»Neofaşist normalite« - 17 Eylül 2006 Pazar günü Berlin ve Mecklenburg-Vorpommern’de yapılan eyalet parlamentosu seçimlerini değerlendiren bir yazının başlığı böyleydi. Gerçekten de neofaşizmin Almanya’da bir »normalite« olduğunu söylemek olanaklı. Neofaşist NPD (Almanya Ulusal Demokrat Partisi) geçen Pazar Mecklenburg-Vorpommern’de yüzde 7,3 oranında oy alarak, Saksonya’dan sonra ikinci eyalet parlamentosuna girmeyi başardı. Berlin’de de, yüzde 2,6’lık oranla senatoya seçilemese de, bazı ilçe parlamentolarına girebildi. Seçim akşamı beklenildiği gibi medya ve parti temsilcilerinden, toplumsal kuruluşlardan böylesi durumlarda hep tekrarlanan, genel-geçer açıklamalar geldi. Söylemler rüzgâra yazıldığından, daha haftası dolmadan unutuldu.
Geçen haftaki yazımda bu seçimlerin ülkenin toplumsal yapısı ve geleceği konusunda önemli ipuçları taşıdığını belirtmiştim. Her ne kadar seçimlere katılmayanların oranlarını tahminde yanılmış olsam da, demokratik haklarından feragat edenlerin sayısı öyle küçümsenecek derecede değil. Ve bu, neoliberal değişim süreci içerisindeki Batı Avrupa burjuva demokrasilerinde artık demokrasiye katılımın azalmasının ve neofaşist-ırkçı parlamento temsilciliklerinin normal hale geldiğinin göstergesidir.
NPD’nin seçim zaferi yakından irdelendiğinde, bu gelişmenin olağan üstü bir hal olmadığı ortaya çıkıyor. 1964 yılında Hannover’de aristokrat subay Adolf von Thadden başkanlığında kurulan NPD, bugün bile, Alman faşizminin devlet partisi olan NSDAP’nin (Almanya Ulusalcı Sosyalist İşçi Partisi) tüzel devamı olmasa da, NSDAP ruhunun taşıyıcısı olduğunu söylemekte. Kimi dönemler salt iç politik kaygılar nedeniyle- göstermelik kapatılma tehditlerine maruz kalan NPD ilk büyük zaferini daha 1969’da elde etmiş ve 1969 genel seçimlerinde Almanya çapında yüzde 4,3 oranında oy almıştı. NPD bunun ardından uzun bir süre, »Ren Kapitalizminin« sosyal devlet uzlaşısının doğal bir sonucu olarak, marjinal kalmış, ancak hiç bir zaman politika sahnesinden kaybolmamıştı. Bugün ülke çapında topu topu 5.500 üyesi olan parti, 1994 sonrasında stratejisini değiştirerek »sokaklara ve kafalara hakim olma« ilkesi çerçevesinde hem şiddet kullanarak, hem de öncelikle taşrada- sivil toplumsal girişimlerle kendine yer edinmektedir.
Bugün ise, »geri kafalı ve hırçın« imajını yıkarak »normalleşen« NPD’nin uzun vadeli strateji değişikliğinin başarı örneklerine tanık olmaktayız. 17 Eylül seçimlerini tahlil eden araştırmacılar, bazı bilim insanlarının uzun bir süredir ifade ettiklerini teyid ediyorlar: Bugünkü NPD seçmeni, çoğunlukla dünün klasik sol seçmenidir.
Seçimlerde kullanılan oyların analizi bu tespiti doğruluyor. NPD’ye oy verenlerin tablosu şöyle: 30 yaş altındaki toplam grubun yüzde 12’si; 30-44 yaş arasındakilerin yüzde 7’si. Seçmen gruplarına göre bakıldığında: ilk kez oy kullananlar yüzde 17, işçiler yüzde 11, memurlar yüzde 4, serbest meslek sahipleri yüzde 9, emekli yüzde 3, çırak yüzde 8 ve işsizler yüzde 17. NPD’ye oy verenlerin yüzde 95’inin en fazla yakındığı sorun ise toplumsal adaletsizlik. Sosyaldemokrasiye en fazla sırt çeviren seçmenlerin işçiler, işsizler, emekliler ve gençler arasında olduğu düşünülürse, durumun vehameti daha iyi anlaşılacaktır. İşte NPD’nin iyi eğitilmiş kadroları da bu klasik sol seçmenlere, içini boşaltarak milliyetçileştirdikleri sol söylemlerle yaklaşıyor, »Almanlar için toplumsal adalet«, »her Almana iş« benzeri sloganlar, sosyal girişimler ve »bizden biri« imajıyla sempati topluyorlar. Ancak buradan NPD’nin insanları aldattığı sonucunu çıkarmak, »normalite fenomenini« açıklamaya yeterli değil. Çünkü NPD seçmenlerinin çoğunluğu, »toplum çoğunluğunun düşündüklerini« ifade ediyoruz diyen NPD’nin ne olduğunu bile bile oy vermektedir.
NPD’nin elde ettiği seçim başarısının en önemli dayanakları, toplum merkezindeki köktenırkçılık ve sistem partilerinin genel yaklaşımlarıdır. Göçmenlerin sosyal kasalara yük olduğunu söyleyenler, »sosyal yardım alan yabancı yurtdışı edilmelidir« talebini ileri sürenler, işsizleri »parazitler« diye nitelendirenler, »çalışmayan yemek de yemesin« deyiverenler öncelikle sistem partilerinin temsilcileridir. Keza »Almanların kader birliğinden« dem vuran ve »sen Almanya’sın, daha fazlasını ver« kampanyasına öncülük eden bizzat Şansölye Merkel’dir.
Sonuç itibariyle neoliberal program çizgisinde şekillenen malî piyasalar kapitalizmi, ayırımcılık, dışlama ve dışındalanma ile toplumun bölünmesini derinleştirmekte ve neofaşizmin güçlenmesine neden olmaktadır. Adolf’ün torunlarının Alman parlamentolarına girmeleri, neoliberal politikaların bir sonucudur. Yani sorun kapitalizmdir. Neofaşizm de bir düşünce değil, insanlık suçudur. NPD ve benzeri örgütlenmelere karşı verilecek mücadelenin merkezine bu anlayış yerleşmelidir. Gerisi lafügüzaftır.