Federal Hükümet, işveren kuruluşları ve ekonomistler, şu andakikrizin ve artan işsizliğin gerçek nedenlerinin ne olduğunu bildiklerini iddia ediyorlar: İşsizlere verilen desteklerin yüksek olması! Bu nedenle kimse çalışmak istemiyormuş. Alman Ekonomi Düzeni Enstitüsü (DIW) şefi Klaus Zimmermann'ın etrafındaki 100 ekonomist "bir işe girmenin işçiler açısından çekici hale gelmesi için" (Financial Times Deutschland 26.5.2003) işsizlik yardımının kaldırılmasını savunuyorlar. Güya amaç "ters çekiciliği" ortadan kaldırmak. İdiiaya göre sosyalhizmet sistemi işsiz olmayı veya kalmayı teşvik ediyormuş. Ve nedenleri kökünden alıp sökmek için "Agenda 2010" manivelayı tembel işsizler için "çalışma teşvikine" (G.Schröder) dayıyormuş.
Sermayenin egemen kuramı işsizliğin temel nedeninin yüksek ücret olduğunu söyler. Buna göre işsizlik, ücretlerin işgücünü satın alanların bu metayı almaya karar verecekleri seviyeye düşmediğini göstermektedir. Ücretlerin de, güya işsizlikle mücadele amacıyla açlık seviyesine düşürebilmesi için var olan bütün engellerin sözde "iş piyasası refornlarıyla" ortadan kaldırılması gerekliymiş. Yani: kişinin durumu ne denli kötü olursa, çalışma şevki o kadar yüksek ve işsizlik o kadar az olurmuş. Hele hele sosyal yardım da olmazsa çalışma şevki en yüksek seviyede olacakmış. Aynı ABD'de olduğu gibi. Sonuna kadar düşünülen mantık işte bu. Ancak ABD'deki işsizlik te en az Almanya'daki kadar yüksek. Peki, güya yeterince yeni işyeri yaratmak için ücretler daha ne kadar düşürülmeliymiş? Münih'teki ifo-enstitüsünden Prof. Hans-Werner Sinn'e göre en düşük ücretler ABD'deki gibi ortalama ücretin yüzde otuzu seviyesinde olması gerekiyor. Bu da Almanya'da erkekler için brüt 870 Euro ve kadınlar içinse brüt 600 Euro demektir.
Uzmanlar ve politikacılar sayıları -resmen- 4,5 milyon olan işsizler tarafından kullanılmayan boş -resmen- 400 bin işyerine dikkat çekiyorlar. Buradan da, işsizlik yardımının çok yüksek olduğu sonucunu çıkarıyorlar. Gerçekte ise boş işyerleri işçi alınana kadar en fazla bir kaç ay boş kalıyorlar. İşsizler de ebediyen işsiz değiller. Batı Almanya ortalamasında yedi ay işsiz kalınmakta. Bazı işyerlerinin belirli bir süre boş kalması, işsizlerin iş güçlerini bir iş piyasasında satışa sunmak zorunda oldukları gerçeğinin bir sonucudur. Bir müşterinin almak istediği uygun bir metaı bulması belirli bir süreyi gerekli kılmaktadır.
İş gücü metaını satan kişinin satma şevkinin yüksek olması önemli değildir. İşçilerin artan üretkenliği, işgücüne olan talebi düşürmektedir. Ekonomi sistemi bu nedenle son 30 yılda iş arayan işsizler ile giderek azalan açık işyeri arasında bir uçurum oluşturdu. 1991'den 2000 yılına kadar sanayi işçilerinin üretkenliği yüzde 75 arttı. Sermaye bunu, artan üretime karşı sanayi işçilerinin sayısını dörtte bir azaltmak için kullandı. 2000 yılında işçiler arasındaki işsizlik oranı yüzde 14,2 idi, hizmetliler arasında ise yüzde 6,4. 1991 ile 2000 yılları arasında iş hacmi üç milyar saat azaldı. Aslında sevindirici bir gelişme. Ama üretkenlik artışı çalışma süresinin kısaltılması olarak geri dönmüyor. Tam tersine çalışma süresi uzuyor. Bu çerçevede sermaye yaşlı işçileri kurtulunması gereken bir "sorun grubu" olarak görüyor.
