Lübnan’da 1200 insanın yaşamına mal olan, bir milyon insanı kendi yurdunda mülteci haline getiren, ülkenin alt yapısının yok etme derecesinde yıkılmasına neden olan siyonist rejim saldırısına nihayet »uluslararası toplumun« zorlamasıyla ara verilince, savaş kışkırtıcısı ABD yönetimi yenileni ve suçluyu açıkladı. Despot rejimlerin patronu, saldırgan sermayenin en yüksek memuru olan ABD başkanı, sanki boks maçının hakemiymiş gibi, Hizbullah’ın yenildiğini ilan etti. İnsanlığın gözlerinin içine baka baka yalan söyleyen Bush, savaşı Hizbullah’ın başlattığını iddia ederek, alınan BM Güvenlik konseyi kararının İran ve Suriye için »stratejik yenilgi« anlamına geldiğini buyurarak, bundan sonraki hedef ülkeleri ilan ediverdi.
Aslına bakılırsa söz konusu olan »stratejik yenilginin« sahibi, Fikret Başkaya’nın deyimiyle »kollektif emperyalizm«dir. Çünkü emperyalist güçlerin tüm desteğine, artık anlamını yitirerek dezenformasyon ve saldırganlara zaman tanıma merkezi haline gelen BM’in dünya kamuoyunun zihnini bulandırmasına, uluslararası hukukun ayaklar altına alınarak siyonist rejime silah ve mühimmat yığılmasına ve masif askerî saldırıya rağmen beklenen olmadı. Ne Hizbullah dağıldı, ne Litani ırmağının güneyi »teröristlerden« temizlenebildi, ne de Lübnan halkının Hizbullah’a desteği azaldı. Tam aksine:kadını, erkeği, genci ve yaşlısıyla tüm Lübnan halkı Hizbullah’ı »direniş«le eşdeğer görmeye başladı. Lübnan halkının direnişi de, ister şiî ister sünnî isterse de musevî olsun, bölgedeki despot ve kukla rejimlerin baskı altında tuttuğu uluslara siyonist rejimin »yenilmez olmadığını«, emperyalizme karşı gösterilecek direnişin »şanssız olmayacağını« gösterdi.
Diğer taraftan emperyalist merkezlerin de artık başlaması muhtemel olan »büyük yangın«dan kurtulamayacakları da görülmekte. Büyük Britanya’da ortaya çıkartılan yoğun terörist saldırı planı ve ardından bütün Avrupa ülkelerinin üzerinde anlaştıkları »savunma tedbirleri« emperyalist yayılmacılığın ne gibi sonuçlara yol açabileceğini göstermekte. Yanlış anlaşılmamak için tekrar tekrar yazıyorum: sivil hedeflere yönelik şiddet kesinlikle tasvip edilemez. Ancak terörizm bir semptomdur. Terörün asıl sorumlusu, terörist örgütlerin ortaya çıkmasının asıl nedeni emperyalizmdir, sömürü ve baskıdır. Doğa yasasıdır: küçücük bir kediyi köşeye sıkıştırdığınızda, can havliyle nasıl devleştiğini görebilirsiniz. Emperyalist emeller peşinde koşanlar bu nedenle yol açtıkları yangının kendilerini de yakacağını bilmelidirler.
Zaten terörü yaratan emperyalist güçler bunun farkında. Onun içindir ki günümüzdeki iç güvenlik stratejilerini belirlerken kendi ülkelerindeki insanları »güvenli yaşamak için biraz demokrasiden vazgeçmelisiniz« demagojisiyle hem ülke içerisinde polis devleti uygulamalarına, hem de yurtdışında müdahale savaşlarına alıştırıyorlar. Yaratılan korku ortamında, neoliberal soygun politikaları sonucunda sosyal hakları budanmış olan Avrupalılar güvenlik gerekçesiyle en temel insan haklarından dahi vazgeçebiliyorlar. The Guardian gazetesinde yayımlanan bir karikatürde olduğu gibi, yakında uçak yolcuları uçağa ellerinde sadece biletle ve çırılçıplak binerlerse şaşmamak lazım.
İşin asıl tuhaf yanı, Avrupa’daki demokratik kamuoyunun tavrıdır. 1970li yıllardan bu yana mütemadiyen hızlandırılan ve 1990lı yıllarda kazandığı ivme ile hegemonik güç haline gelen neoliberal program insanların zihnini öylesine bulandırmış ki, neredeyse demokratik haklarını kendi elleriyle egemen güçlere teslim edecekler. Avrupa’yı aydınlanmanın beşiği ve dünyanın merkezi olarak gören Avrupalılar, kuzu kuzu her emredilen güvenlik tedbirlerine uyacaklarına, asıl güvenliğin ülke yönetimlerinin müdahale savaşlarına katılmamaları ve emperyalist yayılmacılığı desteklememeleri ile sağlanacağını bilmeliler. Sömürünün, baskının, despotluğun ve işgal savaşlarının olduğu bir dünyada, ne kadar çok güvenlik tedbiri alınırsa alınsın, özgürlükler ne denli kısıtlanırsa kısıtlansın, hiç kimse güvende olmayacaktır. Avrupa isterse sınırlarına İsrail’in diktiği duvarın iki misli yüksekliğinde duvar diksin, gene güvende olamayacaktır. Avrupalıların kavramaları gereken gerçek budur.
Burada görev Avrupa toplumsal ve politik soluna düşmekte. Sol neoliberalizmin hegemonyasını yıkmak için, başta işçi sınıfı olmak üzere, toplumun belirleyici gruplarının bilincini rota değişimi yönünde inandırıcı bir biçimde etkilemek, yeni bir aydınlanma mücadelesi vermek zorundadır. Tüm yetersizliklerine rağmen, barbarlığı engelleyecek olan yegane güç soldur. Çünkü tarihin sonu gelmemiştir daha. Tüm kötülüklerin asıl nedeni sömürüdür, kapitalizmdir, emperyalizmdir.