5 Mart, Yirminci Yüzyıl’ın büyük isimlerinden olan Rosa Lüksemburg’un (1871-1919) 135. doğum günü. Rosa’nın ismini taşıyan Rosa Lüksemburg Vakfı bu günü vesile alarak, uluslar arası bir konferans düzenledi. Konferans “Rosa Lüksemburg ve günümüz solunun tartışmaları” başlığı altında İsveç’ten, Arjantin’e, Arjantin’den Çin’e kadar bir çok ülkeden katılımcı ile birlikte hem Rosa’yı anıyor, hem de solun günümüzdeki can alıcı sorunlarına değiniyor.
Çalışanı olduğum vakfın Rosa’nın ismini alması tesadüf değil. Rosa, Avrupa’daki demokratik sosyalist düşünce ve hareketin önde gelen bir temsilcisiydi. Tüm gücü ile Birinci Dünya Savaşı’nı engellemeye çalışmıştı. O dönemler bir işçi partisi özelliğini taşıyan Almanya Sosyaldemokrat Partisi SPD’nin içerisinde Karl Liebknecht ile birlikte enternasyonalist ve antimilitarist çizginin ateşli bir savunucusuydu. Sonuna kadar ve inançlı bir biçimde kapitalizm karşıtı olmuş ve bu duruşundan devrimci tavrı için gerekli olan gücü alıyordu. Her ne kadar Ekim Devrimi’ni tüm umuduyla desteklemiş olsa da, devrimci bir demokrat olarak hep uyanık kaldı: Öngörülü bir biçimde Bolşevikler’in diktatörce tavrını hep eleştirdi.
Rosa Lüksemburg yaşamı boyunca mağdur ve ayırımcılığa uğratılan azınlıklardan oldu. Bu, bir tarafta doğumundan kaynaklanmaktaydı, çünkü Rosa bir Yahudi’ydi. Din ile hiç bir bağlantısı olmamasına rağmen, hep antisemit saldırıların hedefi oldu. Ama ezilenden, ayırımcılığa uğratılandan yana olma tavrının asıl kaynağı, inandığı değerler, kapitalizm karşıtlığı ve çağının dar yaklaşımlarına olan başkaldırısı oldu.
Rosa devrimci bir solcuydu. Bu tercihi, o dönemler Rus işgali altında olan ülkesi Polonya’da ölüm ile cezalandırılan bir suç olarak görülmekte ve vatandaşlığını aldığı Almanya’da sürekli koğuşturmaya uğramasına neden olmaktaydı. Özgürlük, her zaman (kendinden) başka düşünenin özgürlüğüdür diyen ve “Proleter devrimin, hedefleri için teröre ihtiyacı yoktur. (Devrim) insanoğlunun katledilmesinden nefret eder ve tiksinir” sözleriyle fiziksel şiddete karşı çıkan Rosa Lüksemburg, düşüncelerinden dolayı 15 Ocak 1919 tarihinde üniformalı caniler tarafından katledildi. Katiller, daha sonraki yıllarda Almanya’daki iktidarın Nasyonal Sosyalistler’e devredilmesini açıkca destekleyenlerden başkası değildi.
Rosa Lüksemburg’un yaşamı Alman işçi hareketinin, bu hareketin farklı akımlarının birbirleri arasındaki mücadeleleri ve sonunda bölünmeleri ile koparılamayacak bir biçimde bağlantılıdır. Yaşamı, düşünceleri ve mücadelesiyle dünyanın hemen her yerinde kuşaklara örnek olan Rosa, hatiplikteki ustalığı ve uzlaşmacısız tavrıyla düşüncelerini savunmuştur. Onu tanıyanlar -taraftarı veya karşıtı olsunlar- yazdıkları anılarda, Rosa’nın mücadeleci, devrimci, insani ve tutarlı tavırlarını hep övmektedirler.
Aynı övgü bu haftasonu yapılan uluslar arası konferansta da dile getirilmektedir. Ama asıl önemli olan Rosa’nın övülmesi değil, sosyalizm ve barış, insan ve özgürlük anlayışlarının dünyadaki sol hareketler için hala kabul görmesidir. Rosa’nın yaklaşımları, sol sosyalist hareketlerin, emansipatif hareketlerin gelişimi için kaynak olmakta ve yaşamsal tartışma noktalarına bir temel oluşturabilmektedir. Uluslar arası sol için Rosa’nın insani politika anlayışı, demokrasi ve özgürlüğe olan tutarlı bağlılığı, militarizmi ve savaşı reddi, akümülasyon kuramları ve toplumsal değişimlerin aktörlerine bakışı bunca yıl sonrasında da örnek teşkil edebilmektedir.
Rosa Lüksemburg’un savaşa karşı verdiği amansız mücadelesi ve politik özgürlük ile toplumsal adalet arasındaki bağlantıyı savunan radikalliği, bir çok insan için olduğu gibi, benim için de günümüzde bile çekiciliğinden hiç bir şey kaybetmemiştir. Demokratik sosyalizm anlayışının mücadeleci neferi olan, boyu küçük ama kendisi büyük Rosa’nın anısı önünde saygı ile eğiliyorum.
4 Mart 2006 tarihinde »Yeni Özgür Politika« gazetesinde yayımlanmıştır.