Futbolda başka bir oyuncunun suratına bilerek dirseği ile vuran bir oyunca kırmızı kart görür. "Agenda 2010" ise özellikle yaşlı işçilere yapılan ağır bir fauldür. Niye hükümete kırmızı kart gösterilmiyor? Hele "Agenda 2010"nu küçümseyen ve yaşlılara karşı daha sert önlemler alınmasını isteyen "muhalefet"e?
Sermayenin gençlere karşı olan tavrı da aynı. Artan üretkenlik sonucunda şirketlerin daha az gence ihtiyacı kalıyor. Özellikle işçi ailelerinden gelen gençlere gereksinim kalmıyor. Şu anda şirketlerin sadece dörtte biri çıraklık eğitimi vermekte. Bu nedenle gençler arasındaki işsizlik oranı hızla yükseliyor. Şirketler, ne yaşlılara ne de gençlere karşı sosyal sorumluluk üstleniyorlar. Tek sorumlulukları sermayelerini çoğaltmaya yönelik.
Eğer sermaye giderek daha az insandan faydalanıyor ve giderek daha çok insanı işsizliğe ve emekliliğe itiyorsa, elde ettiği karlardan artan toplumsal masrafları karşılamalıdır. Bu sadece, işsizliklerini kısmen azaltmak için gençlerin eğitimini karşılamak değil, aynı zamanda işsizliğin yol açtığı giderleri karşılamak anlamına gelmektedir. Sermaye sorumluluğunu kendisi üstlenmeli ve işsizliğe itilenlerin üstüne bırakmaktan vazgeçmelidir. Kim bir kazaya yol açtıysa, o kazanın sorumlusudur. Bu nedenle her kim işsizliğe yol açıyor ve milyonlarca insanın enerjisini boşa harcatıyorsa, o bunun sorumluluğunu taşımalı ve hükümetlerin yardımıyla sorumluluktan kaçmamalıdır.
Utanmazca yalanlar
2002 - 2006 hükümet programında SPD "Biz, toplumdaki zayıflara karşı olan özel sorumluluğumuzun bilincindeyiz. Bu nedenle işsizlik ve sosyal yardım sistemlerinde yapacağımız reformda, hizmetlerin sosyal yardım seviyesine düşürülmesini istemiyoruz" diyordu. SPD yönetimi seçimlerden sonra yardımları sosyal yardım seviyesine indirmeye başladı. Toplumun zayıflarına karşı olan "özel sorumlulukları"da yok artık. Bu büyük bir yalandı. Schröder seçmenine utanmazca yalan söyledi. Avukatları tarafından dolandırılan müvekkiller avukatlarına verdikleri yetkiyi ve güveni geri alırlar. Bu her yerde geçerli olmak zorunda değil mi? İşsizlik yardımının kaldırılması ve yardım sürelerinin kısaltılması işveren kuruluşlarının en eski taleplerindendir. Hükümet bu seçim dolandırıcılığı ile sadece sermayeye karşı bir sorumluluğu olduğunu göstermiştir. Federal Şansölye planları bire bir gerçekleştirmekten bahsettiğinde, sermayenin çıkarlarını taviz vermeden bire bir savunmaktan bahsetmektedir. işsizler ve işçiler artık sorumluluklarını kendileri üstlenmeli ve kendi çıkarlarından başka bir şeyi görmeyenlerin eline teslim etmemelidirler.
"Agenda 2010" aynı zamanda açıklanan bir hedef olan ücret yan giderlerinin düşürülmesine yaramaktadır. İşsizlik parası süresinin azaltılmasıyla, işsizlik sigortası aidatları ile hastalık sigortası aidatlarının hastalık parası sigortasının yasal sigorta kapsamından çıkarılarak düşürülmesi hedeflenmektedir. Gerekçe ise hazır: demografik gelişme bunları zorunlu kılıyor. Günümüzün sosyal sistemleri artık finanse edilemezmiş.
Ekonomi yerine demografi
Örneğin emeklilik sigortası: Sanayi giderek daha az işçiyi işe alması ve daha çok işçiyi emekliliğe sevketmesi nedeniyle işçiler için emeklilik sigortası 1993 yılından beri krizde. sosyal sigortaların çerçevesi bu nedenle daraldı; daha az çocuk doğması ve nüfusun daha uzun yaşaması nedeniyle değil. Erkek işçiler 1993 yılından bu yana daha fazla yaşlanmamakta, aksine giderek daha genç ölmekteler. Hizmetliler de ise durum tersine, ancak buna rağmen işçiler için emeklilik sigortasında olan krizler hizmetliler sektöründe yaşanmamaktadır.
