Britanya başbakanı Tony Blair yıllık dış politika konuşmasından bir gün önce, ABD yönetiminin pek hoşuna gitmeyen bir şekilde Suriye ve İran’a »Yeni Ortaklık« teklifi yaptı. Blair, Orta Doğu için bütünsel bir stratejinin peşinde. Suriye ve İran’ı bu stratejinin içine çekmek için alışılmamış bir biçimde İsrail-Filistin sorununun da bu strateji çerçevesinde ele alınması gerektiğini ve İran ile Suriye’nin kendi çıkarları doğrultusunda komşuları Irak’ın barışçıl ve istikrarlı yola girmesine yardımcı olmalarını söylüyor.
Bayram değil, seyran değil, bu yakınlaşma arzusu da nereden çıktı denilebilir. Britanya iç politikası, Britanyalıların çoğunluk olarak Irak savaşına karşı çıkıyor olmaları ilk akla gelen nedenler. Ama bana kalırsa Blair ve ekibi Irak fiyaskosundan olanaklı olan en az zararla kurtulmaya çalışıyorlar. Çark nedense öyle istedikleri gibi işlememeye başladı. ABD’nde neoconlara yakın duran medyada ve strateji dergilerinde dahi, Irak’taki kargaşadan kurtulmak için İran’la yakınlaşmak gerekir yorumları yapılıyor. Ancak görüldüğü kadarıyla ABD yönetimi »tükürdüğümü yalamam« tavrı içerisinde. Vaşington’daki köktendinci savaş çılgınının agresif yaklaşımları daha nelere yol açacak bilinmez ama, senato seçimlerinden sonra istediği gibi hareket etmekte zorlanacağını tahmin etmek hiç te güç değil.
Bush’un ABD’nde politik manevra olanağının daraldığı ve Irak’taki kaos ortamının derinleştiği bir dönemde, yakın dostu ve en sadık müttefiki Blair’in bu son çıkışı, ABD yönetiminin pek işine gelmiyor. Zaten eski dışişleri bakanı James Baker’in başkanlığında oluşturduğu Irak Uzmanlar Komisyonu ile nefes almaya çalışan Bush, nasıl olur da kaygan zeminden kurtulurum hesapları peşinde.
Peki, bu durumda yeni ortaklık önerisinin muhatapları nasıl bir strateji izleyecek? Önce Suriye’ye bir bakalım. Suriye, Irak’taki şiddet hareketini açık olarak desteklemiyor. Hatta arada sırada Irak’a terör eylemi gerçekleştirmek için geçmeye çalışanları tutuklayarak, bunu ispatlamaya çalışıyor. Suriye’nin, ABD ordusunu Irak’ta meşgul etmenin dışında, Irak kaosundan elde edebileceği bir çıkarı yok gibi. Kaldı ki Assad rejimi, Suriyelilerin Irak usulü bir “demokrasiyi” istememeleri nedeniyle konumunu ülke içerisinde daha da güçlendirmiş durumda. Suriye ayrıca Lübnan’daki direnişçilere destek çıkarak, bölgedeki etkisini artırmaya da çalışıyor. Blair’in önerisine verilecek her olumlu yanıt, bu konumunu zayıflatacaktır. Bu nedenle öneri Suriye için pek çekici değil. Suriye’nin bu »ortaklığa« çekilebilmesi için Batı’nın çok daha yüksek bir bedel ödemesi gerekir. Golan Tepeleri’nin geri verilmesinin ve diplomatik izolasyonun kaldırılmasının söz konusu edilmediği hiç bir teklif Suriye’yi hareket ettiremeyecektir.
İran ise Suriye’den daha avantajlı bir durumda. Her ne kadar ABD güçlerinin Irak, Afganistan ve Hint Okyanusu’nda konuşlanması ve ABD-Pakistan antlaşması nedeniyle etrafı sarılı olsa da, özellikle Rusya ve Çin’in Güvenlik Konseyi’nde savaş çıkmaması için uğraştığını biliyor. Uzun vadede bakıldığında İran’ın, Irak’taki terör ve kaos ortamından çıkarı olmayacağı da görülebilir. Irak’taki Şiî’lerin bölünmemiş bir ülkede daha güçlü bir pozisyona gelmesi, etkinlik stratejileri açısından İran’ın çıkarınadır.
Diğer tarafta İran, Irak değil. Bölgesel güç olmayı arzulayan, petrol ve doğalgaz gelirlerini ulusal ekonomiye aktarıp, belirli bir istikrar seviyesi yakalayarak otokratik-baskıcı rejime meşruiyet sağlayan ve savaştan çekinmeyen bir ülke. Nükleer enerji kullanımını ulusal hedef haline getiren İran’ın, nasıl sonuçlanacağı belli olmayan “yeni ortaklık” diyaloğu uğruna bu avantajlı konumunu terk etmesi, şu an için pek olası gözükmüyor kanımca.
Bu değerlendirmeme katılmayanlar olabilir. Özellikle bölgedeki diğer dinamikleri katmadığımı söyleyenler de olacaktır. Ancak görebildiğim kadarıyla uluslararası politika duygulara göre değil, çıkarlara ve güç dengelerine göre şekillenmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Batı’nın özellikle de Britanya’nın özel çıkarları çerçevesinde Suriye ve İran’ı yenilenen bir Orta Doğu planına eklemlemeleri için sunulan öneri çok yetersiz. Genel bir bakışla Blair’in çıkışının aynı zamanda bir çaresizlik işareti olduğunu da düşünüyorum.
Bu gelişmelerden ABD yönetiminin de yön değişikliğini kabul edeceğini çıkarmak ise son derece yanlış olacaktır. ABD, yaralanmış bir imparatorluktur ve bu durumda yeni çılgınlıklara başvurma tehlikesi vardır. Her ne kadar kara kuvvetleri Irak’ta sıkışmış olsalar da, bir çok açıklamadan ABD hava ve deniz komutanlıklarının »yeterince saldırı kapasitemiz vardır« yaklaşımında bulunduklarını biliyoruz. Kaldı ki tarihte, canı yanan imparatorlukların başvurduğu çılgınlıkların çeşitli örnekleri bulunmaktadır. İngiltere’nin Süveyş Kanalı macerası bunlardan birisi. ABD şu anda gerginliği bütün bölgeye taşıma yaklaşımında. Bunu daha önce de yapmışlardı. Vietnam’da savaşı kaybedeceklerini anladıklarında, Laos ve Kamboçya’yı savaş çemberinin içine çektiler. Gerçi bu da ABD’nin küçük Vietnam karşısında hezimete uğrayıp, evine dönmesini engellemedi, ama savaş kurbanlarının sayısını katladı. Gelişmeler hiç iç açıcı değil. Bölge Türkiye’de dahil olmak üzere süresi ve sonuçları bilinmeyen kanlı bir yola girebilir. Bana kalırsa, halkların ve ulusların barış ve kardeşlik içerisinde yaşayacağı, bağımsız ve demokratik bir Orta Doğu ile ilgili tüm tartışmalarda bu tehlike göz önünde tutulmalıdır. Aksi, emperyalizmin planlarına istemeden de olsa, ortak olmak anlamına gelecektir.