Skandal gazeteciliği ile ünlü Alman Bild gazetesi geçen günkü sayısında kamuya açık alanlarda terörist olabilecek şüphelilerin nasıl teşhis edilebileceğini yazmış: »Şüpheli şahıslar:aşırı terleyen kişiler, büyük bavulla seyahat eden yolcular, hamile kadınlar, şapka ve güneş gözlüğü takan şahıslar«. Eh, tesadüfen bu şıklardan birisi size uyuyorsa, hele bir de Avrupalı olmayan bir görünümünüz varsa, vay halinize. Artık polisin sizi kontrol etmesine de gerek yok. Her yerde, her köşede kendine vazife biçen birisi tarafından »terörist« olma şüphesiyle rahatsız edilebilirsiniz. Hatta İngiltere’de olduğu gibi, İngiliz görünümlü olmamanız nedeniyle, sizden korkan Avrupalı yolcular tarafından uçaktan atılabilirsiniz. Kabin görevlileri ve sınır polisi de olayı sadece seyreder. Veya Perşembe günü Amsterdam’da bomba ihbarı yapılan uçakta tesadüfen yolcuysanız, tutuklanabilirsiniz. Hem de, »şüpheliler Arap veya Asyalı olabilirler« gerekçesiyle.
Siz neler düşünüyorsunuz bilemiyorum, ama ben sanki bir bilim kurgu filmi seyrediyor hissine kapılıyorum. Üç buutlu, hayli reel bir korku filmi gibi. Avrupa toplumları giderek panik histerisinin ve çılgınlığın egemen olduğu bir korku toplumu haline getiriliyor. Peki bütün bunlar bir tesadüf mü? Hayır! Tam aksine, sistematik bir biçimde uygulanan politikaların bir sonucu. Kısaca ve sadece Almanya’da son günlerde yürütülen tartışmalara göz attığınızda bunun kanıtlarını görebilirsiniz.
11 Eylül saldırıları gerekçe gösterilerek yürürlüğe sokulan sözüm ona »Anti-Terör-Yasaları«nın beş yıl daha uzatıldığı Temmuz ayından bu yana, neredeyse her gün yeni güvenlik önerileri gündeme getiriliyor. Kime hizmet ettikleri pek muğlak olan iki kişinin (bomba bavullarına bir tek adreslerini bırakmaları kalmış), trenlerde patlatmak istedikleri varsayılan bomba çantalar, iktidar politikacılarının »güvenlik tedbirleri« konusundaki yaratıcılıklarını körüklemiş gibi. Hani derler ya, günahını almak istemem diye... Ama gene de insan Alman politikacılarının daha fazla sert tedbirler alabilmek için Almanya’da terör saldırılarını arzu ettiklerini düşünmeden edemiyor. Haber başlıkları şöyle:
...Alman kabinesi son toplantısında güvenlik güçlerine teröre karşı mücadelede daha fazla para ve yetki vermek istiyor...Federal İçişleri Bakanlığı internetin teröristler tarafından kullanılmasını engellemek için kısıtlamalar getirecek...Bavyera İçişleri Bakanı Beckstein, eyaletlerdeki meslektaşlarını terör zirvesine davet etti ve her kente daha fazla video kamerası yerleştirilmesini istedi...Şansölye Merkel şüphelilerin fişleneceği Anti-Terör-Bilgi Bankasının kurulacağını söyledi...CSU Genelsekreteri Söder rizikolu ülkelere seyahat eden müslümanların fişlenmesini istedi...Uçak ve trenlerde »güvenlik şerifleri«nin sürekli yolculuk etmesini isteyen CDUlu politikacılar, müslüman ülkelerinden gelenlere vize verilmemesi talep ettiler...Federal İçişleri Bakanı Schaeuble, Almanya’da yaşayan »şüpheli grupların« daha sıkı kontrol edilebilmeleri için Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın yetkilerinin artırılmasını istedi...
Öneri listesi daha uzatılabilir. Bu önerilerin toplumda nasıl bir etki yarattığını ise, Cuma sabahı Alman televiyonunda yapılan bir röportaj gösteriyor. Mikrofonun uzatıldığı yaklaşık on Alman, »güvenliğiniz için özgürlüklerinizden vazgeçer misiniz?« sorusuna istisnasız hepsi evet diyor. Ve ülkenin demokratik güçlerinden parlamentodaki Sol Fraksiyon haricinde- çok cılız sesler çıkıyor.
Bielefeld Üniversitesi’nden Prof. Dr. Wilhelm Heitmeyer bir kaç yıldan beri »Alman Durumları« başlığı altında her yıl aynı sorularla tekrarlanan bir araştırma yapıyor. Bu yıl dördüncüsü yayımlanan araştırma sonuçları vahim bir gerçeği göz önüne sermekte: Almanya’da çok fazla yabancı yaşıyor düşüncesinde olan Almanların sayısı 2002’de yüzde 55,4 iken, 2005’de yüzde 61,1’e çıkmış. Yabancıları geri göndermek lazım diyenlerin sayısı 2002’de yüzde 27,7, 2005’de yüzde 36,1. Müslümanların Almanya’ya girmesinin yasaklanmasını isteyenlerin sayısı 2003’de yüzde 23 iken 2005’de yüzde 34’e çıkmış durumda. Heitmeyer’in önümüzdeki yıl açıklayacağı 2006 yılı sonuçlarının bu sayıları katlayarak aşacağından şüphem yok.
Korku toplumu panik ataklarla, histeriler ve çılgın davranışlarla uğraşırken, Federal Hükümet dullara ödenen emekli aylıklarını kaldırmak, zenginlere yeni vergi hediyeleri vermek, sağlık reformu adı altında sağlık alanını tam piyasalaştırmak, sendikal hakları budamak, orduya yurtdışı görevleri ile emperyalist paylaşıma katılmak gibi planlarla görevini, kısacası neoliberal programın gereklerini yerine getirmek için gerekli bütün adımları atıyor. Halk da her türbanın altında, her köşede, her gettoda »terörist« arıyor.
Bu arada kamuoyu hukuk dışı bir uygulamayla tutuklanan Kürt siyasetçileri Muzaffer Ayata ve Rıza Erdoğan’ın akibetiyle hiç mi hiç ilgilenmiyor. Öyle ya, sosyaldemokrat DGB yönetiminin bile sıradan gerekçelerle Kürt örgütlerinin temsilcileri ile konuşmak istememesi, demokratik (!) Alman kamuoyunun zihniyetini göstermiyor mu? İlginen bir tek solcular. Halbuki bu konuyla ilgili çok önemli bir şüphe var: Acaba Kürt siyasetçiler, Almanya’nın Türkiye’ye satmak istediği yeni silahlarla ilgili olarak mı tutuklandılar? Politik mülteciliği kabul edilmiş insanların tutuklanmasının ardında yatan gerçek nedenler nedir? Abes bir soru değil mi? Büyük terör tehditi altındaki bir ülkede böyle sorular sorulur mu, canım?