Yere düşen bedenin kadar delik ayakkabıların takıldı her TV izleyicisinin gözüne. Seni tanımayan, yüzünü bile görmeyen milyonlara, en yalın ve sade halinle seni tanıtan “kimliğin” oldu delik ayakkabıların. Herkes kendine ait olan bir parça gördü saatlerce yerde yatan kanlı cansız bedeninde ve delik ayakkabılarında. Yaşamında tanımayan, düşüncelerini ve kimliğini bilmeyen milyonlara seni bundan daha iyi tanıtan başka ne olabilirdi ki? Onlara açıkça “Ben de sizlerden biriyim ey dostlar, ey insanlar! Kurtulamadığım yoksulluğumla, cansız yere yıkılan bedenimle, sizlerden kopamayan düşlerimle, ayrılamayan yüreğimle sizlerden biriyim. Şu an arkadan kalleşçe kurşunlanmış olmasaydım aranızda, yanınızda olacaktım; ya bir ekmek kuyruğunda ya gazete alırken ya da otobüs beklerken. Ürkütmeden, dokunup bir çift söz söyleseydiniz, kendinizden biri olduğumu görecektiniz. Yani bir Kürt, bir Rum, bir Türk ya da adını bile duymadığınız Yezidi, Keldani, Asuri olacaktım. Yani sizden biri, yani öteki olmayan biri olduğumu görecek ve bir çift zeytin karası gözlerimin altında eksik olmayan gülüşümü görecektiniz. Memleketimi sorsaydınız, sizler kadar Malatyalı, sizler kadar Anadolulu, sizler kadar bu toprakların çocuğu olduğumu görecektiniz. Adımı sorup kim olduğumu öğrenmek isteseydiniz ya da izleme fırsatı bulup farklı milliyetlerden halkın kardeş sofrasındaki konuşmalarımdan birini dinlemiş olsaydınız ya da yazdığım makalelerden birini okumaya fırsat bulsaydınız anlayacaktınız ki kirletilmiş dilinizle, yani ırkçı Kemalist ideolojinin argümanlarıyla “bir öteki” yani ayakkabıları delik bir Ermeni olduğumu görecektiniz. Yani Hrant, yani bir gazeteci, bir aydın, bir yazar olduğumu anlayacaktınız”
Dünyanın dört bir köşesindeki “ötekiler” gibi yaşadık, yani suskun, içine kapanmış, susturulup, sindirilmiş, dili dağlanmış, kimliği küllendirilip gömülmek istenmiş, tarihi unutturulmaya çalışılmış bir halk gibi yaşadık. İsmini dahi özgürce söyleme cesaretinden yoksun, yaşam türküsünü haykırmaktan korkan bir Ermeni, yani bir öteki, yani bir fılle( Kürtçe gayri-müslim, gavur), yani bir gavur gibi suskun ve sessiz yaşadık. Çifte baskı altında korkutulup boyun eğdirilmiş, kolu kanadı kırılmış, uçma cesaretini bile kaybetmiş bir güvercin tedirginliğinde, ürkek bir ceylan gibi her an avlanma korkusu içinde yaşadık, yani bir Ermeni gibi. Yani HRANT, yani ARMEN, yani NUBAR, yani MANUEL yani HAYRABET gibi. İsmimizden başka her şeyimizle sizlerden biri yani RENÇBER, yani AGİT, yani ÇİYA, ROJ HELAT yani HALİL, yani MEHMET yani ÜNAL yani ORAL idik.
