Çarşamba günü BM Güvenlik Konseyi, Moskova ve Pekin’in dayatmasıyla İran Nükleer Programı konusunda üç haftadır süren tartışmaları noktalayarak, tehdit olarak algılanabilecek tek bir kelime kullanmadan bir açıklama yaptı. Her ne kadar ABD’nin BM büyükelçisi Bolton, yapılan açıklamayı “ultimatom” olarak nitelendirse de, Konsey İran politikasında “deeskalasyon” çizgisine yaklaşmış gözüküyor.
Güvenlik Konseyi, İran’a 30 gün süre tanıyarak, topu BM Atom Ajansı IAEO’nun şefi Muhammed El Baradai’a attı. El Baradai süre sonunda hem Güvenlik Konseyi’ne hem de Viyana Valiler Şura’sına, İran’ın uran zenginleştirme işlemlerini bitirip bitirmediğini rapor edecek. Bu açıdan açıklama Genel Sekreter Annan’ın istediği gibi, IAEO’nun kilit noktaya çekilmesini sağladı. Soru şimdi sürenin bitiminden sonra hangi stratejinin ağırlık kazanacağında yoğunlaşıyor.
Tahminde bulunmadan önce şunun altı çizilmeli: İran, daha Irak savaşı öncesinde Orta Doğu’dan Çin sınırına kadar olan bölgede emperyalizmin jeostratejik hedefi haline gelmişti. Ayrıca İran’ın kütlesel petrol rezervleri, bu ülkeyi ele geçirme ihtiraslarını açıklamaya yetiyor. Madalyonun asılı olduğu boyun bu.
Madalyonun bir yüzünde Bush ve şahinleri var. Bush en son Güney Asya gezisinde “İran’ın elinde olacak bir atom bombası, bölge ve dünya için en büyük istikrarsızlık tehditidir. Buna izin vermeyeceğiz” diyerek, önleyici (!) savaş kararlılığını bir kez daha gösterdi. Merkel’in Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmaya ve şimdiye kadar İran hakkında verdiği demeçlere bakılırsa, Almanya başta olmak üzere, Çekirdek Avrupa’nın İran’a yönelik olan bir saldırı savaşını desteklemeye hazır olduğu ve bunun psikolojik önhazırlığını yaptığı görülebilir. Ancak bu ABD veya kurulacak bir ittifakın yürüteceği savaş olmayabilir de. Burada İsrail devreye girebilir ve İran’ın nükleer santrallerine “önleyici” saldırıda bulunabilir. Avrupa medyasındaki tartışmalar bu olasılığın güçlü olduğunu kanıtlıyor.
Madalyonun diğer yüzüne bakıldığında ise başka bir strateji tartışması dikkat çekiyor. Bunu, savaş yerine, sınırlı bir atom silahı gücüne sahip olacak İran’a set çekme stratejisi olarak nitelendirebiliriz. İlginç olan bu stratejiyi ABD şahinlerinin ciddi bir şık olarak tartışıyor olması. Buradan, Bush’un tüm savaş retoriğine rağmen perde arkasında rasyonel analizlerin yapıldığını, en azından bunlar üzerine düşünüldüğünü çıkartabiliriz. Ki, bu pek yeni bir gelişme değil. Örneğin Carter’in Ulusal Güvenlik Danışmanı Zbigniew Brzezinski, daha bir yıl öncesinde “atom silahına sahip olan ılımlı bir İran’ı, sürekli bu silahları ele geçirmeye çalışan ve gerektiğinde kullanacak olan düşmanca bir İran’a yeğlerim, çünkü böylesi bir İran, atom silahı olan ılımlı İran’dan daha tehlikelidir” demişti.
Brzezinski’nin yaklaşımına, ABD yönetiminin pragmatik kesiminin de katıldığını, 1898 yılından bu yana dünya çapında iktidarlara danışmanlık yapan Britanyalı Janes Defence Review adlı kuruluşun web sayfasında yayınlanan raporlar da doğruluyor. Janes’in savunma politikaları uzmanları, “Ambiguïté” yani ikiz anlam politikası ile silah gücünün hangi büyüklükte olduğunu bilinçli bir şekilde muğlakta bırakan İran’ın, nükleer cephanesinin sınırlı ve teknolojik açıdan geri olacağını belirtiyorlar. Ve ekliyorlar: “İran, aynı İsrail’in onyıllarca yaptığı gibi, silah gücünü dıştan gelecek tehditlere karşı korkutma potansiyeli olarak kullanma kararını verdi.”
Gerek German Marshall Fund’un Berlin’deki şefi Stelzenmüller, gerekse de İsrail asıllı araştırmacı Leon Hadar yaptıkları analizlerde, İran Nükleer Programı ihtilafının, Soğuk Savaş dönemindeki gibi bir dengenin Orta Doğu’da oluşmasıyla sonuçlanacağı tahmininde bulunuyorlar. “Galilee Centre for Strategy and National Security” müdürü İsrailli Reuven Pedatzur ise daha ileri bir öngörüde bulunarak, İran’da hiç bir politikacının, kendi ülkesi açısından da büyük bir felakete yol açacak adım atmayacağını belirtiyor: “Sonuçta Mollalar da cennette değil, dünyadaki iktidarlarını korumak istiyorlar.”
Sonuç itibariyle İran ihtilafının nasıl bir sonuç alacağını şimdiden kestirmek güç. Savaş mı, set çekme stratejisi mi ağırlık kazanacak, önümüzdeki aylarda onu göreceğiz. Ama şimdiden belli olan bir şey var: Hangi strateji gerçekleşirse gerçekleşsin, kazanacak olan tek taraf silah tekelleri olacak. Hem savaş durumunda, hem de sınırlı atom silahına sahip İran ile İsrail arasındaki güç dengesi kavgasında. Silah satanlar ve alanlar olduğu sürece, bu hep böyle olacak.