17 Eylül 2006 Pazar günü F. Almanya’nın iki eyaletinde, Berlin ve Mecklenburg-Vorpommern’de, eyalet parlamentosu seçimleri yapılacak. Bu iki eyaletin bazı ortak özellikleri var: aşırı işsizlik ve yoksulluk, sanayisizleştirilme, aşırı borçlanma ve finansman zorlukları, altyapı eksikliği ve sosyal sıkıntılar. Sadece başkent Berlin’de yaklaşık 500 bin insan sosyal yardım alıyor. Eyaletlerin bir diğer ortak özelliği de, her ikisinin SPD ve Sol Parti.PDS koalisyonları tarafından yönetiliyor olmaları ve her ikisinde de solun WASG ve Sol Parti.PDS- birbirlerine rakip olarak seçimlere katılmaları.
Seçimler, her ne kadar Almanya’daki güç dengelerini değiştirmeleri beklenmese de, ülkenin toplumsal yapısı ve geleceği konusunda önemli ipuçları taşıyor. Kamuoyu araştırmalarına göre seçmenlerin büyük bir kesimi hâlen karar verebilmiş değil. Araştırmacılar, kararsız seçmen oranının Berlin’de yüzde 46, Mecklenburg-Vorpommern’de ise yüzde 43 olduğunu belirtiyorlar. Son tahminlere göre eyalet parlamentolarındaki büyük partileri yüksek oranda oy kaybı bekliyor. Haliyle, Sol Parti.PDS’in de içinde olduğu hükümetler bu gelişmeyi kaygıyla izliyor.
Ancak asıl kaygı duyulması gereken başka bir konu var: son derece düşük olması beklenen katılım oranı. Araştırmacılar Mecklenburg-Vorpommern’de seçimlere katılım oranının yüzde 40’ın altında olacağını tahmin ediyorlar. Bu tahmin gerçekleşirse, geçen ilkbaharda Saksonya-Anhalt’daki yüzde 44,4’lük eksi (!) rekor kırılacak. Ve bu da neofaşistlere yarayacak. Yani yarın akşam büyük bir olasılıkla neofaşist NPD’nin Saksonya’dan sonra ikinci kez bir eyalet parlamentosuna seçilmesinin yol açacağı »şok« reflekslerine tanık olacağız. Gene her zamanki yorumları dinleyecek, haberleri dramatize ederek sunan spikerlerin kaygılı gözlerine bakacağız. İki gün sonra da herşey tekrar unutulacak.
Aslında seçmenlerin en temel haklarını kullanmayarak, seçimden uzak kalmaları, neoliberal soygun politikalarının uygulandığı son 24 yılın en belirgin emarelerinden birisi ve toplumsal bölünmenin en önemli kanıtı. İmtiyazlılar ile imtiyazsızlar, zengin ile yoksullar ve toplumsal yaşamın içindekiler ile »dışındalananlar« arasındaki uçurumun bir göstergesi. Yapılan araştırmalar günümüzde Batı Avrupa toplumlarının yaklaşık yüzde 25’lik bir kesiminin sürekli bir biçimde toplumsal, politik, ekonomik ve kültürel yaşamdan pay alamadıklarını ve bu yaşamın dışında tutulduklarını göstermekte. Dışındalananların oranının daha artacağına da kesin gözüyle bakılıyor.
Bir kaç hafta önce Aşağı Saksonya eyaletinde ki bu eyalet Doğu’ya oranla hayli zengin sayılır- yapılan yerel seçimler, seçmenlerin sadece yarısının seçime katılması ile sonuçlandı. Hatta bazı kentlerde sosyal sorunların derinleştiği mahallelerde katılım neredeyse tek haneli oranlara indi. Örneğin eski bir üniversite kenti olan Göttingen’in bir mahallesinde 1215 kayıtlı seçmenden sadece 195’i seçime gitmiş. Diğer kentlerde de benzer gelişmeler kaydedilmiş durumda. Görüldüğü kadarıyla demokratik haklarından feragat edenler genellikle »klasik sol seçmen« olarak tanımlanan gruplar. Bu grupların geniş bir kesimi oy kullanmayarak, izolasyona çekilirken, bir diğer kesimi de ırkçı ve neofaşist partilere kaymakta. O yüzden katılımın düşük olacağı seçimlerde, NPD gibi partilerin seçim barajını aşacak derecede oy almaları bu gelişmenin doğal bir sonucu sayılmalıdır.
Soruna burjuva demokrasisi açısından bakıldığında, sosyaldemokrasi ve yeşiller dahil tüm burjuva partilerinin demokrasiyi tehdit eden bu gelişmeyi kanıksadığı tespit edilebilir. Zaten neoliberalizmin farklı kanatlarını temsil eden politik güçlerden de daha değişik bir tavır beklenmemelidir. Üzücü olan ise Almanya toplumsal ve politik solun bu gelişme karşısındaki yetersizliğidir.
Ülkenin içinde bulunduğu ortamda sol, gerek bu yetersizliğini aşmak, gerekse de toplumun belirleyici kesimlerinin -başta işçi sınıfının- bilincini politika değişikliği yönünde etkileyebilmek için, çıkarları ve istemleri sermaye yönelimli partiler tarafından kaale alınmayanların lehine yanıtlar geliştirmeli, toplumsal solun örgütleri ile birlikte neoliberal politikalara karşı gerekli olan savaşımı güçlendirmelidir.
Almanya’da solun birleşik partisinin kurulma girişimleri umut verici olmakla birlikte, sürdürülen »parti hukuksal olarak yeniden kurulmalı mı?« ya da »sol hükümetlere katılmalı mı?« tartışmalarının soyutluğu o denli hayal kırıcı. Sol içi programatik, ideolojik ve örgütsel tartışmalar gerekli gerekli olmasına da, adına politika yapıldığı söylenen kesimlerin derdi başka. Yanıtı 17 Eylül 2006 Pazar akşamı, saat 18.00’den sonra alacak ve »Dışındalananlar Cumhuriyeti«ne ne kadar yurttaşın daha katıldığını göreceğiz.