Anadolu topraklarının yerli halklarından ve en eski uygarlıkların beşik sallayanlarından bir halkın çocuklarıydık. Katliamlar, kıyımlar görmüş, sürgünler yaşamış bir halkın çocuklarıydık. Anadolu’nun her bir karış toprağında asırlar boyu akan gül çeşmeler yaptık, özlemleri gideren köprüler kurduk, taştan hanlar, oymalı kervansaraylar diktik, sayısız okullar, üzüm ve nar motifli kiliseler yaptık, usta ellerle işledik bakırı, demiri, nazlı nazlı ördük pamuğu, kilimi. Anadolu’nun her bir karış toprağında yetişen dağ çiçeklerinin adını yazdık tarihimize ve Spartak adını koyduk içimizdeki en gözüpek yiğitlere. Zanaatı usta tadında işlerken, iyilikten, güzellikten başka zararımız olmadı hiçbir kavime. Dost elimizi uzattık topraklarımızı vatan bellemek isteyen halklara. Misafirperverliğimiz hiç eksik olmadı kirve kucaklaşmalarında. Her zaman çalışkan ve yaratıcı bir halk olduk, kardeş halkların yazılı tarih sayfalarında. Kıyımlara uğrayıp sürgünlere yollanırken hüzün dolu oldu mağrur şarkılarımız. İlk tiyatroyu, ilk operayı sahneye koyan, ilk direniş manifestosunu ANADOLU topraklarında kendi diline çeviren biz olsak da cellat nişangahlarında ilk parçalanan bizim bedenlerimiz oldu, bir hayvan gibi nallanırken ayaklarımız, sürgüne yollanırken suçsuz ana ve bacılarımız, yine suçlu biz olduk faşist Kemalistlerin ırkçı tarih kitaplarında.
Sonra kendimizi savunmaktan başka hiçbir yolu kalmayanların silahlı birliklerini oluşturdu atalarımız. Tıpkı özgürlüğü seven bütün halklar gibi baskı ve zulme karşı savaşıp direnen partizan grupları kurdular, sonra adına fedai dediler, gönüllü direniş gruplarının. Ve en gözü peklerin adlarını verdiler fedai gruplarına. Oldu her bir grubun adı SEROP AĞPÜR, KEVORK ÇAVUŞ, ANTRANİK PAŞA.Ve böyle başladı ilk direniş grupları Van’da, Muş’da, Sason’da, Bitlis’de, Bingöl’de. Acı bir yenilgi ve vahşi bir katliamla sonuçlansa da direniş selam oldu Kafkasların en yiğit proleter önderlerinden ISTEPAN ŞAHUMYAN‘a. Ve asla affedilmedi adına tehcir denilen kıyım. Zorbaların yaptıklarına yeni bir ad konuldu, soykırımın diğer adı oldu ”JENOSİD”. Sonra kaderimize Diaspora yazıldı. Kaybolan halkımızın ardından geride kalan her bir kılıç artığı Ermeni’nin diğer bir adı oldu sürgün. Anadolu topraklarında silinen tarihimizle birlikte sürgün kapıları oldu her bir yaşam mekanımız. Adını bile duymadığımız el kapılarına yazıldı kıyım anılarımız.
Yaratılan ve sahip olunan zenginliklerin el değiştirme ihtiyacı ve istemi, adına kapitalizm denilen dünyanın vahşi yasaları ve kuralları yazılmaya başlandı topraklarımıza ve tarihimize.
Sevgili kardeşim, okul arkadaşım Hrant
TV kanallarında yaşamına ilişkin eline tutuşturulmuş, kısa biyografini sunarken gözleri makyaj fırçasıyla bilinmez renge bürünen kadın spiker, neden senin bir Ermeni yetimhanesinde iki kardeşinle birlikte büyümek zorunda kaldığını düşünmeden konuştu. Boyalı dudak uçlarından akan alışılmış birkaç rutin söz idi sadece senin için söylenen. Ya da henüz kendisini bile tanımaktan aciz, arkadan kurşun sıkacak kadar zavallı bir yaratığın, senin katilin olduğunu söylerken, kurşun sıktığı insanın kendisi gibi yoksul bir aile çocuğu olduğunu düşünmekten bile uzak bir hali vardı, on yedilik faşist yetmenin.Yaşamında gülen yüzünü bile görmeden dost sesini bile duymadan sana ancak faşistler kurşun sıkar Hrant! Başka hiçbir canlı sana kurşun sıkmaya kıyamazdı Hrant!