Eğer demografik gelişme bir neden olsaydı, çocukları olmayanlar suçlu sayılır ve giderleri ödemeye zorunlu tutulurlardı. Bu büyük bir saçmalıktır. Özellikle işçiler çocuklarını giderek artan bir şekilde kapalı fabrika kapıları önünde görmekteler. Sermayenin o kadar çocuğa ihtiyacı yoktur. Fazla çocuğu musallat olarak görmektedir sermaye.
Sayıları giderek azalan çalışanlar, sayıları giderek artan emeklilere bakıyor. Ne olmuş yani? Giderek daha az çiftçi giderek daha fazla insanı besliyor. Artan üretkenlik bunu olanaklı kılıyor. Giderek daha az çalışan giderek artan sayıda idareyi, yönetim kurullarını, politikacıları ve sözde hizmet sunucularını besliyor. Bu oluyor ya. İnsanların giderek daha fazla yaşlanmaları bir ilerlemedir. Bu, artan üretkenliğin yol açtığı zenginlik ile finanse edilebilir. Ama bu zenginliğin üzerinde sermaye oturuyor.
Nedenler üzerine yanlış bilgiler, kısıtlamaları kabullenme ve mızrağın ucunu kendi kendisine yöneltme arzusunun üretilmesi için kullanılmaktadır. Emeklilik sigortasındaki kriz ile, sigortanın maddi temelini genişleterek mücadele edilebilir. Asıl şimdi önemli olan emeklilik sigortasının bir çatı altında toplanmasıdır, bölünmesi veya özelleştirilmesi değil.
Emeklilik aylıklarının azaltılmasının amacı demografik gelişmeyi yakalamak değildir. Tam aksine amaç, a) özel sigortaların konumunu güçlendirmek ve b) aidatların düşürülerek karların artırılmasını sağlamaktır. Her yüzde 1 daha az sigorta aidatı şirketlere artı 7,5 milyar Euro kar anlamına gelmektedir. Sosyal sigortaların krizini yaratan sanayinin kendisidir. Asıl gizlenmek istenilen de budur zaten.
Ücret "yan" giderlerinin azaltılması, emeklilik aylıklarının, sağlık hizmetlerinin ve işsizlik yardımlarının azaltılması konusunda tartışıldığı zaman, ki bu DGB içindeki tartışmalar için de geçerlidir, hizmetlerin kim tarafından finanse edileceği sorulmalıdır. Eğer - hastalık sigortası dahilindeki aile sigortası gibi - "sigorta dışı hizmetler" sosyal sigortalardan çıkarılacak ve devlet tarafından ödenecekse, o zaman devletin bu giderleri nereden karşılayacağı sorulmalıdır. Yıllardan beridir işsizlik yardımı ve sosyal yardım gibi sosyal hizmetlerde devlet bütçesinin zorlandığını duymuyor muyuz?
Devlet bütçesinin krizi tasarrufa zorlamaktadır. İşsizlik yardımının kesilmesi sonucunda 6 milyar Euro gelecek. Bu para da ekonomik büyümeye yol açacak. Ama devlet finansmanına biraz yakından bir bakalım. Özellikle yapılan vergi reformu sayesinde (şirket vergileri, gelir vergisi ve sanayi vergisi gibi) vergilerden gelen gelir 2001 yılında 2000'e nazaran 30 milyar daha az oldu. Bunun sonucunda da bütçelerde müthiş açıklar ortaya çıktı. Ama vergi reformu işsizlikle mücadelenin "ilk adımı" olarak deklare edildi (Schröder, 1998 Hükümet Açıklaması). Yıllar sonra, yapılan vergi reformu yatırımların artırılmasına neden olmamasına rağmen, İşverenler Birliği Başkanı Dieter Hundt'tan aynı lafları duyuyoruz: "En iyi yatırım teşvik programı, geniş temelde yapılacak vergi indirimleridir". Sanayici beyler bu işi iyi bildiklerinden, Dışişleri Bakanı da papağan gibi aynı lafları tekrarlıyor: "Bu ülkede ilk önce yatırım sorunu yaşanmaktadır. Vergi politikaları bu yönde gelişmelidir"(FR, 7.5.2003). Yatırımları teşvik etmek için gelir vergilerini azaltmak aynı ABD'nin kitle imha silahlarını yokj etmek için Irak'a saldırmak gerekir yalanı gibi büyük bir yalandır. Ne kitle imha silahları bulunmuştur, ne de vergi reformu nedeniyle yatırımlar artmıştır. Hundt bütün bir toplumun zararına karların subvanse edilemesini talep etmektedir. Küçük bir azınlığın ceplerinin dolması için herkesin ödeme yapması bekleniyor.
