Rosa Lüksemburg Vakfı 12 13 Temmuz 2006 tarihlerinde St. Petersburg’da, Rusya’daki sosyal ve ekonomik reformlar ve küresel bağlantıları üzerine bir seminer düzenledi. Aslında konu daha çok sovyet tipi devletsosyalizminin, Rusya’ya özgü ve özellikleri daha derinden analiz edilmesi gereken kapitalizme »transformasyonu« sonrasındaki toplumsal ve politik gelişmelerin bilançosunun çıkartılması oldu. Seminerin yer ve tarihi bilinçli olarak G8-Zirvesi ile bağlantılı hale getirilmiş ve seminerle bu meşruiyeti olmayan oluşumu ve dünyaya dikte etmek istediklerini, politik eğitim araçları ile uluslararası bir eleştiriye tabi tutmak istenmişti.
Moskova Devlet Düma’sının muhalif milletvekillerinden Oleg Smolin eski Rus sorularını hatırlattı: »Ne oldu?« ve »Ne yapmalı?« Rusya solu her iki soruyu daha yeni yeni yanıtlamaya başladı. En azından uluslararası karşılaştırmada bir konu açık olarak kesinleşmiş durumda IMF ve Dünya Bankası’nın isteklerini en fazla yerine getiren ülkelerin, aynı zamanda en fazla ekonomik ve toplumsal zararı gören ülkeler olduğu tespit edildi.
Rusya’da gerçekleştirilen G8-Zirvesi öncesi burjuva basınında yer alan yorumlar da çelişkiliydi: bir tarafta egemenler bu yılki zirveyi Rusya’da düzenlemeyi ve bu şekilde Rusya’nın bu imtiyazlı grubun eşit haklı bir üyesi olduğunu vurgulamayı kararlaştırmışlardı. Ama yorumcular diğer taraftan da, bu vesileyle Rusya’nın Batılı olmayan konumuna dikkat çekmekten de geri kalmadılar. Ortaya çıkan soru şuydu: Rusya’daki demokratik özgürlük hakları üzerine böylesine açıkca ifade edilen eleştiriler, Rusya’nın zayıflatılmasına yönelik eylemlerin bir parçası mı? Bu pek açık değil. Batılı sol güçler, görüldüğü kadarıyla Rusya’yı da sevilmeyen ülkeler listesinde gören Georg W. Bush’un emellerine ortak olmak istememekteler. Ancak diğer taraftan da demokratik standartların gerçekleştirilmesini istemekte kararlı olmak için sol açısından yeterince neden bulunmaktadır. Bu nedenle Michael Brie (Rosa Lüksemburg Vakfı) seminerin açılışında yaptığı konuşmasında Rosa Lüksemburg’u ve özgürlük hep farklı düşünenin özgürlüğüdür ifadesini hatırlattı. Bu sadece geçmişte kalan devletsosyalizmi için değil, aynı şekilde günümüz kapitalist toplumları için de geçerlidir. Brie, solun, topluma yönelik yaklaşımının temel kıstası bu olmalıdır, dedi.
Seminer »Tüm Rusya Emek Konfederasyonu« ile işbirliğinde gerçekleştirildi. Konfederasyon Rusya’da oluşmakta olan bağımsız sendikaların bir çatı örgütü. Ülkedeki emekçilerin son derece kötü durumu karşısında bu sendikalar işçilerin çıkarlarına sahip çıkmaya ve »küreselleşme« kisvesi altında gerçekleştirilen sosyal kıyıma direniş göstermeye çabalıyorlar. Devletsosyalizmi döneminin eski birlik sendikalarının devamı olan »resmî« sendikalar ise bu politikalara ya sessiz kalıyor, ya da ortak oluyorlar. Tüm Rusya Emek Konfederasyonu temsilcisi Boris Kravçenko yaptığı konuşmasında, oligarşik yapılanmalar ile devlet erkinin birbirleri ile sıkı sıkıya bağlantılı bir kütle oluşturduklarına dikkat çekerek, sendikaların yeniden bir sınıfsal örgütlülüğe gereksinim olduğunu anlamaları için uzun bir süre geçtiğini söyledi.
»Alternativy« adlı ağın temsilcisi Aleksandr Buzgalin ise derinlemesine giden programatik çalışmanın gerekliliğini vurgulayarak, küreselleşme karşıtı hareketin sadece yukarıdan dayatılan kapitalist küreselleşmeyi eleştirmekle kalmamasını ve aşağıdan dayanışmacı bir küreselleşme için daha keskin bir profile kavuşması gerektiğini belirtti. Almanya »attac« örgütü asına konuşan Peter Wahl’da benzer noktalara dikkat çekti: »Bizim, dayanışmanın, demokrasinin ve insan haklarının, yani gerek politik, gerekse de sosyal insan haklarının küreselleşmesine ihtiyacımız var. Aynı zamanda doğayı koruyucu bir yaklaşımın ve barışçıl ilişkilerin küreselleşmesi de gereklidir.« Wahl, attac’ın bu nedenle düzenlenen seminere katıldığını ve G8’in insanlığın sorunlarına çözüm getiremediğini, aksine sorunların bir parçası olduğunu vurguladı.
Moskova »Küreselleşme Araştırmaları Enstitüsü«nden Boris Kagarlizki, insanların teslimiyet duygusuna ve partilere karşı gönülsüzlüğe kapıldıklarına işaret ederek, Rusya’nın devletsosyalizmi sonrasında neoliberalizmin spesifik bir deney alanı haline geldiğini söyledi. Neoliberalizmin insanların özgüven hakkını gasp ettiğini ve alınteriyle yaşamaya çalışanların ikinci sınıf insan, yolsuzluk yapanların ise merkezî figürler haline getirildiklerini belirten Kagarlizki, son yıllarda Rusya toplumunda direnişin de arttığını söyledi. Protestoların, emeklilerin durumunun kötüleşmesine ve sosyal hizmetlerin parasallaştırılması girişimine karşı milyonlarca insanın sokağa çıkmasıyla zirveye ulaştığını vurgulayan Kagarlizki, hükümetin planlarının bir kısmını geriye almasından sonra protestoların azaldığını söyledi. Kagarlizki’ye göre bu durum küreselleşme karşıtı hareketlerin ve genel anlamda solun en temel sorunu. Solun ve hareketlerin eylemlerini dönem dönem oluşan toplumsal dalgalanmalara bağlı olarak geliştirmelerini eleştiren Kagarlizki, çok uluslu şirketlerin ve neoliberalizmin politik kurumlarının hedefe azimli ve kâti adımlarla ilerlediklerini ve böylece »sessiz geçen dönemlerde« dahi, emekçilerin ve toplumun zayıf kesimlerinin durumlarının kötüleşmesine neden olan uygulamaların yürürlüğe sokulduğunu belirtti.
Federal Almanya Parlamentosu Sol Meclis Grubu üyesi Nele Hirsch ise, parlamenter ve parlamentodışı mücadelenin, neoliberalizme karşı politik alternatiflerin geliştirilmesindeki bağlantısını vurguladı. Hirsch, gûya alternatifi olmayan sisteme karşı verilen mücadelenin parlamento dışında yürütüldüğünü ve parlamenter çalışmanın bu mücadele ile bağlantılı hale getirilmesi gerektiğini belirtti.
Sonuç itibariyle seminer katılımcıları, alternatiflerin geliştirilmesi için yeni sosyal ve politik mücadelelerin deneyimlerinin uluslararası çapta sistematik bir biçimde değerlendirilmeleri gerektiği konusunda hem fikir oldular.