Zulüm, yoksulluk düşünce alın yazımıza, yetimhaneler olur sığınak yerlerimiz. Kılıç artığı kaç Anadolu Ermenisi çocuğunun sığınak yeri olmuştur Halep, İstanbul, Damaskos yetimhaneleri. Seni, beni ve bizleri insan kılan, ilerici ve devrimci kılan en güçlü neden de bu değil midir? Bizleri, insan oğlunun derin ve onurlu duygularıyla büyüten en direngen karşı koyuşla bilinçlendiren, bileyen nedenler bunlar değil midir? Yani kıyım, yani tırnak uçlarına, saç tellerine kadar hissedilen en derin en yaralayıcı en onur kırıcı zulüm. Ve delik ayakkabılı yokluk, bitmek bilmeyen yoksulluk, karlı günlerin ceketsiz çocukluk günleri. Bizlerle aynı benzer acıyı yaşamış bu katliam ve yoksulluk acısı değil mi 1915’in Adıyaman doğumlu Misak Manuşyan’ını 1943 Paris direniş sokaklarında ölümsüz kılan, onu ünlü direnişçi yapan, direnişin en ön cephesinde faşist işgale karşı kurşun sıktıran.Yine bu yoksulluk ve kıyım acısı değil mi ARMENAK’ı Dersim ve Karakoçan kırlarında gerilla yapan. Bu acı ve kıyım değil mi Nubar’ı Hollanda’nın yoksul göçmen evlerinin direnişçi evladı yapan ve yine bu güçlü toplumsal ve sınıfsal nedenler değil mi her birimizi Kaypakkaya sevdalısı, özgürlük tutkunu yapan? Bizleri yoksulluğun ve kıyımın reddi üzerinde öfke seline, direniş dağına dönüştüren, bilincimize kazılan proletaryanın kurtuluş manifestosu değil midir?. Bu manifestoda sömürü ve zulüm, kıyım ve sürgün yok. Bu manifestoda ırkçılığa, soykırıma yer yok. Ve biz bundandır ki herkesten fazla sarıldık bu manifestoya ve saygı duyduk onun ölümsüz amacına, her şeyimizle yasa ve kurallarına uymaya çalıştık. Gönül verdik ilkelerine baş koyduk programına, özeleştirimiz oldu kavgamız, eleştirimiz oldu yanlışlıklarımız.
Kardeşlik duygularımızdı yetimhane ve okul sıralarından bugüne daimi olan. Çocukluk anılarımız oldu kompozisyon sayfasının her bir satırına sinmiş yoksulluk, endişe, her an ensemizdeki zulüm. Okul bahçesindeki toprakla buluşan salkım söğüt dalları oldu yüreğimizdeki dinmeyen acılar. Hep öyle mağrur ve ağlamaklı. Patlamış lastik topu içine sıkıştırılıp oynanmaya çalışılan kağıt parçalarında kaldı, özgürlük düşümüz ve bizlere ait olan tertemiz çocukluk duygularımız.
Bizleri birbirine kardeş tadında yakınlaştıran ve duygularımızı insancıl kılan atalarımızdan bize dek taşınan kıyım acılarıydı, onların yoksulluk dolu hüznüydü yüreğimizin çarpıntısını güçlendiren. Malatya’nın, Diyarbekir’in, Bitlis’in, Siirt’in, Sason’un, Adıyaman’ın, Hatay’ın, Sivas’ın, Gemerek’in, Zara’nın, Hafik’in, Yıldızeli’nin, Gümüşhacıköy’ün, Amasya ve Sinop’un kılıç artığı geriye kalanların çocuklarıydık. Ve ancak en iyi bizler anlayabilirdik kıyımdan arta kalan kırılmış çocuk dünyamızın her bir karesinde ve her bir satırında yazılı olan insan sevgisini. Ve yine her an patlamaya hazır öfke dolu duyguları.
Bundandır ki göz yaşlarımız kalabalıktan önce karışır birbirine. Gözlerimiz kan çanağında kardeş olur. Öfke ve duygu seli olur, akan giden Fırat olur, Dicle olur, coşan Araks olur. Kimseler duymadan duyulur ölüm haberlerimiz. Önce usul usul dökülür duygularımız sonra yazılmış “kader” olur.
Peki neden faşist çeteler hep çocuk yaştaki gedelere tetik çektirirler? Neden faşist tetikçiler hep on sekizin altında çocuk olur ? Katledilenler hep aydın büyüklüğünde olur? Bu kadar cesaretsiz ve yüreksiz mi bu çeteler? Hani en korkusuz kahramanlardı bunlar? Hani o yılan bakışlı akrep duruşlu Polat Alemdar kılıklı faşist bozmalar “En mert, en yiğitleri idi”? Onların yiğitliği savunmasız insanların arkalarından sıkılan kalleş kurşun kadardır. Onların yiğitliği kafaları Amerikan çuvallarında öne düşecek kadardır. Onların yiğitliği yedi altmış beş milimetrelik bir silahın mermisi kadar kemdir.