Sermayeye, güya yatırım yapsın ve işyerleri yaratsın diye milyarlarca Euro verildi. Hiç bir şey olmadı. 2001 yılındaki vergi reformundan bu yana şirketler yatırımlarını yüzde 50 gerilettiler. 2001 yılında 2000'e nazaran işsizlik oranında 37 bin kişilik bir düşüş yaşandı. 37 bin daha az işsiz için 30 milyar Euro gelir vergisi indirimi! Sadece 810 bin Eurocuğa bir işsiz daha az! İşsizlikle mücadeleye hükümetin ve sermayenin ne kadar değer verdiği buradan görülüyor.
2002 yılında milyarlarca Euroluk sübvansiyonlara rağmen işsizlerin sayısı arttı ve işyerlerinin sayısı azaldı. Yatırımlarda düşüş devam etti. Sonuçta şirketlere 50-60 milyar Euro vergi hediyesi verildi ve "karşılığında" 400 bin daha fazla işsiz ve 100 bin daha az çalışan alındı. Vergi reformu işsizlikle mücadelenin "ilk adımı" olarak nitelendirildi, ama işsizlikle mücadelenin adımı bile olamadı. Sadece şirket bilançolarının düzeltilmesine yaradı. Yılda bir kaç bin Euro sosyal yardım alanlara "sosyal parazit" denmekte. Peki hiç bir şey yapmadan milyarlarca Euro yutan sermayeye ne denmeli?
Federal Hükümet şimdiden yeni vergi indirimleri planlıyor. Gelir vergisindeki tavan vergi oranını azaltacaklar. Sadece bu adım zenginlerin hesabında altı milyar Euro daha kalmasını sağlayacak. Anonim şirketlerin yönetim kurullarının nihayet ABD'de olduğu gibi "adil" gelir seviyesine ulaşabilmeleri için açığı işsizlik yardımı alanların ödemesi isteniyor. SPD Genelsekreteri Olaf Scholz bu nedenle zenginler için varlık vergisinin tekrar yürürlüğe sokulmasını "absürd" bir istem olarak tanımlıyor. Hem de bu alanda (sadece yüzde birlik bir vergi ile) 14,9 milyar Euro alınabilecekken. Scholz, diğer taraftan işsizlik yardımı alanların mal varlıklarının (!) aldıkları yardıma hesaplanmasını ise absürd bulmuyor. Hem de yüzde bir değil yüzde 50 olarak. Evet, bu absürd değil. Zenginlikleri için başkalarını tırnaklarını kazdıra kazdıra çalıştıran zenginlerden bir şey almak adil olmaz.
Yatırımların amacı
İşsizlere para verildiğinde, hep birinci iş piyasasına dönüş oranının ne kadar olduğu sorulur. Oran düşükse paralar kesilir. İşsizlere "karşılık almadan yardım yok" ilkesine göre davranılır. Sermaye kendisi için bu ilkeyi tanımaz. Karşılığını vermeden milyarlarca Euro alır. Ve hiç kimse bu milyarların nereye gittiğini sormaz. Evaluasyon ve controlling yoktur sermaye için. Alınan milyarlar ise, hissedarlara kar payı vermek, yurtdışında yatırım araçları ve rakip şirketleri satın almak ve böylece daha fazla işyerini rasyonelleştirme sonucu yok etmek için kullanılır. Yeni işe alınanlar mı? 1970 ile 2000 yılları arasında Batı Almanya'daki üretim, ticaret ve ulaşım alanlarında faaliyet gösteren şirketler 5.000 milyar DMark'ı yatırıma yönlendirdiler. Bu 5.000 milyar DMark yatırıma yönelmeden önce, işsizlik oranı neredeyse sıfırdı. Yatırım sonrasındaki işsiz sayısı 2,5 milyon oldu. İşsizlik, sermaye yönetimleri altında hep yatırımların bir sonucu olmuştur. Yatırımlar, giderek az işçinin giderek daha fazla mal üretmesini ve işgücüne olan talebin azalmasını olanaklı kılmaktadırlar.
