Alman Şansölyesi Angela Merkel, canı Lübnan hükümetinin istemleri nedeniyle sıkkın olsa da, her fırsatta Lübnan’a asker gönderme konusunda »Almanya’nın tarihsel sorumluluğuna« vurgu yapıyor. Sorumlulukla beraber kullandığı ikinci gerekçe ise »İsrail’in varlığını güvence altına alma hakkının korunması«. Yüzeyselleşmenin olağan hale geldiği Almanya toplumunun hafızasının zayıflığı da bu noktada işine geliyor elbette.
İki gerekçeye Lübnan bağlamında yakından bakıldığında, ikisinin de büyük yalan olduğu ortaya çıkıyor. İsrail Lübnan’a saldırdığında, devlet bütünlüğü tehdit altında değildi. Yok olma gibi bir tehlikeyle de karşı karşıya olduğu söylenemez. Kaldı ki bölgenin tek süper gücü olması nedeniyle, İsrail’in değil, komşu ülkelerin güvenliği tehdit altında. İkiyüzden fazla nükleer roket başlığına sahip olan ve hamisi ABD’nin her fırsatta »varlığını garanti ederiz« dediği İsrail’in askerî gücü, komşusu olan Arap ülkelerinin toplamından daha yüksek.
Zaten ABDli ünlü gazeteci Seymour Hersh’in belgeleyerek yazdığı gibi, İsrailli askerlerin esir alınmasından çok önce ABD ile işbirliğinde hazırlığı yapılan Lübnan savaşının asıl nedeni, İran’a yönelik saldırının bir provasını yapmak ve Hizbullah’ı, ABD İran’a saldırmadan önce etkisiz hale getirmekti. ABD ordusunun Irak’taki işkencehanelerini ortaya çıkaran Hersh bunları, ABD yönetimindeki kaynaklarına dayandırarak yazıyor.
Yani kısacası, sorun İsrail’in var olma-yok olma sorunu değil. Sorun, ABD dışişleri bakanı Rice’ın ifade ettiği gibi, bölgeyi İsrail yardımıyla ABD kontrolü altına alma planının gerçekleştirilmesidir.
Merkel’in vurgu yaptığı »tarihsel sorumluluk« ise, İsrail saldırganlığını örtbas etmeye, meşrulaştırmaya çalışan propagandanın bir parçasıdır. Doğru, Alman faşizminin uyguladığı soykırım, Almanlara ebediyen vazgeçemeyecekleri bir sorumluluk, bir hassasiyet yüklüyor. Ancak bu doğru, Almanya’nın İsrail devletinin politikalarını kayıtsız şartsız desteklemesini zorunlu kılmaz. Günümüzde İsrail devletinin varlığını tehdit eden asıl unsur, siyonist rejimin saldırgan politikalarıdır. İşte trajik olan budur ve tarihsel sorumluluk Almanlara, Yahudilerin geleceğini gerçekten tehdit eden bu politikalara karşı çıkma yükümlüğünü vermektedir.
Maalesef, ne Alman elitleri, ne de Almanya’daki Yahudileri temsil ettiği iddiasında bulunan Yahudi Cemaatleri Merkez Konseyi bu yükümlülüğe uygun davranmaktadırlar. Tam aksine, Lübnan bombalanırken, neoliberal sözcüler »Şimdi barış isteyen, aslında İsrail’in zayıflatılmasını, hatta yok edilmesini istemektedir« demekteydiler. Aynı 2002’de dönemin Yahudi Cemaatleri Merkez Konseyi başkanı Paul Spiegel’in »Barış çağrılarının ardında katiller saklanıyor« demesi gibi. Yani onlara göre, İsrail dahil, bölgede adil bir barışı savunanlar katil.
Emperyalist yayılmacılık hırsı, neoliberallerin gözünü karartmış durumda. Almanya’nın Lübnan’a asker göndermesinin zorunlu olduğunu söyleyenler daha da ileri giderek, İsrail’in geleceğini garanti altına almak için (!), önleyici girişimler bile gereklidir demektedirler. Saldırı ve işgal savaşından başka bir şey olmayan bu önleyici girişimlerin hukuksal temeli çeşitli düzeylerde temellendirilmeye de çalışılmaktadır. Örneğin AB Komşuluk Politikası Raporu’nda »Avrupa’nın ilgi alanı içerisinde olan bölgelerde gerektiğinde sistem değişikliğinin desteklenmesi« yazılıdır. İran ile görüşmelerin tıkandığını iddia eden Alman neoliberaller de, İsrail’in varlığının savunulması için İran ve Suriye’de »sistem değişikliğinin« İsrail’in askerî gücüyle gerçekleştirilebileceğini açıkça ifade etmektedirler.
Aynı Schröder-Fischer Hükümetinde olduğu gibi, Merkel hükümeti de Almanya’da yeni bir savunma tanımını meşrulaştırmak istemekte. Bunun için yurtdışına asker gönderilmekte, uluslararası toplumun verdiği görevlerden bahsedilmekte ve »tarihsel sorumluluk« demagojisine başvurulmaktadır. Alman hükümeti, planlar gerçekleşir ve BM kararı çerçevesinde bölgeye asker konuşlandırılırsa, saldırgan siyonist rejimin yanında savaş tarafı olacaktır. Hizbullah’a silah nakliyatını denizden engelleme görevini üstlenmek isteyen Almanya, İsrail’e denizaltı, tank, bomba ve mayın vermeye devam etmektedir.
Alman hükümeti faşizme karşı verilen mücadelenin, Holocaust’un deneyimlerini gerçekten ciddiye alsaydı, farklı bir politika uygular, Ortadoğu’da adil bir barışın gerçekleşmesi için siyonist rejimin saldırganlığına karşı çıkardı. Bu nedenle, Merkel’in getirdiği gerekçeler inandırıcı değil, inandırıcı olmasıda beklenilmemeli. İnandırıcı olan, Almanya barış hareketinin talepleri: »Orduya yurtdışı görevine hayır! İsrail’e silah satımı durdurulsun! Ortadoğu’da kalıcı ve adil bir barışı sağlamak için, bölge halklarının temsilcilerinin katılacağı Sürekli Güvenlik ve İşbirliği Konferansı oluşturulsun!«. Bence her Almanın görevi, bunları savunmak, bölgeyi kan gölüne dönüştürecek her türlü girişime karşı çıkmak olmalıdır. Tarihten gerçekten ders alındıysa...