Gözlerine bakamayacak kadar korkak, gülüşüne tahammül edemeyecek kadar alçak bir faşistin kurşununa karşı koyarken bedenini, bu ülkede güvercinlere dokunmazlar diyecek, kadar naif duygular besledin. Oysa bu ülkede atlar gibi güvercinleri de vurabileceklerini aklına getirmek istemedin HRANT! Oysa sen bunu en iyi bilenlerden ve bilmesi gerekenlerdendin. Unuttun mu Armen’in, Nubar’ın, Hayrabet’in kurşunlanan bedenlerini. Unuttun mu MANUEL’in çarmıha gerilip işkencede katledilen ince bedenini. Sivas’ta katledilen otuz üç aydının kömür olan cesedini ya da kimyasal silahla katledilen özgürlük sevdalısı Kürt emekçilerinin gerilla bedenlerini.
Düşmanı oldun ırkçılığın, baskının ve zulmün, lanetledin her defasında halklara kardeş olmayan yaklaşımları ve duruşları. Ancak unuttun bütün bunları yaratanların, adına devlet denilen şiddet örgütlenmesi olduğunu. Oysa bilirsin ki insanlığa, halklara, özgürlüklere en büyük kötülükleri yapan adına devlet ve ordu denilen zorba örgütlenmelerdir. Bütün kötülüklerin anası, yaratıcısı olmadan ne ırkçılık, ne zulüm ne de ayrımcılık olmaz. Ve bu örgütlü, gerici şiddete karşı olmadan hiçbir şey yerli yerine oturmaz. Ama yine de sana kızamadım. Bazen ayrı düşsek de düşüncelerde, her zaman cesur durdun, yiğitçe çıktın ırkçılığın, ayrımcılığın karşısına. Bir Ermeni kimliği ile aykırı konuşma cesareti göstermenin ne demek olduğunu yaşamları boyunca susmayanlar iyi bilir. Ve iyi bilirler Ermeni bir devrimci olarak işkencehanelerde mevsimler boyu süren en ağır, en barbar işkencelere maruz kalmanın ne demek olduğunu. Hangi boyutta ve ağırlıkta bir bedel ödemek gerektiğini çok iyi bilirler. Mevsimler boyu, sanki sabahı olmayan günler gibi, işkencecilerin duyduğu iğrenç zevkin ağırlığı altında Filistin askısında günlerce asılı kalmanın acısını, iyi bilirim. Kurşunlanan ölü bedenlere, onuru için ölüme yatmış tutsak bedenlere saygılarının bile olmadığını bedenimdeki her isimsiz acının tanığı olarak çok iyi bilirim Hrant! Nasıl bilmezden geldin sen bunları HRANT!
Ermeni olmanın bir hakaret, küfür kabul edildiği ve aşağılamanın öteki adı olarak anıldığı bir ülkede bir Ermeni olarak konuştun, cesur ve inanarak konuştun ve dik durdun. Hep içten ve samimi kaldın. Her türlü küfür, hakaret ve aşağılamanın karşısında dürüst bir “öteki” gibi durdun. Bundandır ki karşıtlarının bile sempatisini kazanmayı başardın. Her konuşmanda aşağılanmanın şifrelerini bozdun. Duruşun ve yaklaşımınla halklar arasındaki kardeşlik ve dostluk duygularının yaşayan canlı bir rengi oldun. Devlet merkezli faşist tehditlere ve ölüm uyarılarına boyun eğmedin. Bir güvercin ürkekliliğine, kapalı bir yaşama mahkum edilmiş halkın bir evladı olarak konuştun. Yani bir Ermeni, yani HRANT gibi konuştun. Kaç bin ölüm tehdidi aldın bilemem ama başından ve sırtından aldığın üç kurşun yarasıyla kanlar içinde yere serili cansız bedenini bütün ülke halkı saatlerce izledi. Tehditlerin kanıtı bundan daha gerçek olabilir mi? Bundan daha somut kanıt olabilir mi soykırımın, kıyımın gerçekliği?