Sermayenin açığı yoktur. Sermaye için, şimdiye kadar ortaya çıkan müthiş fazlalıklar nedeniyle yatırım açığı söz konusu olmamaktadır. Yatırımların azaltılması, düşen karlılığı artırmak için bir araçtır. Yetmişli yıllardan bu yana yatırım kotası sürekli düşmektedir. Üretilen zenginlik giderek daha az üretime yönelik yatırımlara, ama giderek daha fazla para ile para kazanmaya yönelik yatırımlara aktarılmaktadır. 1991 yılından 2000'e kadar mali yatırım araçlarındaki sermaye 12.000 milyar DMark artarak 7.821 milyar DMark'dan 20.880 milyar DMark'a yükselmiştir. Gayri menkul varlığı (konut hariç) ise 1.800 milyar DMark'tan 4.500 milyar DMark'a yükselmiştir.
Sermaye fazlalığı genelde kredilere, değerli kağıt veya hisse senetlerine, yani şirket satın almalarına, ortaklıklara veya spekülasyonlar ile lüks tüketime akmaktadır. Sermaye fazlalığı hisse senedi histerisinin ve ardından gelen borsa çöküşünün temeliydi. Sermaye fazlalığı devletin, şirketlerin ve tüketicilerin müthiş bir şekilde artan borçlanmalarının temelini oluşturmaktadır. Sermaye fazlalığı üretime yönelik yatırımları teşvik etmek yerine baltalamaktadır. Yatırımların engeli sermayedir, bağımlı çalışanların ve sosyal giderler sonucu yükselen ücretlerin neden olduğu sermaye açığı değil. Sermaye rejisi altında artan üretkenlik ve artan zenginlik tehdit haline gelmektedir. Bu mantığın sonuçları ne denli çetrefilleşirse, bağımlı çalışanlar daha agresif bir biçimde sorumlu tutulmaktadırlar. Çünkü sermayenin tek yaşam nedeni olan kar marjlarının yukarı çıkarılması bağımlı çalışanların sırtından olanaklıdır.
İnsanlığa saldırı
"Agenda 2010" sert bir şekilde eleştirilmektedir. Sosyal devlete yönelik bir saldırı olduğu söylenmekte. Ancak bu eleştiri çok yüzeyseldir. "Agenda 2010" ilk etapta işçilere yönelik, yani devlete değil insanlara yönelik bir saldırıdır. "Agenda 2010" Alman sanayine yönelik bir saldırı değildir. Gerçi işsizlik yardımının azaltılması iç pazardaki arzı olumsuz etkileyecektir ve sonucunda daha fazla işsiz olacaktır. Ama şirketlerin, devletin işsizlere tüketimde bulunmaları ve şirket cirolarını artırmaları için para vermesi yönünde bir çıkarı yoktur. Şu andaki krizin asıl nedeni azalan arz değildir. Krizler sermaye kullanımının ritminden çıkar. Kar peşinde her zaman ödeme gücü olan arzın fazlası üretilir. Arzın yüksekliği önemli değildir. Kar ekonomisi, üretim fazlalılığının ve sermaye fazlalığı ile işgücü fazlalığını sistematikmen yok eden krizler üretir. Üretkenlik sermayenin kontrolünde değildir. Sermaye arz nedeniyle işsizlerin gizli müttefiki değildir. Tam tersine, sermaye işsizlik yardımının kısaltılmasını daha fazla kar yapmak için gerekli görmektedir.
Bu nedenle "Agenda"daha yürürlüğe girmeden eskidi. Duraklama yok. Sürdürülebilir bir konsolidasyon, sermayenin artan üretkenlikle geniş kitlelerin yaşam standartlarının temelini oyması nedeniyle olanaklı. Bu da sosyal sigortalar ve devlet bütçesini daha derin krizlere düşürüyor. Bugüne kadar Federal Hükümetin ve sermayenin doktorlarının, sosyal giderlerin ve ücretlerin düşürülmesi yönünde uyguladıkları terapiler boşa çıktı. Zaten terapilerin tek amacı karların yükseltmek ve kar marjlarının düşmesini engellemekti. Ve işte amaç olarak kar artırımı hedefi, işsizliğin gerçek nedenidir. Tandansiyel olarak bütün kar artırım araçları işsizliği artırmaktadırlar. Uygulanan siyaset yanlış değil, tam aksine sermayenin çıkarlarına uyan, yani sermaye için doğru siyasettir. Ve ücret indirimleri işsizliğin bir sonucudur, işsizlikle mücadeleni bir aracı değil.
