Bundan 15 yıl önce, 21 Aralık 1991’de Alma Ata’da bir araya gelen sovyet cumhuriyetleri temsilcileri, o günden iki hafta önce Beloveş Orman’ında »Minsk Üçlü İttifakı«nı oluşturan Rusya, Ukranya ve Beyaz Rusya’nın karar aldığı gibi, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni dağıtarak »Birleşik Devletler Topluluğu«nu kurmuşlardı. »Dünyayı değiştiren on günün« yaşandığı coğrafyada, uluslararası işçi sınıfının, başlangıcında büyük umutlat bağladığı devlet sosyalizmi böylelikle bitmiş ve Batı »tarihin sonunun geldiğini« ilan etmişti.
Tarih sayısız tuzaklarla dolu olduğundan, ABDli siyaset bilimcisi Francis Fukuyama’yı yalanlamakta ve devam etmekte olduğunu kanıtlamakta geç kalmadı, ama sermaye çevreleri, özellikle neoliberal ideologlar, günümüz malî piyasalar kapitalizminin alternatifi olmadığını hâlâ söyleyip duruyorlar.
SSCB’nin dağılması gerçekten de bir tarihsel dönüm noktası oldu ve dünya yeniden değişti. Gerçek anlamda bir sosyalist demokrasiyi yaratamayan ve eşitlik ile sosyal güvenliğin tek başlarına insanı özgür kılmadığını, eşitlik, sosyal güvence, demokrasi ve özgürlüğün koparılmaz bir bütün olduğunu kabullenemeyen bürokratik devlet sosyalizminin yıkılması, hem dünya solunu, işçi ve özgürlük hareketlerini umutsuzluğa itti, hem de kapitalist hükümranlığın alternatifsiz olduğu görüşünün yaygınlaşmasına neden oldu.
En uzun onyıl olarak nitelendirilen 1990lı yıllar, neoliberalizmin ve militarist savaş çılgınlığının en fazla ivme ve güç kazandığı yıllar oldu. Kapitalizmin küresel çapta kazandığı tüm mevziilere rağmen, Chiapas direnişi, Dünya Sosyal Forumlar hareketi, küreselleşme ve savaş karşıtı hareketler, Latin Amerika’daki yeni deneyler, Hintli, Afrikalı, Çinli düşünürlerin başlattıkları tartışmalar ve Avrupa’daki arayışlar »başka bir dünyanın gerekli ve olanaklı olduğunu« ve böylesi bir dünyanın »sosyalizm« olabileceğini yeniden gündeme oturttular.
Ancak bir konuda Fukuyama’ya hak vermek gerekiyor: bu başka dünya, geleceğin sosyalizmi kesinlikle 20. Yüzyıl’ın tarih sayfalarında kalan devlet sosyalizmi olmayacak. Aynı tek bir ülkeyle sınırlı kalan dar ulusalcılık olamayacağı gibi. Geleceğe ilişkin tasavvurlar üzerine yürütülen tartışmalar henüz sonuçlanmış değil. Henüz kapitalizm ötesi bir dünya toplumunun nasıl şekilleneceğini, sömürüsüz, savaşsız, katılımcı-paylaşımcı, eşitlikçi, özgürlükçü ve en alt unsurlarına kadar tümden demokratik bir yaşamın nasıl yapılanacağını söylemek için çok erken. Ben, böylesi bir topluma uzun bir dönüşüm süreci sonrasında, öğrene öğrene, düşe kalka, kuşaklar boyu devam edecek bir yolculuk sonunda ulaşılacağını düşünenlerdenim. Muhakkak ki bu da tartışmalı bir pozisyondur. Ancak kanımca tartışmasız olan, günümüzün neoliberal barbarlığına ve emperyal savaş çılgınlığına karşı, etkin ve toplumsal katmanların geniş çoğunluğunu içeren bir direniş örgütlenemezse, değil başka bir dünyanın kurulamayacağı, su anki durumuyla üzerinde yaşadığımız gezegenin bile yok olabileceği tehlikesidir.
Egemenler, dünyanın yok olması için neredeyse ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar. Bir taraftan bütün yaşam alanlarını sermaye birikiminin ve malî piyasaların kâr mantığının boyunduruğu altına sokmaya çalışırlarken, diğer taraftan da emperyal saldırı savaşları ile »Güney«i kan, açlık ve sefalete boğuyorlar. Fosil enerji kaynaklarına ve hammaddelere engelsiz ulaşabilmek için, yüzbinlerce insanın yaşamını yok edecek adımlar atıyorlar. Zenginliğini, »Güney«in yoksulluğuna borçlu olan »Kuzey«, hem terör ateşini körüklüyor, hem de terör tehditi gerekçesiyle Batı demokrasilerinin için boşaltıp, özgürlükleri ve hakları teker teker yok ediyor. Kısacası, neoliberal çılgınlık, sapıklığı, malî piyasalar kapitalizminin normalitesi haline getiriyor.
Umutsuz bir durum mu? Hayır! Eğer hâlen 150 yıl önce Karl Marks ve Friedrich Engels’in yaptıkları »eski toplum içerisinde yeni toplum üyelerinin yaratılmış olduğu« tespitine katılıyorsanız, umutsuz olamazsınız. Yani başka bir dünyayı yaratacak olan unsurlar, bugünün dünyasında mevcutturlar.Önemli olan bu unsurları, hep en zayıfın perspektifinden bakarak ve kurtuluşun ancak birlikte olacağı bilinciyle örgütlemeye, bugünden başlayan ve başka bir dünyayı kuracak, çağımızın meydan okumalarına yanıt verecek olan bir dönüşüm süreci için verilecek mücadeleye çekmektir. 74 yıllık bir sosyalizm denemesinin yıkılışının 15. yıldönümünde umudunu yitirmeyenlerin akıllarına getirmeleri gereken en önemli görevin bu olduğunu düşünüyorum.