Hangi dilde konuşur bu ülkenin kadın başbakanı, hangi faşist şifre ile konuşur bu ülkenin kadın iç işleri bakanı? Bütün ülke tanık değil mi söylenen her sözün aşağılayan harflerine ve salyalı tehditlerine? Tarih boyunca en büyük düşman olarak gösterilen bir halkın evladı olmanın zorluğunu her gün, her dakika bir güvercin tedirginliğinde dolu dolu yaşadın. Yaratılan yüzyıllık gerici ön yargılara karşı koyma cüretini gösterdin. Bütün halklar gibi Ermeni halkı da seninle gurur duydu. Bazen onların suskunluğa gömülü rahatlığını kaçırsan da onlar yine de seninle sesiz bir gururun sevincini paylaştı. Adı konmamış sessiz direnişin yandaşı oldular. Ve onlar seninle HRANT oldular, ARMEN oldular. Ve bütün sindirilmiş güvercin renginde Ermeni halkı senin kardeşin ve arkadaşın oldu. Adını bilmediğin Türk, Kürt, Rum ve Yezidi, Keldani, Süryani ve diğer halklar senin dostun oldu, yüreği oldun onların. Seni senden ve herkesten çok sahiplenen adına halk denilen donmuş dağ deryası oldu. Karanfiller ve kırmızı güller içinde uğurladılar seni HRANT! Beyaz güvercin renginde özgürleştin kalplerinde. Uçurumdan kendini özgürlüğün kollarına atan sarı bir gelin gibi hüzün içinde uğurlandın. Toplumun her kesiminden ve emekçilerin her kolundan inançların her renginden insanlar tarafından sahiplendin. İstanbul oldu olalı böyle sahiplenmedi bir Ermeni evladını. Ve herkes gibi gururlandım. Senin adına daha çok gururlandım. Onur duydum adına Kürt, Türk, Rum denilen halkımızdan. Ve bu mağrur ve yürekli halk için gerekirse yüz bin defa ölünür Hrant! Yüz bin defa! Zaten kavgamız ve çektiğimiz acılar, arkadan kalleşçe kurşunlanmalar, gördüğümüz en vahşi, en barbar işkenceler bunun için değil mi HRANT! ONLAR İÇİN DEĞİL Mİ?
Ve ey halk! Bu mağrur ve yürekli kardeşinize sahip çıktığınız için yüz binlerce defadan daha fazla onuru, sevgiyi saygıyı hak ettiniz diye bağırmak, haykırmak geldi içimden. Bizler olmazsak da yüz binlerle ifade edilen yürekli kalabalık içinde, yüreğimiz ve öfkemiz en önde oldu, en önde yürüdü bedenimiz. En öfkeli slogan oldu tepkimiz, susturulmak istenen kalabalığın orta yerinde patlamaya hazır duran yüreğimiz oldu. Bazen kırmızı bir karanfil, bazen taşınan bir döviz, bazen faşizme karşı patlamaya hazır öfke oldu sloganlarımız. Ve yüz binlerin içinde bir kez daha haykırdım bugün ben Ermeni, Yarın Kürt, ertesi gün Türk daha sonra RUM olacağım. Çarmıha gerili de olsam özgür bir insan olacağım. Bitmeyen sayısız halk olacağım.
Kalabalığın arasında tedirginliği yıkmış, ürkekliği gömmüş, özgürlüğe doğru uçmaya hazır beyaz bir güvercin olacağım. Ve sessizlik dolu gözyaşım bir kez daha karışacak benim için döktüğün sayısız gözyaşlarına HRANT!
