Bolivya Başkanı Evo Morales iktidara gelişinin yüzüncü gününü beklemeden, en önemli seçim vaadini yerine getirdi. İşçi sınıfının bayramı olan 1 Mayıs günü San Alberto’da 28701 nolu kararname ile ülkesinin doğal gaz ve petrol kaynaklarını kamulaştırdığını açıklayarak, şöyle konuştu: »Petrol ve doğal gaz kaynaklarını kamulaştırmaya yeni başladık ve daha yapacağımız çok şeyler var. Yakın bir zamanda sıra madenlere, ormanlara ve diğer ulusal zenginliklere gelecek. Bolivyalılara ülkeyi geri vermek için hazırladığımız diğer kararnameler sırada bekliyor.«
Morales ve partisi Sosyalizme Doğru Hareket, 18 Aralık 2005 seçimlerinde zafer kazanmalarına neden olan seçim vaadini yerine getirerek, Hugo Banzer askeri cuntasının 1971’de başlattığı ve neoliberal kesimlerin temsilcisi olan başkan Gonzalo Sanchez de Lozada’nın 1996larda tüm devlet teşekküllerini elden çıkartarak zirveye ulaştırdığı özelleştirme furyasını noktalamış oluyorlar. Şimdiki hedefleri özelleştirmelerle halkın elinden alınan tüm zenginlikleri yeniden geriye almak.
Morales halkın kendisine yönelik beklentilerinin son derece yüksek olduğunu biliyordu. Bunun ötesinde Hugo Chavez ve “Maximo Lider” Fidel Castro’nun desteğine rağmen- iktidarını uzun ömürlü tutabilmesi için radikal söylemlerin yanısıra, radikal adımlar atması gerektiğini de. Her ne kadar kamulaştırma kararı sürpriz olarak gözükse de, beklenen, hatta içinde bulunduğu koşullar altında zorunlu olan bir karardı. İndigen kökenli Morales cesur bir politika izleyeceğini de göstermiş oldu böylece.
Ulusal çıkarlar doğrultusunda izlenen bu politikalar şüphesiz çeşitli ihtilaflara neden olacaktır. Uluslar arası enerji tekellerinin ve malî piyasaların Morales’in kamulaştırma politikalarına gösterecekleri tepki tahkim mahkemelerinde dava açmaktan, ülke içerisinde huzursuzlukları körükleyip, darbe girişimlerine kadar çeşitli olaylar zincirine neden olabilir. Ancak başta ABD olmak üzere, tüm diğer emperyalist güçlerin bugüne kadar yaygara koparmamış olmaları, şu anda yaptırımları uygulatabilecek güce sahip olmadıklarını da gösteriyor. Bu nedenle ihtilafların şimdilik- bölgesel kalması söz konusu olabilir.
Morales kamulaştırma kararı alınmadan önce Peru ve Kolombiya’yı, ABD ile Serbest Ticaret Antlaşması imzalayarak Latin Amerika halklarına ihanet etmekle suçlamış, bazı hükümetler yeniden sömürgeleşmenin kuklaları haline geliyorlar diyerek, açıktan açığa diyaloğu sertleştirmişti. 1 Mayıs’ta açıklanan kamulaştırma kararından sonra Brezilya Başkanı Lula da Silva yaptığı bir açıklamada, Brezilyalı şirketlerin zarar göreceği kaygısında olduğunu söyleyerek, bir zirve toplantısı yapılmasını istemişti. Arjantin de gelişmeleri değerlendireceğini açıkladı.
Morales, salt ulusal çıkarlara dayalı bir politikanın bölge ülkeleri ile arasında diplomatik sorunlara yol açacağını bile bile kamulaştırma çizgisini izliyor. Çünkü başka şansı da yok. Ülke nüfusunun yüzde altmışı indigen kökenli, yani yerli. Nüfusun neredeyse yüzde sekseni yoksulluk sınırında yaşıyor ve kendisinden içinde bulundukları bu durumu radikal bir şekilde değiştirmesini bekliyor. Kamulaştırma kararının açıklanmasından sonra ülkenin her yerinde insanların sokaklara dökülerek, zafer şenlikleri yapmaları ve Morales’e destek mitingleri düzenlemeleri, halkın çok büyük bir çoğunluğunun Morales’in arkasında olduğunu gösteriyor. Bunun bilincinde olan Morales, 2 Temmuz’da anayasa koyucu meclis seçimlerinden de zaferle çıkacağını hesaplıyor.
Gerçi Bolivya’nın denize ulaşan boru hattı olmaması nedeniyle, ticarette komşu ülkelere bağımlı olması bir sorun, ancak kamulaştırma nedeniyle doğal kaynaklardan gelecek olan gelirin yılda yaklaşık 800 milyon ABD Doları’na çıkması, bu sorunu bir nebze olsa da dengeleyebilecek. Küreselleşen malî piyasalar kapitalizminde bölgesel iktisadi tedbirlerle bir ülkenin ayakta kalabilmesi gerçekten çok zor. İşte Morales bunun üstesinden gelebilirse, Latin Amerika halkları için bir örnek teşkil edebilecek.
Gelişmeler ve kamulaştırma kararnamesi nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin, bence bu kararnamenin dünya halkları için dikkate alınması gereken ve hiçte küçümsenmeyecek bir sonucu olacak: O da, IMF, Dünya Bankası ve WTO gibi neoliberalizmin temsilcilerinin ülke ekonomileri için sundukları reçetelerin alternatifsiz olmadığıdır. Sermaye egemenliğinin olmadığı başka bir dünya olanaklıdır!