Bugünlerde Türkiye başbakanı Erdoğan’ın dış politika ajandası hayli dolu. Kısa bir süre önce ABD başkanı Bush ve Britanya başbakanı Blair ile görüşen Erdoğan, en son Almanya şansölyesi Merkel’i ağırladı. AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Olli Rehn’de geçen Çarşamba’ya kadar üç gün Ankara’daydı. Görüşmelerin iki ana konuda, AB üyeliği ve İran ile olan nükleer ihtilaf, yoğunlaştığını basından öğrenebildik. Ancak özellikle İran ile ilgili olarak görüşmelerde nelerin konuşulduğunun açıklanmaması, kafalarda bazı soru işaretlerine yol açtı.
Aslına bakılırsa bu soru işaretlerinin kısa zamanda ciddî kaygılara dönüşebilecekleri de söylenebilir. Çünkü gelişmeler, önümüzdeki bir kaç ayın çok sıcak geçeceğine işaret ediyor. İlginç olan ise BM Genel Kurul toplantısı öncesine kadar yaygara koparan ABD yönetiminin sessizliğe bürünmesi. Savaş karşıtlığı ile tanınan ABD Kongre üyesi Maurice Hinchey’in bir kaç gün önce söylediklerine bakılırsa, bu sessizlik fırtına öncesinin sessizliği. Demokrat Parti’li Hinchey, 7 Kasım’daki Kongre seçimleri öncesinde İran’a saldırılmasının söz konusu olduğunu söylemiş ve söylediklerine kanıt olarak da, arasında nükleer silah taşıyabilen uçak gemisi »Eisenhower«in de olduğunu büyük bir ABD filosuna harekât emrinin verilmesini göstermişti. ABD deniz kuvvetlerinden alınan bilgilere dayanılarak, filonun üç hafta sonra İran yakınlarında olacağını bildiren bazı gazete haberleri, Hinchey’in iddiasını teyid ediyor.
ABD başkanının beklenenin aksine BM Genel Kurul toplantısında İran’la ilgili olarak ılımlı bir söylemde bulunması, kimi gazeteciler tarafından ABD dış politikasında değişim olarak yorumlanmıştı. Hatta hükümete yakınlığı ile tanınan Washington Post gazetesi »İkinci Bush hükümeti İran’la savaş opsiyonunu terk ederek, sorunu diplomatik kanaldan çözmek istiyor« tespitini yapmıştı. Ancak Pentagon’daki hareketlilik ve Türkiye’nin içinde olduğu yoğun diplomasi trafiği daha farklı sinyaller veriyor.
Uluslararası medyanın yüzeysel olarak geçtiği bir kaç ayrıntı, bu sinyallerin yeni savaş sinyalleri olabileceği kaygısını artırıyor. Örneğin »Time« dergisi muhabiri Michael Duffy bir haberinde ABD mayın gemileri ve mayın arama botlarının mürettebatlarına, İran istikametine hareket etmek için bağlı bulundukları birliklere Ekim başında teslim olma emri verildiğini belirtiyordu. »Eisenhower« uçak gemisinin dahil olduğu filoya harekât emrinin verildiğini bildiren haftalık gazete »The Nation«, ayrıca Afganistan’daki hedeflere hâlen bombardıman uçaklarının kalktığı »Enterprise« uçak gemisinin Ekim ayında bitecek olan görev süresinin uzatılabileceğini belirtiyordu. Gazeteye göre, ABD deniz kuvvetlerinin Kasım ayında göreve gönderilmesini planladığı »Eisenhower«e şimdiden harekât emri verilmesi tuhaf bir karar. Hatırlanacağı gibi ünlü gazeteci Seymour Hersh daha Nisan ayında Pentagon’un olası bir İran savaşı için kontenjan planlaması içerisinde olduğunu ortaya çıkartmıştı. Geçen ay ise, saygın bir magazin olan »The Raw Story« internet dergisi, Hersh’in ortaya çıkardığı birinci planın sonuçlandığını ve Pentagon’un somut operasyon ve operasyon sonrası planlarına geçtiğini ileri sürdü.
Bu ayrıntıları alt alta sıraladığımızda ortaya çıkan tablo gerçekten ürkütücü. Bush diplomatik çözüm hamlesi yaparken, Pentagon somut savaş hazırlığında. Tabii ki bundan hemen falanca tarihte yeni bir savaş çıkacak sonucunu çıkarmak doğru olmaz. Ancak Bush yönetiminin bugüne kadar attığı adımlar, söylemlerine şüpheyle bakmayı gerektiriyor. Hem ne demişler: »Ainesi iştir kişinin, lafa bakılmaz«. Bakalım Kasım ayı neler gösterecek.
Açık olarak görünen bir şey ise Çekirdek Avrupa’nın ihtilafta aktif rol almak istemesidir. Almanya dışişleri bakanı Walter Steinmeier »Die Welt« gazetesi ile yaptığı bir mülakatında bunu şöyle açıklıyor: »Değişen bir şey yok. Hareket noktamız, üç Avrupa devletinin, yani Almanya, Fransa ve Britanya’nın acil bir uluslararası sorunda sorumluluk üstlenmeye hazır olmalarıdır«. İşte Merkel’in Türkiye ziyaretine bu açıdan bakıldığında, farklı olan renkler görülebilecektir.
Peki, tüm bunlardan bizlerin çıkaracağı sonuç ne olmalıdır? Öncelikle savaş karşıtlarının, sol ve demokratik güçlerin şu soruya dürüst yanıt vermeleri gerekir: Tüm antidemokratik uygulamalarına, Kürtlere yönelik baskılarına ve gerici-köktendinci devlet ideolojisine rağmen, bağımsız bir devlet olan İran’a karşı düzenlenecek askerî saldırıya, nükleer silah ve santrallere sahip olan ülkelerin, başka ülkelerin nükleer enerjiden faydalanıp faydalanamayacaklarına karar verme hakkını kendilerinde görmelerine karşı nasıl bir tavır alınmalıdır? Bence bu soruya verilecek yanıtın dürüstlüğü, inandırıcılığımızın kıstası olacaktır.