Hatırlar mısın HRANT? ARMENAK’ın vurulduğunu duyduğumuz Mayısın 13. takvim yaprağında sessiz ve sesli gözyaşımız karıştı adına yetimhane, okul denilen arkadaşların ortasına. Ve sonra uzun işkenceli zindan yıllarından sağ çıktığımda ilk gördüğünde beni, en çok sevinenlerden biri olmuştun. Öldüğüme dair çıkan haberin yıktığı ilk insanlardan biri olmuştun. Bilirim senin insan yüreğini, lekesiz kardeşlik duygularını, sahiplenen güçlü şefkatini. Ve yine biliyorum ki bir gün başıma senin başına gelen bela gibi bir bela gelse en başta tertemiz kardeşlik dolu yüreğin siper olur bana. Yanı başımda cansız bedenime sahip çıkacak ilk insan yüreklerinden biri yine sen olurdun Hrant! Çünkü biz adına kıyım, soykırım, sürgün denilen acı dolu bir halkın çocuklarıyız. Yaşamı sürgün olmuş, bedeni kılıç görmüş, yüreği ARARAT kadar acılı, dili Araks kadar asi, gözleri gökyüzü kadar dolu olan bir halkın evladıyız. Biz bitmeyen SEVAN, VAN, heybetli ARARAT yani biz çileli halk! HRANT! Halklara dostlara ve yoldaşlara karşı en yalın en temiz kardeşlik duyguları besleyen, onlar için defalarca çarmıha gerilen, kurşunlanıp toprak olan asi çocuklarız. Uslanmaz başımızın susturulamayan dilimizin kurbanı olmaya her zaman hazır, adı bedel olan ideallerimizin korkusuz yüreği olmaya devam edeceğiz. Ve biz yine haykıracağız özgürlüğü ve biz yine lanetleyeceğiz soykırımı, katliamları, kıyımları, yine en öfkeli duygularımızla haykıracağız ırkçılığın, ayrımcılığın, işkencenin bir insanlık suçu olduğunu. Sevgili kardeşim (im sireli yeğpayrıs) yine bildiğin ve bildiğimiz yolda daha öfkeli, daha bilinçli ve biraz da sevdiklerimizi kaybetmenin acılı yüreğiyle DİMDİK yürümeye devam edeceğiz. Bir kez daha lanetleyeceğiz devletin yetkili ve etkili ağızlarından çıkan iki yüzlü sözleri. Sağlığında seni faşist anayasanın 301. maddesiyle yargılayıp, lanetlemek isteyenlerin ölümünden sonra arkandan dökmeye çalıştıkları sahte gözyaşlarını bir kez daha lanetleyeceğiz. Ve seni gerçekten sahiplenip bağırlarına basan, omuzlarında saatlerce yürütenlerin, en zor günde sana sahip çıkıp yanında olanların bu ülkenin aydınlık dolu yüzleri, insanlık dolu yürekleri oldu. Yani aydınlar, sanatçılar, yazarlar, öğrenciler, demokratlar, ilericiler ve devrimciler oldu. Türk, Kürt, diğer milliyetlerden halk oldu. Ve bir kez daha görüldü ki eğer halkın arasına ırkçı bölücü nifak tohumları ekilmezse hiçbir düşmanlık duygusu yeşermeyecektir. Ve bir kez daha görüldü seni gerçek sevenlerin sadece halk olduğu.
Sonu gelmez yalanlarla iki yüzlü inkar politikalarıyla “Soykırımın” olmadığı yalanlarına en güzel yanıtı emekçi halkın seni sahiplenerek vermesi oldu. Bu halk uzun yılların en kitlesel ve kalabalık katılımıyla sana sahip çıkarak, bu iki yüzlü yalana asla inanmadığını, bir kez daha ortaya koydu. Ve biz yine herkesten fazla gurur duyduk bu halkın vefalı ve kadir kıymet bilen dost ve kardeş haline. Suskun iken mağrur, öfkeli iken hırçın olan halkın saatler boyu senin için yürürken demokrasi ve barışa doğru ne kadar özgürlüğe bağlı ve emeğe saygılı olduklarını bir kez daha gösterdiler. Ya cenazene katılamayanların duygularını bir bilseydin? Ya da cenazene katılmak için her şeyini vermek isteyen sevdiklerinin ne kadar çok olduklarını bilebilseydin, anlayacaktın o zaman çektiğin acıların boşa çekilmiş olmadığını ve halkların kardeşliği için yaptıklarının boşa gitmediğini.
