Geçen Pazartesi günü ajanslar kısa bir haber geçti: Kanarya Adaları’na ulaşmak isteyen Afrikalı mültecilerin teknesi devrilmiş ve 32 kişi boğulmuştu. Artık Batı Avrupa medyasında ölü mültecilerin sayısı 100’ü geçmediği sürece, böylesi kazaların haber değeri olmadığından, kazaya sadece Junge Welt gazetesi değinmişti. Bir de İspanya devlet televizyonunda »Gene denediler« başlığı ile 20 saniyelik bir habere konu olmuştu. İnsan yaşamı günümüzde organ bağışcısı olanların haricinde- pek para etmediğinden, bu kazanın arkasındaki sosyal vaka dikkat bile çekmiyor. Görülebilenin, sadece buzdağının tepesi misali olmasına rağmen.
Önce verilere bir bakalım: İspanya’nın son yıllarda en fazla mülteci çeken ülke olmasının iki temel nedeni var. Birincisi, İspanya’nın diğer AB ülkelerinin aksine şimdilik- liberal bir mülteci politikası izlemesi. İspanya’ya öyle ya da böyle girmeyi başarabilen her mülteci, belirli bir süre sonra konumunu yasallaştırıp, çalışma iznini alabiliyor ve ailesini yanına çağırabiliyor. AB ortalamasının üzerinde bir oranda hızla büyüyen bir ekonomiye sahip olan İspanya’nın özellikle düşük ücretli tarım sektöründeki işgücü ihtiyacı hayli yüksek. İspanya’nın Afrika kıyılarından sadece 14 kilometre uzaklıkta olması da mülteci akımını kolaylaştırıcı ayrı bir etken.
İkinci temel neden ise Sahra Çölü etrafındaki ülkelerin durumu. İsveçli nüfus gelişimi uzmanı Rickard Sandell, bu ülkelerdeki aktif nüfusun şu anda 118 milyon insanı kapsadığını ve 2050’de 186 milyon artarak 304 milyona ulaşacağını belirtiyor. 1950 ile 2005 arasındaki artışın 86 milyon olduğu düşünüldüğünde, bu yoksul ülkeleri bekleyen sorunların ne denli ağırlaşacağı tahmin edilebilir. Sandell, bu ülkelerdeki kentleşmenin geleneksel yaşam biçimlerini derinden etkilediğini ve yurtiçi göçün artmasına neden olduğunu belirtiyor. Taşrada yaşayan yoksulların kentlere hücum etmesi, bu ülkelerin istihdam piyasalarını baskı altına alarak, ücretlerin daha da düşürülmesine neden oluyor. Bunun sonucunda toplumsal huzursuzluk, politik istikrarsızlık ve krizler yoğunlaşıyor. Tüm bunlar da insanların yurtlarını terk edip, Afrika’da başka olanaklar olmadığından, Avrupa’ya göç etmeleri sonucunu yaratıyor.
Sandell’in yaptığı araştırmaya göre, son bir yıl içerisinde sadece Siyah Afrikalıların İspanya’ya göç oranında yüzde 29’luk bir artış yaşanmış. Yapılan hesaplamalara göre her göç edenin üç kişinin daha göçüne neden olduğu varsayılarak- bu sayının yükselmesi söz konusu. Doğal olarak bu hesaplamalar Avrupa hükümetleri tarafından da yapılmakta ve şimdiden almaya başladıkları »önleyici tedbirler« AB’nin etrafına görülmeyen, ama aşılması olanaklı olmayan bir duvarın örülmeye başladığını gösteriyor. İspanya’nın mülteci politikasını sertleştirici yasal uygulamalarla değiştirmesi ise an meselesi.
Tartışmalarda, AB’ne hep yoksulların yoksullarının göç ettiği belirtiliyor. Ancak Afrika ülkelerinden göç edenlerin büyük bir çoğunluğu, ülkelerinin yoksullarına nazaran biraz daha az yoksul. Çünkü bu mülteciler öyle ya da böyle herhangi bir meslek eğitimine sahip ve kaçak yolcu taşıyan teknelere verecekleri paraları olan insanlar. Afrika ülkelerinin asıl yoksulları, bırakın simsarlara verecekleri yol parasını, İspanya’nın varlığından bile haberdar olmalarını sağlayacak ne bir eğitime, ne de televizyon gibi bir lükse sahipler. Bu nedenle göç veren ülkeler hem sosyal felaketlerle, hem de meslek eğitimi olan işgücü göçüyle feci bir kan kaybı ile karşı karşıyalar.
Zengin AB’nin bu gelişmeye verdiği yanıt ise sınırlarına duvarlar örmek. Eski sömürgelerine fırsat tanıyacak değil ya. Küreselleşen piyasaların kaymağını yiyen ve hep daha fazlasını istemeye alışkın köktenırkçı Avrupa toplumları, ırkçılaşmalarına neden olan köktenırkçı politikacılarından ve hükümetlerinden başka türlü davranmalarını da istemiyorlar zaten. Şu anda Batılı bir politikacının, kalkıp »Afrika’yı yoksulluktan kurtarmak için, zenginliğimizi onlarla paylaşmalıyız« demesi, onun politik intiharı ile eşanlamlı sayılmaktadır. O nedenle, ortalama olarak yılda 20 bin Dolar geliri olan Batı Avrupa bireyleri, Akdeniz’in veya Atlantik Denizi’nin soğuk sularında boğulan Siyah Afrikalılara sahip çıkmadıkları ve bu bakış açısından örgütlenen bir solun politika değişikliği için direnç göstermediği müddetce, Afrika kan kaybetmeye devam edecek, göç baskısı artacak ve göçü engellemeye çalışan AB ülkeleri Batı Avrupa demokrasilerinin altını daha fazla oyacaklardır. Ve böylece »Üçüncü Dünya«, »Birinci Dünya«nın refahını tehdit etmeye devam edecek ve olan gene boğulan Siyah Afrikalı mültecilere olacaktır.