Futbola endekslenen Almanya kamuoyunun gözü toptan başka bir şey görmez oldu. Fanatikleşen Almanya taraftarları “ulusal gururu” doya doya yaşayadursun, Merkel’in büyük koalisyonu neoliberal uygulamaları birer birer raya oturtmaya devam ediyor. Başka zaman olsa “sağlıkta devrim” yaygarası kopacak olan burjuva basını da hükümet planlarını futbol şöleni (!) boyunca başsayfalara taşımama “hassasiyetini” gösteriyor.
Aslında hayli hızlı gelişmeler var. Hükümet çevrelerinden sağlık sisteminde yeni reformlara gidileceği haberleri yayılıyor. Konuyla ilgilenenler, koalisyonun yaz tatili öncesinde sağlık sistemindeki yeni yönelimlerini açıklamasını bekliyor. Tartışma, yasal sağlık sigortasının finansmanı ile ilgili. Ben sigortalıyım, beni ilgilendirmez demeyin. Sonuçta olan bağımlı çalışanlara, ailelerine, emeklilere ve işsizlere olacak. Yani hükümetin eli hepimizin cebine girecek.
Koalisyon sağlık sigortalarının finansman temelini güvence altına almak gerekçesiyle bir “sağlık fonu” oluşturmak istiyor. Merkezî tahsilat sistemiyle fon için yılda 145 milyar Avro toplanacak ve sigorta şirketleri bu fondan sigortalı başına ayda 150 ila 170 Avro alacaklar. Fon uygulamasına yakından bakıldığında gerçekten bir “devrimden” bahsetmek olanaklı. Çünkü fon, uygulamadaki dayanışmacı ve pariteli sosyal güvence modelini tümden değiştirecek. Hükümet temel amacının şirketlerin maaş yan giderlerini azaltmak olduğunu açıkladığından, sigortalara ödenen işveren payı brüt ücretten bağımsızlaştırılarak, marjinal bir meblağa düşecek.
Fon uygulaması aynı zamanda alışıla gelmiş “aile fertlerinin ek aidat ödeme zorunluluğu olmadan sigorta kapsamına alınma ilkesini” terk etmeyi öngörüyor. Bu ilkenin terk edilmesi ile fiilen “kafa parası” uygulaması yürürlüğe sokulmuş ve sigorta sisteminin vergiler üzerinden finanse edilmesi gerçekleşmiş olacak. Dayanışmacı ve pariteli finansman sisteminden vazgeçilmesi de, sağlık sistemi finansmanının çok büyük bir bölümünün özel sermaye birikiminin hizmetine sokulması anlamına gelecek. Uzmanların hesaplamalarına göre, işveren paylarında yapılacak yüzde 1’lik bir azaltmanın, şirketlere milyarlarca Avro ek kâr getireceği düşünülürse, vergilere dayalı finansmanın ne denli büyük bir dağılım adaletsizliğine neden olacağı görülebilir.
Neoliberal propaganda mekanizması süreklileştirdiği dezenformasyon bombardımanının merkezine hep gider faktörünü koymakta. Propagandanın doğru olan yanı, yasal sağlık sigortalarının gelirlerinin artan sağlık giderlerini ki son on yılda sağlık için her yıl yurtiçi GSH’nın yüzde 11’i harcanmaktadır- karşılamaya yetmediğidir. Ancak bu doğru, sigorta gelirlerinin neden azaldığını ve giderlerin neden arttığını açıklamıyor. Sorun, propaganda edilen gider fazlalığı değil, gelir azlığıdır. Gelir azlığının gerçek nedenleri ise kitlesel işsizlik, reel maaşların azalması, güvencesiz işlerin yaygınlaştırılması ve işçi maaşlarının GSMH’daki oranının düşmesidir. Günümüzdeki reel maaş oranı 1980’lerin düzeyinde olmasaydı, sigorta gelirleri bu kadar azalmaz, sigorta aidatları bu denli yükseltilmek zorunda kalınmazdı. Brütmaaş toplamı temelinde de sağlık giderlerinin oranı 1975’de yüzde 12,1’den 2001’de yüzde 16,7’ye çıkmazdı.
Egemen politika reel maaşlardaki bu dengesizliğe ve gider artışına çözüm reçetesi olarak sosyal sigortalı işlerin azaltılmasını, sigorta kapsamının daraltılarak ek ödemelerin zorunlu hale getirilmesini ve sosyal güvenlik sistemlerinin “piyasalaştırılmasını” gösteriyor. Son yirmi yıldan beri uygulanan bu politika krizi çözmek yerine derinleştirmiştir. Sosyal güvenlik sistemlerinde sistematik bir biçimde gerçekleştirilen bu devinim sonuç itibariyle sadece özel sermaye birikimine yaramakta, dağılım adaletsizliği keskinleştirmekte ve sömürüyü artırmaktadır. Maalesef toplumun geniş kesimlerinin bölünmüşlüğü ve ilgisizliği, sendikal hareketin zayıflığı, iş örgütlenmesinin esnekleştirilmesi ve neoliberal dezenformasyon bombardımanı, dayanışmacı ve pariteli sosyal güvenlik sistemlerinin piyasalaştırılmasına karşı geliştirilmesi gereken örgütlü toplumsal direncin oluşmasını güçleştiriyor.
Neoliberalizm, küreselleşen malî piyasalar kapitalizmi koşulları altında giderek daha fazla mevzi kazanıyor. Burada görev, başta politik ve toplumsal sol olmak üzere, sömürü koşullarını alaşağı edip, emekten yana bir politikanın geliştirilmesini isteyenlere düşüyor: aydınlanmacı ve eylem yetisi yüksek bir toplumsal direnci örgütlemek. Bunun bilincine varıp, gereğini yerine getirmediğimiz sürece, korkarım kalemize daha çok gol yiyeceğiz.