Refleksler insanların genellikle saklamaya çalıştıkları ve bilinçaltındaki gerçek düşüncelerini ortaya çıkartırlar. Sosyal yaşantıda, çeşitli çıkarlar ve beklentiler davranışları belirlediğinden, özellikle sorumlu görevde olan kişilerin açık alanlarda söyledikleri gerçek düşünceleri değil, çıkar ve beklentilere göre şekillenen söylemlerdir. Olağandışı ve anî durumlar karşısında ise tavır ve eylemler genellikle bilinçaltında yer alanları gün yüzüne çıkartır.
Bireyler için geçerli olan bu tespit, toplumsal refleksler içinde aynen geçerlidir. Toplumun çoğunluğu rahatsız edici, gündelik yaşamın akışını bozan olaylar karşısında benzer reaksiyonlar göstererek, rahatsız edeni »anormal« diye tanımlayıp, toplum sınırları dışına itmeye çalışır. Rahatsız eden »anormal« olduğundan, onu ortaya çıkaran nedenler ve bu nedenlerin yok edilmesi düşünülmez bile.
Yakın bir zamanda sağlığına kavuşacağını umduğum Gıyasettin’e (buradan kendisine geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum) yapılan saldırı ve akabinde başlatılan tartışmalar, Almanya’daki çoğunluk toplumunun içinde bulunduğu psikolojiyi açık olarak gösteriyor. Solundan sağına neredeyse herkes, neonazi oldukları tahmin edilen saldırganları ve eylemlerini eleştiriyor. Ancak ırkçılığı ve şiddeti eleştiren reflekslere yakından bakılınca, toplum genelinin görmek istemediği bir tablo ortaya çıkıyor.
Yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için öncelikle şunun altını çizmeliyim: ırkçı şiddet ve neonazizm (veya neofaşizm) 21.Yüzyıl toplumlarının kesinlikle kabul etmemeleri gereken tavırlardır. Yaşamın her alanında lanetlenmesi gereken bu tavır ve yaklaşımlarla mücadele, bunların ortaya çıkmasına neden olan köklerin kurutulmasına dek devam etmeli, gelecekte de ortaya çıkmasını engelleyecek koşullar yaratılmalıdır. Sol, bunu her zaman talep etmiştir.
Ama ırkçı şiddete ve insan düşmanı bir ideoloji olan faşizme karşı çıkmak için ilerici veya solcu olmaya gerek yoktur. Kaldı ki aşırı sağ, ırkçı şiddet ve neonazi saldırganlarla etkin mücadele için burjuva demokrasilerinin hukuk devleti normları ve yürürlükte olan ceza yasaları yeterlidir. Sol Parti milletvekili Hakkı Keskin’in savunduğu gibi sert ceza ve yaptırımcı tedbirler yerine, var olanların uygulanması yeterlidir.
Ayrıca asıl sorun da bu değildir. Böylesi saldırılar sonrasında alışılagelmiş ve refleksvarî açıklamalar, ırkçı şiddeti »kabul edilmeyecek olağandışı olaylar« veya »işsiz-güçsüz gençlerin aptalca davranışı« gibi tanımlamalarla toplumun uç sınırlarındaki bir »şey« gibi gösterdiği sürece, asıl soruna değinilemez. Bana kalırsa asıl sorun, çoğunluk toplumunun ırkçı şiddet ve neonazilerden gündelik yaşamın akışını bozmaları nedeniyle rahatsızlık duymasında ve gerçek ırkçılığın toplumun merkezinde kök salmış olmasında yatmaktadır. Bu »köktenırkçılık« salt çoğunluk toplumunun insan olmayı belirleyen normlarına uymayan »beyaz olmayanlara« karşı değil, çoğunluk toplumunun düşündüklerini »zamansız« pratiğe döken aşırı sağcı gençlere karşı da ayrımcılık uygulamakta, ama onları kullanmaktan da geri kalmamaktadır. Irkçı saldırılar kamuoyunda tanınmış »beyaz olmayan« birisine, hele hele ülke imajına zarar getirecek bir biçimde »zamansız« yöneltildiğinde ise kıyameti kopartmaktadır.
Bu böyle olmasaydı, artık haber değeri dahi olmayan ırkçı saldırılara ve gündelik yaşamda olağan hale gelmiş ayrımcılıklara tepki gösterilirdi. Örnek olsun diye yazıyorum: 2005’de yaklaşık 1000 aşırı sağcı ve ırkçı suç polis kayıtlarına geçmiş. Yani her gün en az üç suç işlenmiş. Bunlar bilinenler. Ya bilinmeyenler? Kayıtlara geçen suçların gerçek sayının son derece az bir bölüm olduğu düşünülürse, Almanya’daki gerçek durumun boyutu ortaya çıkar.
Bugüne kadar binlerce insanın sırf kökenleri, dilleri, dinleri, cinsel tercihleri veya deri renkleri farklı diye öldürüldüğü Almanya’daki çoğunluk toplumu köktenırkçıdır. Solda olduğunu iddia eden kimi yabancı dostu da buna dahildir. Önce bu gerçek görülmelidir. Ulus devletlerin ortaya çıktığı dönemden beri Batı Avrupa toplumlarında hep var olan ksenofobi (yabancı düşmanlığı) ve antisemitizm, onyıllardan beri sürdürülen emek ve toplum düşmanı politikalar sonucunda köktenırkçılığa dönüşmüştür. Sosyal hakların budanması, demokrasinin içinin oyulması, refah şövenizmi ve Avrupa merkezci bakış açısıyla »beyaz olmayanı« değersiz gören düşünce yapısı devam ettiği sürece, ırkçılık daha da kök salacak, şiddet, ayrımcılık ve dışlanma gündelik yaşamın kemikleşmiş normal durumu haline gelecektir. Kendisinin ait olduğu grubun rahat yaşamını sürdürebilmesi için, daha zayıf olanlar üzerindeki baskının ve sömürünün daha da artırılmasını isteyen, karşı karşıya bulunduğu sorunların asıl nedenlerini sorgulamayan Almanya çoğunluk toplumu, maalesef böylesi bir »normaliteden« pek uzakta değildir. Bence çıplak gerçek bu kadar basittir ve Gıyasettin’in başına gelen bunun küçük bir detayıdır.