O gün İstanbul bir insan seli gibi aktı ve hüzün dolu gözleriyle süzüldü caddelerden sokaklara doğru. İstanbul sokaklarını ve caddelerini dolduranlar ayakkabıları delik ama yürekleri sağlam on binler oldu. Seni uğurlayanlarla bizler kadar sen de gurur duymalısın HRANT! Taşıdığın özgürlük ve barış dolu düşünce ve duygularınla övünmeye devam etmelisin arkandan ince uzun bedenine sıkılan kalleş kurşunlar pahasına asla vazgeçmemelisin beslediğin duygulardan. Çeşitli milliyet ve inançtan halkımıza güvenmeye ve onların adalet ve emek duygularına inanmalısın. Seni unutmadı İSTANBUL, seni unutmadı TRABZON, VAN, DİYARBAKIR ve Ani’mizi saklayan KARS Hrant ! seni yalnız bırakmadı ülkemizin yiğit ve mağrur evlatları. Sana kurşun sıkan faşistlere en anlamlı ve etkili yanıtı onlar verdi ve en öfke dolu sözlerle onların kiralık tetikçilerini lanetleyen yine onlar oldu. Güzel günlerimizin ve varılması gereken yerin fotoğrafı oldu yürüyen onbinler. Ve bu fotoğrafta emek, sevgi, saygı vardı. Kardeşlik ve dostluk duygusu, dayanışma bilinci güçlü sahiplenme isteği vardı. Egemenlerin sömürü kirinden ve zulüm lekelerinden başka her şey vardı. Yani halka ve farklı inançlara ait özgürlük ve güzellik, hoş görü ve farklılıkları kabullenme bilinci vardı. Sen vardın senin gibi ölümsüzlüğe uğurlanan isimsiz, anıtsız, ve mezarsız yoldaşlarımız ve dostlarımız vardı. Analarımız şehit ve tutsak yakını kız/erkek kardeşlerimiz vardı.
Zor ancak bir o kadar anlamlı bir kapıyı yere yıkılan ince uzun bedeninle açtın. Şimdiye dek sömürünün kiriyle kirlenmiş, baskıyla lekelenmiş olanların yarattığı önyargıları parçaladı yere düşen cansız bedenin. Ve sen açtığın bu yolda halklar arasındaki kardeşlik duygularının güçlenmesine uzanan en diri ve en canlı köprü oldun. Ve o köprüden Ermeni, Kürt, Türk, Alevi, Sünni emekçi kardeşlerin geçecek. Geçerken birbirlerine karşı en küçük bir düşmanlık düşüncesi taşımadan, birbirlerine karşı en küçük bir kin ve öfke duymadan geçecekler. Kardeş gibi el ele, dost gibi göz göze bakarak, mendil sallayarak geçecekler. Türkülerle şiirlerle, halaylarla geçecekler. Ve bakacaklar aydınlık dolu emek dünyasının uzanan sonsuzluk dolu zorlu yoluna. Emek ve özgürlük dünyasında yürünen bu yolda sömürü ve baskı olmayacak Hrant ! Emek ve alınteri üzerinde yürünen ve yükselen yolda sadece emekçiler olacaktır ve onlar kin ve öfkeden uzak, önyargılardan yıkanmış olarak yürüyecekler. Senin emek dolu canın, çektiğin sayısız acıların, uzanan bu köprünün yıkılmaz temel taşı olacaktır. Ve o köprüden geçen sevgililer seni ve senin gibi aydınlık dolu yüzlere bakıp, adını anarak, emeğe saygı dolu düşüncelerini ve kardeşlik duygularını büyüteceklerdir. Çünkü yürünen o zorlu yolda en büyük değerin emek olduğunu senin ve senin gibi aydınlık yüzlerin mazlum ve mağrur fotoğraflarına bakarak, bunun ne demek olduğunu daha iyi anlayacaklardır. Ne ırkçılık ne ayrımcılık ne de kirlenmiş egemen ulus milliyetçiliği ve lekelenmiş şövenizm olmayacaktır.
Armenak (Orhan) BAKIR için yazdığın bir sözü hatırlarken hep senin o gülen gözlerini, içten ve samimi duruşunu anımsıyorum. Onun için şunları yazmıştın: “O, TERTEMİZ BEMBEYAZ BİR SAYFAYA HALKLARIN KARDEŞLİĞİNİ YAZDI” Sevgili HRANT, Armenak için yazdıklarını bugün ben de senin için rahatlıkla yazabiliyorum çünkü sen buna layıksın. Özgürlük ve demokrasi yolunda halkların kardeşliği uğruna zorlu ve açılması güç bir kapıyı açtın. Bu kapıdan girilerek zorlu köprülerden geçilecek ve sayısız beden bu köprünün yapı taşı olmak için bedel ödemeye devam edecek ve o muazzam gün geldiğinde sen bu köprünün en mağrur yerinde insanlığa içten gülümseyen güzel yüzlü Hrant olarak yerini alacaksın. Ve biz okul/mücadele arkadaşların olarak güvercin ürkekliğindeki bakışların arasında selamlayıp seni, öpmek için gözlerinden, sarılacağız sana.