Böyle olmasa, 28 Şubat sürecinde Türk egemen medyasının aynı terimlerle Atatürkçü kesilmesini, Refah-Yol iktidarına karşı sıkı bir muhalefete geçmesini nasıl açıklayabiliriz?

Toplumla İlişkiler Başkanlığı aslında işini iyi yapmış. Tabii bir yere kadar... Çünkü hakiki gerçeğe karşı resmi medyatik gerçeği empoze edenler, bir süre ve bir kısım yurttaş üzerinde etkili olabiliyor ama önünde sonunda sahtekarlık ortaya çıkıyor. Medyanın Susurluk’u teşhir etme girişimini, işin ucu Veli Küçük’e gelince engelleyebilmişlerdi ama bugün ortaya çıkan yönetmelik psikolojik harekatçıları herhalde olumsuz etkilemiştir. Anlaşılan pek güçleri kalmamış ki, yapa yapa Radikal’in Internet sitesini biraz engelleyebildiler.

Ayrıntılı basın taraması daha da iyi kanıtlayacaktır ama belli ki mesela “Mehmed’in Kitabı”nın yazarı Nadire Mater aleyhine geliştirilen kampanya da psikolojik harekatın başarısız bir operasyonuymuş. Keza, Sınır Tanımayan Gazeteciler ile Genel Kurmay Başkanı arasındaki sorun hakkında da yönetmeliğin gereğini yapanlar, iş Paris Mahkemesine gidince duvara tosladı. Çünkü Mater olayında ya da RSF hadisesinde, yönetmelik taraftarları kaybetti ama resmi ve özel medya bu yenilgileri ya hiç haber vermedi ya da kısa haberlerle geçiştirdi.

Son 20 yılda ve bugün hala Kuzey Irak’ta olup bitenlerle ilgili olarak egemen basında okuduklarımız da haber değil psikolojik harekat dairesinin ürünleri. Kırmızı çizgilerden, Osmanlı mirasına, ABD-PKK ilişkilerinden Kürt Parlamentosuna kadar her bilginin bugün hayat tarafından tekzip edildiğini görüyoruz. Sonuç olarak Toplumla İlişkiler Başkanlığı, genel bir muhasebe yaptığımızda aslında öyle pek de iyi bir propaganda faaliyeti yürütememiş. Bugün geldiğimiz noktada, herhangi bir gazetecilik hocası bu daireye gazetecilik-habercilik dersinden “0”, ajitasyon-propaganda dersinden ise “–5” filan verir. Çünkü işin doğası bu... Hakiki gerçek ile devlet ve özel kuruluşların desteğiyle de olsa, oynanmaz, tahrif edilmez. İşin aslı önünde sonunda ortaya çıkar. Üstelik bu sefer ortaya çıkan öyle bir-iki olayın gerçek yüzü değil, Radikal’ın yayınladığı belgeler sayesinde biz bugün askeriyenin medya üzerindeki hegemonyasının mekanizmasını açık ve ayrıntılı bir şekilde görmüş ve anlamış bulunuyoruz.

Medyanın apoletlerini sökmek

Chomsky’nin yıllar önce yayınladığı “Demokratik Toplumlarda Düşünce Denetimi” başlıklı kitapta teşhir edilen mekanizmalar, bu gizli yönetmelikle gün ışığına çıktı. Gözleri kamaşanları görür gibiyim...

Dikkat ettiniz mi, Radikal’in yayınladığı bu haberler, Hürriyet, Milliyet, Sabah ya da Star’da neden hiç iktibas edilmiyor ya da sürdürülmüyor ya da başka bir perspektifle işlenmiyor? İsmet Berkan, bu soruya “gazeteci kıskançlığı” gerekçesiyle yanıt arıyor. Ne alakası var? Hangi gazete bugün açık yüreklilikle, dürüstlükle ortaya çıkıp, “Değerli okurlar, Radikal’in yayınladığı belgeleri inceledik, denetledik, doğru. Bunun üzerine biz de 20 yıllık arşivimizi tarayıp, psikolojik harekata kurban giden haberleri topladık. Yarından itibaren başlayacağımız 90 günlük dizide bunları tek tek sunup, hatalarımızı siz okuyucularımızla paylaşacağız” türünden bir tutum benimseyebilir?

Hukuk devletiyse, bu belgeler ve sorumluları mahkemeye sevk edilmeli. Türk medyası da gerçekten özgür ve bağımsız ise, geçekten özel çıkarı değil, kamu çıkarını savunuyorsa, o da kendi yetkililerinden hesap sormalı, özeleştiri yapmalı ve psikolojik harekata bilerek ya da bilmeden alet olanları, emekliye sevk etmeli. Türkiye’de halen 27 iletişim fakültesi var. Benim medyaya ilişkin önerilerimin idealist olduğunu ve bugünkü koşullarda gerçekleşemeyeceğini biliyorum, ama ola ki gerçekleşirse, 27 iletişim fakültesi daha açmak gerekecek! O zaman da “Apoletli Medya” deyimi sadece Basın Tarihi derslerinde söz konusu olacak.

Kaynak: Bianet

Tüm yazı ve çeviriler kullanılabilir. Dergimizin kaynak olarak gösterilmesi rica olunur.
Alle Beiträge und Übersetzungen können übernommen werden. Hinweis auf unsere Seite wird gebeten.