Güncel zorunluluklar
Schröder 1 Mayıs'ta "Eskiden beri sürmekte olanların elde tutulmasına inananlar, zorunlulukları kavrayamamaktadırlar" demişti. Çok doğru: bu toplumun sorunlarının sadece sermayenin ve zenginlerin özel çıkarlarına hizmet etmekle çözüleceğini savunmak, eskiden beri sürmekte olanların doğru olduğuna inanmak demektir. Buna yönelik umutlar da gerçekten uzak hayallerdir. Gerçekte ise bizim radikal reformlara ihtiyacımız bulunmaktadır:
- Sosyal sigortalar sistem, Allianz gibi sigorta şirketlerinin yararına değil, onlara karşı bütünüyle yeniden yapılanmalıdır.
- Vergi reformu geri alınmalıdır. O zaman, sermaye tarafından işsizliğe itilen bağımlı çalışanları desteklemek, sosyal sigortalardaki açıkları kapatmak veya gerekli kamu yatırımlarını yapmak için gereken para devlet kasalarında olacaktır. İşsizler, çok küçük bir azınlığın zenginliklerinin artması için sağılmamalı, tam tersine insanları işsiz bırakarak zenginliklerine zenginlikler katanlar, işsizliğin giderlerini karşılamalıdırlar. Evet, alışıla gelmiş bazı varlıklaradokunmak gerekiyor. Özellikle, her tarafta tam günlük okulların olması, çocuk bahçelerinin ücretsiz olması ve yeterli derecede ucuz konut bulunmasına katkıda bulunmayıp, mali piyasalarda milyarlarla kumar oynayanların varlıklarına dokunmak gereklidir.
- Bütün zenginliklerin oluşmasını sağlayanlar, insanca yaşayabilmelidirler. Bu nedenle asgari ücret sosyal yardımın üstünde olmalıdır; kirayı dahi karşılayamayacak düşüklükte değil. Bu salt ekonomik nedenlerden veya satın alma gücünü artırmak için değil, sermayenin ücretleri sürekli olarak fakirlik sınırının altına itme tandansına karşı koymak için gereklidir.
- Üretkenlik, işçilere çalışam süresinin kısaltılması şeklinde geri gelmelidir. Sonyıllardaki üretkenlik artışı, haftalık çalışma süresinin 30 saate inmesini olanaklı kılmaktadır. Bu şekilde işsizlik önemli derecede azaltılabilir.
Gelişmelere direnebilmek için, federal düzeyde yüzbinlerin katılacağı mitinglere ihtiyacımız var, bir kaç kalküle edilebilir ucuz protestolara değil. DGB yönetim kurulu, aynı partililerin oluşturduğu hükümet ile dayanışmada bulunarak ve sermayeye sosyal ortaklık ilkesi çerçevesinde bağlanarak, işsizleri ve tüm işçileri sırtından bıçaklamaktadır. Sahiden, DGB'nin rekabet yetisi var mı ki?
Sermaye ve temsilcileri başka türlü düşünemez ve siyasetlerini değiştirmezler. Onlar sadece sermaye akümülasyonuna yarayan reformlar önerebilir. Onları sadece işçilerin ve işsizlerin enerjik mobilizasyonu engelleyebilir. İşçiler ve işsizler, kendi çıkarlarını ne denl kendi ellerine alabilir, sorumluluklarının bilincine ne denli erebilirlerse, sermayeye karşı da o denli direnebilirler. Sistemin mantığına dayanan herkes, sonuçta kendi kendine karşı da mücadele verir. Eğer işsizlerin günah keçisi haline getirilmelerini bitirmek istiyorsa bir kişi, o zaman bu ekonomi sisteminin ve sermaye akümülasyonunun, suçu mağdurların üzerine atarak nasıl sorun yarattığını sorgulamalıdır. Ancak o zaman ofansif savunma olanaklıdır. Diğer taraftan bir soru daha ortaya çıkmaktadır: artan üretkenliğin, artan teknolojik gelişmenin geniş kitlelerin yaşam standartlarını ve gelecek güvencesini azalttığı bir sistem ne işe yarar?
(28 Mayıs 2003 tarihinde Aschaffenburg kentinde sunulan bir tebliğ)